Körfez ülkeleri kimden yana? Trump mı Biden mı?

İsrail ile imzalanan Arap barış anlaşmaları Trump’ı öne çıkarıyor 

Körfez ülkeleri kimden yana? Trump mı Biden mı?


Körfez ülkeleri kimden yana? Trump mı Biden mı?

ABD başkan adaylarının dış politika yönelimleri, aralarındaki en önemli farklılıkları yansıtıyor

İsrail ile imzalanan Arap barış anlaşmaları Trump’ı öne çıkarıyor 

ABD başkan adaylarının dış politika yönelimleri, aralarındaki en önemli farklılıkları yansıtıyor. Demokrat Joe Biden, uluslararası bir oyuncu olarak ülkesinin rolünü güçlendirme, iklim değişikliği ve silah kontrolü anlaşmaları gibi konularda dünya kuruluşlarıyla birlikte çalışma sözü veriyor. Ancak Cumhuriyetçi Donald Trump ise 'Washington koridorlarında yaygınlaşan çağrılara', 'krizlerden uzaklaşma ve Amerikan rüyasına odaklanma hususundaki iki fikrini sürdürmeye' meyilli. Ancak siyasi düzen dışındaki yönelimine rağmen Beyaz Saray'ın efendisi, Körfez'deki müttefiklerinin çıkarlarıyla kesiştiği için, Ortadoğu'daki çatışmalara müdahale etmekten kaçınamadı.

Krizlerden uzaklaşmak, ideal bir çözüm değil

Geçen Ocak ayının başında Trump, ülkedeki ekonomik yansımaları nedeniyle, ABD'lilerin umursamıyor gibi göründüğü Ortadoğu'daki çatışmalardan ülkesini uzaklaştırma arzusunu yineledi. Ancak bu, Demokratların ve Cumhuriyetçileri bir kesiminin, çıkarlara ve savaşlardan kaçınılmasına dayalı, amacı 'İran'ın Suriye'deki etkisini sona erdirmek ve Filistin- İsrail çatışmasını çözmek' olan istikrarlı bir strateji oluşturulmasını talep etmesini engellemedi.

Tarihsel olarak ABD'nin bölgedeki çıkarlarından ve müttefiklerinden emekli olması karmaşık bir konudur. Obama'nın 2011'de ABD güçlerini Irak'tan çekmesinden birkaç yıl sonra, DEAŞ militanlarının geniş Irak topraklarını işgal etmek için sömürdüğü bu boşluğu doldurmak üzere, yaklaşık 5 bin ABD askeri bölgeye geri döndü. Nitekim geçen Ağustos ayında yayınladığı bir makalede Wall Street Journal,

Obama'nın kararının IŞİD'in örgütlenmesini ve eski yönetimin Rusya ve İran kontrolü altında bıraktığı Suriye'de nüfuzunu artırmasını mümkün kıldığını söyledi.

Aynı şey, yani Ortadoğu meselelerinden tamamen geri çekilme zorluğu, mevcut yönetim için de geçerli. ABD Savunma Bakanı Mark Esper, Trump'ın bin askeri Suriye'nin kuzeyinden geri çekme niyetini açıkladığında, Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler arasında eleştirilere neden oldu. İsrail'in 'Washington'un Kürt müttefiklerini terk edeceğine' dair korkuları arttı. Bu ise ABD güçlerinin Suriye'de kalmasını haklı çıkarırken, petrol sahalarını savunmaya odaklanmak için misyonlarını yeniden biçimlendirmeye itti.

ABD'nin Irak'taki çıkarlarını etkileyen saldırıların ardından Washington, Ocak ayı başlarında İran Devrim Muhafızları komutanı Kasım Süleymani'yi öldüren bir hava saldırı düzenlemek zorunda kaldı. Askeri saldırıdan önce ise ABD, Tahran ile imzalanmış nükleer anlaşmadan geri çekildi ve İran ekonomisinin yaralarını her zamankinden daha fazla derinleştiren bir azami baskı politikası benimsedi.

Körfez zor bir figür

Ortadoğu arenasına girişi sınırlayan bir ABD stratejisi benimsemeye yönelik tüm sürekli girişimlere ve çağrılara rağmen Körfez, özellikle son elli yılda ABD-Körfez ilişkilerinin büyümesiyle, göz ardı edilemeyecek veya dışlanamayacak zor bir figür olmaya devam ediyor. Suudi Arabistan, Washington'dan en büyük silah alıcısı haline geldi ve petrol tedariki hususunda onunla yapılan koordinasyon, az bir öneme sahip değil. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, son zamanlarda Trump'ın barış planının başarısında önemli bir rol oynadı. Kuveyt ve Umman, hala istikrarlı bir geleneksel ilişki sürdürürken, ABD'li yetkililer ayrıca, Katar'ın Tel Aviv ile resmi ilişkiler başlatmasını bekliyor.

Krizlerden kaçınma politikası, ABD'lileri Vietnam Savaşı'ndan sonra Güneydoğu Asya'daki olası bir çatışmadan kurtarmayı başarsa da Beyaz Saray liderleri için tercih edilen bir çözüm gibi görünmüyor. Washington'un Körfez'i, doğuyu ve Ortadoğu'yu tarihsel, ekonomik ve politik nedenlerle terk etmesi uzak bir ihtimal olarak görülürken, ABD'li diplomat Martin Indyk de “Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve İslam'ın beşiği olan, büyük petrol rezervlerinin bulunduğu ve hırslı güçler ile yerleşik güçler arasındaki büyük rekabet oyununun ekseni olan Ortadoğu'ya sırtımızı dönemeyiz” ifadelerini kullandı.

ABD - Körfez ilişkilerinin Trump döneminde karşı karşıya kaldığı en önemli sınav, Eylül 2019'da Aramco petrol tesislerine yapılan iki silahlı insansız hava aracı saldırısı oldu. Saldırı, Suudi Arabistan'ın küresel petrol üretiminin yüzde beşini kaybetmesine yol açtı. O dönemde Washington ve Riyad, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in inkarları ortasında, saldırıdan Tahran'ı sorumlu tuttu. Nihayetinde ABD Savunma Bakanı Mark Esper, Suudi Arabistan'ın çağrısına yanıt olarak Pentagon'un Suudi Arabistan'da yaklaşık 200 asker, 1 patriot füze bataryası ve 4 kısa menzilli radar sistemi konuşlandırma niyetini açıklamakta tereddüt etmedi.

Körfez'in ABD politika haritasındaki önemli konumu, geçen yılki Aramco saldırılarına verilen hızlı tepki ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında Karabağ çatışmasının patlak vermesinin ardından gelen soğuk diplomatik yorumlar arasında karşılaştırma yapılarak belirlenebilir. Çatışma hususunda Beyaz Saray ile tamamen aynı fikre sahip olmayan devletlerin oynadığı şişirilmiş rollere rağmen ABD, ilgisini yansıtan somut adımlar atmadı.

İran ortak bir saplantı

Arap ülkeleri, Tahran'ın müdahalesine ilişkin korkularını gizlemiyor. Önceki istatistikler, Ortadoğu sakinlerinin İran'ın bölgedeki nüfuzunun, on veya daha fazla yıl öncesindeki rolüne kıyasla arttığına inandığını ortaya koyarken, gözlemcilere göre ise bu endişe, hala Arap halkını rahatsız ediyor. Ancak İran Kudüs Gücü komutanının bir ABD saldırısında öldürülmesi sonrasında bu yol, ABD'ye yöneldi. Öyle ki 3- 6 Ocak tarihleri ​​arasında gerçekleştirilen Reuters- Ipsos anketi, ABD'lilerin yüzde 41'inin İran'ı ülkeleri için yakın bir tehdit olarak gördüğünü ortaya koydu.

Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin çoğu, Tahran hususunda ABD ile aynı endişeyi paylaşıyor. İki ülke arasındaki koordinasyon ve anlayış, en iyi haliyle Trump göreve geldikten sonra ortaya çıktı. Bazıları, 'Başkan Obama döneminde biraz durgunlaşan ilişkinin yeniden canlanması' ve 'Washington'un Ortadoğu'daki en önemli askeri ve ekonomik müttefiklerinden biriyle ilişkisini doğrulamak' için ABD Başkanı'nın ilk yurt dışı varış noktası olarak Riyad'ı seçtiğini düşünüyor.

Öte yandan Biden, Suudi Arabistan'ın en büyük alıcısı olmasına rağmen, daha önce silah satışını durdurmakla tehdit ettiği için Suudi Arabistan tarafından ideal bir aday olarak görülmüyor. Suudi Arabistan'ın Washington Büyükelçisi Prenses Rima bint Bender Al Suud, başkan adayının, Beyaz Saray'a vardığında ülkesine yönelik düşmanlıktan vazgeçeceğini öne sürdü. Fransız Haber Ajansı'na (AFP) konuşan Büyükelçi, “Gelip etkisine tanık olduğunda, görüşleri değişebilir” ifadelerini kullandı.

Joe Biden, geçen ay CNN kanalına yaptığı açıklamada, İran'ın nükleer anlaşmanın ardından bölgede kötü bir rol oynamayı bıraktığını söylerken, “Tahran'a, diplomasiye dönmenin güvenilir bir yolunu sunacağım. Anlaşmaya tam olarak uyarsa ABD, daha sonraki müzakereler için başlangıç ​​noktası olarak anlaşmaya geri dönecektir” ifadelerini kullandı. Ancak gözlemciler, Demokrat adayın politikalarının, İran için soğukkanlı ve barışçıl olacağını uzak görüyor.

Harvard Üniversitesi'nden İranlı araştırmacı Macid Rafizade, Biden'in iyimser vizyonunun başarılı olma olasılığını küçük görürken, bunun 'bölgede yaşayan, Hizbullah'ın silah depolarıyla ve ölüm ve yıkıma neden olan Suriyeli milisleriyle uğraşan bireylerin gerçekliğinden binlerce kilometre uzakta olan birinden geldiğini' söyledi. Araştırmacı, İran'ın vekil ağlarıyla, her zamankinden daha tehlikeli hale geldiğini belirtirken, bu sorunların çözülmediği taktirde, İran'ı sorumlu bir uluslararası taraf haline getirme çabalarının başarısızlığa mahkum olacağına dikkati çekti.
Biden, ya İsrail ya da İran

3 Kasım'daki seçimlerden haftalar önce Beyaz Saray ve yetkilileri, ABD Başkanı Donald Trump'ın himayesinde İsrail ile resmi ilişkiler başlatmak üzere geçen Eylül ayı ortasında başkent Washington'a ulaşan BAE ve Bahreyn heyetlerini ağırlayarak, saatlerini Ortadoğu'ya göre ayarladılar.

Bir süredir Trump'ın 'İsrail ile ikili Körfez yakınlaşmasını teşvik etmedeki' rolü uluslararası manşetlere ve web sitelerine konu oldu. ABD Başkanı'nın yurtiçi ve yurtdışındaki yandaşları, Nobel Barış Ödülü'nü hak ettiğini söylüyorlardı. Ancak Beyaz Saray'ın efendisi, en önemli şeyi, yani önümüzdeki dört yıl boyunca unvanını korumayı düşünüyordu.

Dış politikanın seçimler üzerinde çok az bir etkisi olmasına rağmen barış anlaşmaları, Beyaz Saray'da kalma yarışında Trump için önemli bir fırsat. Zira onu, verdiği sözleri yerine getirmeye kararlı bir başkan olarak gösteriyor. Başka bir kesim ise BAE, Bahreyn ve İsrail'in Cumhuriyetçi adaya, koronavirüs salgını nedeniyle bozulan imajını güçlendirme ve kartlarını düzenleme fırsatı verdiğini söylüyor.

Biden, Trump'ın mirasını yok etme sözü verirken gözlemciler, Cumhuriyetçi başkan tarafından hazırlanan barış planının iptal edilmesinin zor olacağına inanıyor. Aynı şekilde Demokrat adaya, Tel Aviv ile ilişkilerini, Arap - İsrail yakınlaşmasını ve barış anlaşmasını korumak için İran'la nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmaktan kaçınması çağrısı yapan sesler de yükseliyor.

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independentarabia.com/node/165401/