Kültüre düşmân bir ‘kültür’ devrimi

‘KIZIL AĞUSTOS’ HER YERDE 

Kültüre düşmân bir ‘kültür’ devrimi




Kültüre düşmân bir ‘kültür’ devrimi

Kültür tarihi araştırmacısı Taner Ay “Çin rejiminin 1949 yılından itibâren sistematik bir biçimde Tibetliler’i ve Uygurlar’ı yok etme politikası izlediği âşikâr” diyor.

1950 ile 1957 arasında yüz binlerce kişinin ortadan kaldırıldığı tahmîn edilen tasfiye nedeniyle aydınların, 1959 ile 1961 arasındaysa kırsal kesimlerde milyonlarca kişinin açlıktan ölmesi nedeniyle de köylülerin desteğini kaybeden Mao, partiyi ve iktidarını elinden kaptırmıştı. 1962 ile 1966 arasında, deyim yerindeyse, sadece kâğıt üzerindeki bir “parti başkanı” gibiydi.

Muhtemelen, başına bir şey gelebileceğinin korkusuyla, 1966 yılında, parti içindeki yaygın okur yazar düşmânlığından yararlanarak, partiyi dışarıdan kuşatmaya karar verir. Kendisini destekleyecek “devrimci bir sınıf” bulunmadığı için de, arkasına alacağı gürûhu, her okulun öğrencileri arasındaki serseri takımından seçer.  

18 Ağustos’ta Mao Kızıl Muhâfızlar’ın pazubantını takınca, iş büsbütün çığrından çıkar. “Hóng Bāyuè” denen “Kızıl Ağustos” artık her yerdedir. Çin’in bütün dünyada tanınan yegâne romancısı olan 67 yaşındaki Lao She, fecî dayak yer. Kızıl Muhâfızlar’ın ellerinden sağ kurtulmuştur ama, sonrası hayli karanlıktır. 24 Ağustos sabahında evden çıkan Lao She’nin cesedi 25 Ağustos’ta Taiping Gölü’nün kıyısında bulunur. İntihâr mı etmiştir, yoksa öldürülmüş müdür, hâlâ bilinmiyor.

Mao, Kızıl Muhâfızlar’dan aydınlara hoşgörü göstermelerini değil, onlarla savaşmalarını istemişti. Kızıl Muhâfızlar bütün cesâretlerini Mao’nun bu iktidar hırsından alıyorlardı. Çin gazeteleri ise, sanatçı ve düşünür takımını farelere benzetip, her gün, “Öldürün onları, öldürün!” şeklinde başlıklar atmaya başlamışlardı. Bunun sonucunda, Beijing’de 140 bin aydına işkence yapıldığı, onlardan 7.682’sinin de öldürüldüğü devlet tarafından resmen açıklanmıştır. 

Kızıl Muhâfızlar “Hóng Bāyuè” boyunca ülkenin her yerinde katliâmlar yaptılar. Onların Daxing’de  döverek öldürdükleri 325 kişiden birinin de 38 günlük bir bebek olmasına nazaran, resmî açıklamadaki 281.116 rakamına inanmak mümkün değildir. Sadece Beijing’de 1.772 “burjuva” aydının  öldürüldüğü duyurulmuştur. Oysa, en iyimser rakamlarla, Beijing’de 33.695 evin basıldığını ve 85.196 ailenin şehirden kovulduğunu biliyoruz.

Olaylar esnâsında ölmeyen Kara Kategori’den hemen herkes ıslah edilmeleri için Laogai Kampları’na gönderildiler. GULAG sisteminin Çin’deki uzantısı olan Laogai Kampları için J.L. Domenach’ın haritalarına bakılabilir. Say say bitmiyor; bunlar “Sınaî Boya İmâlâthânesi” veya “Çay Çiftliği” gibi isimler altında saklandıklarından, kesin sayıları da bilinmiyor. Kamplar daha ziyâde Mançurya’nın kuzeyindeki yarı çöl bölgelerde, ıssız İç Moğolistan’da, Tibet’in insan uğramaz yüksekliklerinde, me’şûm Sinkiang’da ve sıcağı ayrı soğuğu ayrı dert Çin Koliması’nda bulunduklarından, mahkûmları ziyârete izin verildilği dönemlerde bile oralara gitmek pek mümkün değildi.

Laogai Kampları’nda ölenleri yakınlarına bildirmek gibi bir zorunluluk da yoktu. Bu yüzden Liu Shaoqi’nin 1969 yılındaki ölümünü çocukları ancak 1972 yılında öğrenebilmişlerdi. Zâten mahkûmların ölüm nedenleri ve ölüm târihleri bile şüpheliydi. Târihçi Wu Han’ın 11 Ekim 1969 günü intihâr ettiği açıklanmıştı ama, çok kişi onun söylenen târihten en az bir yıl kadar önce öldürüldüğü kanısındadır. 

Kızıl Muhâfızlar, Beijing’deki 6.843 târihî yapıdan 4.922’sine ağır hasar vermişler, 33.695 evi basmışlar ve bu evlerdeki kitâbları yakmışlardır. Onların Shanghái’’da 150 bin meskene el koydukları, Wuhan’da ise en az 21 bin aydının evini bastıkları biliniyor. Lu’an’daki bir halk kütüphânesinin kitâblarını 6 saat boyunca dışarıya taşıyıp, onların üzerine 50 kilo kerosen döküp ateşe vermişlerdi.

Yünnan’da 224.023, Hubei’de ise tahmînen 400 bin kitâb yakan Kızıl Muhâfızlar’ın arkasında Mao’nun “kültür” danışmanları Jiang Qing ile yazar Zhang Chunqio duruyorlardı. Bir yazar olmasına rağmen, milyonlarca kitâbın bulunduğu Shanghái Kütüphânesi’nde sadece iki raf kitâbın bırakılmasını emreden de Zhang Chunqiao’ydu. Ancak, Kızıl Muhâfızlar’ın, bazı yerlerde beklemedikleri direnişlerle karşılaştıkları biliniyor.

Zikavei’deki târihî Cizvit kütüphânesi’ne saldırdıklarında, kütüphâne çalışanları ellerine ne geçirdilerse, barbarlara karşı koymuşlardır. Beijing Kütüphânesi saldırıya uğradığındaysa, kütüphâne yöneticisi Zhōu Ēnlái’ye telefon açarak yardım istemişti. Kültür Devrimi’nde kâğıt hamuru için ayrılan on binlerce yazmayı kurtaran cesûr kütüphâneciler de vardı. Bununla birlikte, kütüphânelere ve kütüphânecilere düşmânlık besleyen Zhang Chunqiao, onlardan pek çoğunu işlerinden atacaktır.

Bir zamanlar, bilginin, “kitâbların kokusu” olarak tanımlandığı Çin, yaşları 14 ile 22 arasındaki sorunlu çocuklar kullanılarak, aydınlardan ve kitâblardan temizlenip, maalesef bir Kültürsüzlük Çölü’ne dönüştürülmüştü. Ancak, Kızıl Muhâfızlar için sadece Çinli aydınlar düşmân değillerdi, onlara yok edilmesi gereken “haşerât” olarak  Tibet ve Uygur etnik kimlikleri de  gösterilmişti.   

ÇİN 1949’DAN İTİBAREN UYGURLARI EZMEYE BAŞLADI 

Çin rejiminin 1949 yılından itibâren sistematik bir biçimde Tibetliler’i ve Uygurlar’ı yok etme politikası izlediği âşikârdır. 1949 ile 1952 arasında 2 milyon 800 bin, 1952 ile 1957 arasında 3 milyon 509 bin ve 1958 ile 1960 arasında 6 milyon 700 bin kadar Uygur Türkü’nün öldürüldüğü tahmîn edilmektedir. 1961 ile 1965 arasındaysa büyük kısmı açlıktan olmak üzere en az 13 milyon 300 bin kadar Uygur Türkü ölmüş veya öldürülmüştür.

Buna karşın,”Kültür” Devrimi sırasında öldürülen Uygur Türkleri için sıhhatli bir rakam vermemiz mümkün değildir. Her şey kasden kayıd dışı bırakılmıştır. Ama, Uygur topraklarında 1964 yılında başlayan nükleer denemeler sonucunda, 20 bin kadar özürlü çocuğun doğduğunu ve 210 bin kadar Uygur Türkü’nün radyasyona bağlı hastalıklardan hayatlarını kaybettiklerini biliyoruz. Doğu Türkistan’da uygulanan asimilasyon politikası yüzünden bölgenin nüfus yapısı bütünüyle değiştirilmiştir. 1953 yılında Doğu Türkistan nüfusunun yüzde 75’i Müslüman ve yüzde 6’sı Çinli iken, 1990 yılında nüfusun yüzde 53’ü Çinli olmuştur.

Uygurlar’ın  toprakları müsâdere edilmiş, onlardan birinci sınıf kategorisindekiler Çinli yöneticilere, ikinci sınıf kategorisindekiler ise Çinli göçmenlere verilmiştir. Uygur nüfusunun önemli bir kısmı “köle emeği” olarak GULAG sisteminin devâmı olan çalışma kamplarında yaşamaya mahkûm edilmiştir. Doğum kontrolü ve doğan çocukların annelerinden alınarak “devlete verilmesi” husûsundaysa çok sayıda tanık beyânı bulunuyor.

“Kültür” Devrimi’nde Uygur okullarındaki eğitime ara verilmiştir. Okulların pek çoğu da 1978 yılına kadar kapalı kalmıştır. Uygur Alfabesi’nde 1966 ile 1976 arasında esâslı değişiklikler yapılarak da insanların okuma, öğrenme ve bilgi edinme özgürlükleri engellenmiştir. Şâyet Doğu Türkistan’da görevli olan bir Çinli yetkilinin cânı biraz eğlenmek isterse, bir Uygurlu’nun idâmı için kolayca bahâne yaratabilmekteydi.

Buna misâl olarak, Tohtı Ayub, Tanrının Hükmi isimli romanında, bir at arabasının, duvardaki Mao’nun resmini çizdi diye, arabanın sâhibi olan yoksul ve câhil  Uygur köylüsünün bir politik mahkûma dönüştürülerek idâm edilmesini vermektedir. Uygur Türkleri’ne husûmetin iktisâdî politik dayanağıysa, bölgenin petrol, volfram, altın, kömür ve uranyum yatağı olmasıdır. Çin’deki 148 madenin 118’inin Doğu Türkistan’da çıktığı resmî açıklamadır.  

Çin’in Tibet düşmânlığı ise çok daha eskidir. 1949 yılından sonraysa yıkılmayan manastır, yakılmayan kütüphâne kalmamıştır. Jean-Louis Margolin, “Kültür” Devrimi’nin ertesi günü Tibet’teki 6 bin 259 ibâdethâneden ancak 13’ünün ayakta kalabildiğini yazar. 1949 ile 1979 arasında 1 milyon 207 bin 387 Tibetli’nin öldürüldüğü iddiâ edilmektedir. Bu da, 1959 ile 1963 arasında Tibet nüfusunun yüzde 3’ünün öldürüldüğü anlamına geliyor.

1949 ile 1979 arasında her on Tibetli’den biri çalışma kamplarına gönderilmiştir. Bilinen 166 kamptan dışarıya pek az kişinin sağ çıkabildiği söylenir. Özellikle Amdo bölgesi 1955 yılından beri sistemli bir biçimde ormansızlaştırılmıştır. 50 milyondan fazla ağacın kesildiği arâzîye ise 90 kadar nükleer savaş üssü kurulmuştur. Bugün bölgedeki radyoaktif atığın ölçülemeyecek derecede yüksek olduğunu biliyoruz.

Bunun sonucundaysa ekolojik denge bozulmuş, yabanî yak, kiang, dzo ve Moğol atı gibi hayvan türleri ise artık yok olmak üzeredirler. Ayrıca, Tibetli kadınların zorla kısırlaştırıldıkları da âşikârdır. Meselâ, sadece 1983 yılında Kham ve Amdo bölgelerinde 2 bin 415 kadın zorla kısırlaştırılmıştır. Zorla kısırlaştırma, zorla kürtaj ve zorla göç gibi nedenler sonucundaysa, bazı bölgelerdeki Tibetli nüfusu “turist sayısı” kadar kalmıştır.

KARAR