Kürsüde ‘adalet’ deyip inince unutmak
Siyaset dini bozuyor. Bunu anladık artık.
Kürsüde ‘adalet’ deyip inince unutmak
Bozmak için önce seviyor. Uzun uzun meşk ediyor. Dinle düşüp kalkıyor, yüz-göz oluyor. Sonunda dini uhdesine alıyor.
Dini kendisine benzetiyor. Dini kendi namı hesabına konuşturuyor.
Artık hayrını gör dinin!
Siyaset, hukuka da benzer bir tarife uyguluyor.
Muhalefetteyken hukuk, hukuk, adalet, adalet diye adeta yırtınıyor. İktidar olunca hukuku koynuna alıyor.
Bu sadece içinde bulunduğumuz döneme mahsus bir gerçeklik değil. Son asırda ortaya çıkan bir durum da değil. Öteden beri böyle.
Tarih nereden başlıyorsa o zamandan beri böyle.
Sırası gelen hukukun sırtına biniyor. Gidebildiği yere kadar gidiyor.
Sonra yeni gelen… Sonra yeni gelen…
Din de hukuk da bu muameleden yakayı kurtaramıyor.
Eh, öteden beri böyleyse yapacak bir şey yok. Bundan sonra da böyle olacak. Ne yapalım?
Yapacak bir şey var.
Yapılacak şeyin asgarisi bu gerçekliği görmek.
Dinin din olmadığını, hukukun hukuk, adaletin adalet olmadığını…
Bu gerçekliğin bir parçası olmamak.
Hele siyasetçiyseniz, hele hukukçuysanız.
Söylemesi kolay. Hadi, bu gerçekliğin bir parçası olma da göreyim seni.
Doğru, zordur bu gerçekliğin bir parçası olmamak.
Başına iş alabilirsin, kimyası değiştirilmiş bir dine ya da yolundan saptırılmış bir hukuka maruz kalabilirsin.
***
Adaletsizliği adalet kılığında yapmak âdettendir.
Mahkemeler kurarsın. Biri itham eder biri savunur, biri hükmeder.
Değişik değişik zamanlarda ne mahkemeler gördük böyle.
Yassıada’yı görmedim. İşittim sadece. Ve okudum.
Mahkeme var, duruşma var, hâkim, savcı, avukat var, sanık da var.
Adalet mi çıktı şimdi Yassıada’dan?
“Sizi alıp Yassıada’ya tıkan kudret böyle istemiş” sözü adaleti çağrıştırır mı?
(Adalet derken adaletsizlik yapmayalım. Salim Başol’un cümlesi tam olarak şöyle: “Niçin sizi alıp Yassıada’ya tıkan kudret böyle istemiş onu biz bilemeyiz.” Bu haliyle de kaba, satır aralarında yargının üstündeki kudreti ifşa eden bir söz.)
Yassıada’daki adaletsizlik o kadar aşikâr o kadar bariz ki… Bütün matbuat adaletsizliğe öyle müzahir ki…
Şimdi de var öyle ‘matbuat’ öyle troller.
Bazen sizi gözlerine kestirirler. Nokta atışı yaparlar.
Bunu 28 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yapmışlardı.
İsmet Özel Nasrettin Hoca’nın türbesine benzetiyordu bu tür yargı süreçlerini.
Türbenin her tarafı açık. Herkes girip çıkabiliyor. Araya bir kapı yapmışlar, kapı kapalı, üzerinde asma kilit var.
Asma kilit mevzuattaki bir yasağı temsil ediyor.
Herkesin girdiği gibi sen de giriyorsun. Seni yakalıyorlar.
Niye girdin?
Herkes giriyordu girdim.
Görmedin mi kapı kilitliydi?
Girmedim diyemezsin, girdin. Herkes giriyordu ben de serbest diye girdim de diyemezsin, bilmemek mazeret değildir.
Bugün İBB Başkanı İmamoğlu da benzer bir süreçle karşı karşıya.
Yani siyaset yargıyı kullanmakta seleflerinin yolunu takip ediyor.
Bazen türbe kapısı kilitli değilken de benzer bir yol tutturuyorlar.
TİP’ten milletvekili seçilen Can Atalay’a öyle yaptılar. Seçilmesine müsaade ettiler, tahliye etmediler.
Eee? Sen TİP’çi misin?
Değilim ama yargının herkese adil davranmasını istiyorum.
Keza, Osman Kavala ve diğer gezi sanıklarının durumu.
AİHM’nin tahliye kararının izi sürülerek şekillendirilmiş bir dava süreci.
Kendi tabii mecraında değil, siyasetin ittiği yönde ilerlediği gözle görülebiliyor.
Eee? Sen Gezici misin?
Değilim ama yargının herkese adil davranmasını istiyorum.
“Devletin dini adalettir.”
Hz. Ali’ye isnat ediliyor.
Söylemiş mi Hz. Ali?
Söylesin, söylemesin, güzel söz.
İktidar veya muhalif. Bu sözü söylemeyen siyasetçi kalmadı.
Ama bizde kürsüde adalet deyip kürsüden inince adaleti unutmak caiz.
https://www.karar.com/yazarlar/yusuf-ziya-comert/kursude-adalet-deyip-inince-unutmak-1597709
KARAR