Latin Amerika’nın ilk yerli başkanı Evo Morales neden ABD’nin hedefi oldu

Bolivya, Latin Amerika’nın en çok ezilen yoksul halklarından biridir.

Latin Amerika’nın ilk yerli başkanı Evo Morales neden ABD’nin hedefi oldu


1825 yılından beri tam 193 darbeye sahne olan Bolivya, Latin Amerika’nın en çok ezilen yoksul halklarından biridir.

  1825 yılından beri tam 193 darbeye sahne olan Bolivya, Latin Amerika’nın en çok ezilen yoksul halklarından biridir.

Bolivar'ın ülkesi Bolivya'da halk, tarihinde ilk kez bir İnka yerlisini 2006 seçimlerinde başbakan seçti; koka çiftçisi, madenci, sendikacı ve devrimci Evo Morales’ten başkası değildi bu.

2002'de parlamentodan uzaklaştırılan Morales, 2006’da devrimci bir başkan olarak parlamentoya geri döndü; yoksullaştırılmış Bolivya halkına verdiği sözlerin tümünü yerine getirdi.

"Toprak" ve "Su" reformlarını gerçekleştirdi; sağlık hizmetleri, madenleri ve ülkenin bütün yeraltı, yerüstü zenginliklerini kamusallaştırdı. GDO’lu ürünleri yasakladı, tarım politikasını çiftçi hakları ve taleplerine göre yeniden düzenledi.

AND dağlarının ruhuna yakışır bir başkan olarak içinden geldiği İnka halkına şöyle konuştu:

“Özgürlüğümüz direnişimizdir. 1825’de Bolivya'nın kuruluşuna hiçbir yerli kabul edilmemişti. ABD’de dahil Kuzey, Orta ve Güney Amerika kıtasında da durum böyleydi. Bu yüzden bizim ülkelerimiz baştan yanlış doğmuştu! Amerika kıtasının gerçek sahibi olmayan ‘azınlık beyazları’, ilk anayasalarında biz Kızılderilileri, yerli halkları, kadınları, zencileri ve yoksulları asla insandan saymadılar.”

 

Küba, İran, Çin ve Rusya ile kolektif bölgesel projelere imza atan Morales, yüksek gaz zammı ile iç muhalefetten gelen tepkilere kulak vererek birçok zammı geri çekti, halkını dinledi. 2009 yılında İstanbul’un ev sahipliği yaptığı IMF toplantısına katılan Bolivya Ekonomi Bakanı Ledezma’yla yaptığım görüşmede kendisine ulusalcı politikaların sürekliliği ve ABD güdümündeki IMF politikalarıyla nasıl mücadele ettiklerini sorduğumda, Bolivya topraklarının 500 yıllık sömürüden çok şey öğrendiklerini ve hiçbir işe yaramayan IMF’ye meydan okuduklarını anlattı Ledezma. Ayrılırken, kendisine Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan: ‘İnka Ruhu Uyanıyor’ yazı dizimi gösterdiğimde, yardımcısından Morales’e göstermek için çevirmesini istedi. ‘Doğa, ormanlar ve yerli halklar satılık değildir!’ levhasını, Che’nin coca yapraklarından yapılmış portresinin yanında başkanlık bürosuna asan Başbakan Morales’e götürmesi için Toroslardan babamla topladığım kekik, Karadeniz çayı, Türk lokumu ve bir Antep dokumasını bıraktık, ertesi gün yeniden buluştuğumuzda.

...

İlk başkanlık yıllarında, Amazon bölgesi de dahil olmak üzere, petrokimya, hidroelektrik projeleri, maden ve otoyollar ile Çin hükümetinden alınan uydu gibi dev projelere eşzamanlı imza atması Morales karşıtlarını ve iç muhalefeti güçlendirdi. Bunlara karşın, Morales, ulusalcı kamu politikaları ve bölgesel örnek liderliği ile ABD’nin arka bahçesinde en cesur başbakanlardan biri olarak tarihe geçti.

Morales, politik mücadelesine başladığından bu yana, sefalet içinde yaşayan yerli halkının sözcüsü oldu: 1985 yılında çiftçileri ABD firmalarına karşı örgütlediği gerekçesiyle hapse atıldı. FIFA'nın 2500 metre yükseklikte futbol oynanmaz kararını protesto için dağa çıkıp 6000 metrede top sektiren Morales “Devlet başkanı sektiriyorsa, topçular da sektirir!” diye FİFA'ya geri adım attırmıştı. Çobanlık yaptığı barakada yaşamaya devam eden Bolivya’nın First Lady'si de bakkallık yapan kız kardeşi.

DİŞİ GÖKKUŞAĞIYLA ERİL GÖKKUŞAĞININ ÇİFTLEŞMESİNDEN DOĞMUŞ BİR BAYRAK

“Bolivya’nın Yeniden Doğumu” adlı yazısında, Morales'in mücadelesini şöyle anlatır Uruguay'lı efsane yazar Eduardo Galeano:

“…2002 yılının 22 Ocak'ında Evo Morales cennetten kovuldu. Başka bir deyişle: milletvekili Morales parlamentodan çıkarıldı. 2006 yılının 22 Ocak'ında, yine aynı salonda, Evo Morales Bolivya Başkanı olarak kutsandı. Yani Bolivya, çoğunluğu yerli olan bir ülke olduğunu keşfetmeye başlıyor. Evo'nun kovulduğu dönemde, yerli bir milletvekili, yeşil bir köpekten daha ender rastlanan bir şeydi. Dört yıl sonra, yasa koyucuların çoğu koka çiğniyor -bir zamanlar kutsal parlamento alanında yasaklanmış olan bin yıllık bir adet. Evo'nun kovulmasından çok daha önce, halkı, yerliler, zaten resmi ulustan dışlanmış durumdaydı. Bolivya'nin çocukları değildi onlar: yalnızca elleriydiler. Yarım yüzyıldan biraz daha öncesine dek, yerliler ne oy kullanabiliyordu ne de kentlerin kaldırımlarında yürüyebiliyordu. Evo, haklı olarak, ilk başkanlık konuşmasında, yerlilerin 1825'te de Bolivya'nın kuruluşuna davet edilmediğini söyledi. Bu, aynı zamanda, ABD dahil, bütün Amerika'nın tarihidir. Uluslarımız tamamen yanlış doğmuştur. Amerika ülkelerinin bağımsızlığı, daha baştan, çok küçük bir azınlıkça gasp edilmişti. Bütün ilk anayasalar, istisnasız, kadınları, yerlileri, siyahları, genelde yoksulları dışladı. Morales'in seçilmesi, en azından bu anlamda, Michelle Bachelet’in seçilmesine denk. Evo ve Eva. Bolivya'da ilk kez bir yerli başkan, Şili'de ilk kez bir kadın başkan var. Aynı şey, Kültür Bakanı'nın ilk kez bir siyah olduğu Brezilya için de söylenebilir. Brezilya'yı üzüntüden kurtarmış olan kültürün Afrikalı kökleri yok mu? Irkçı ve ataerkil hastalığına kapılmış bu topraklarda, bütün bu olup bitenin bir skandal olduğuna inananlar olacaktır. Asıl skandal, bütün bunların daha önceden gerçekleşmemiş olmasıdır. Maske düşer, yüz görünür ve fırtına gürler. İnanmaya yaraşır tek dil, konuşma zorunluluğundan doğan dildir. Evo'nun en vahim kusuru, insanların ona inanması; çünkü Castellano dilinde konuştuğunda bile ifade ettiği şey doğruluk oluyor. Castellano ana dili değil, küçük hatalar yapıyor. Başkalarının seslerini taklit etme ustası doktorlar onu cahillikle suçluyor. Vaat satıcılarıysa demagoji yapmakla. Amerika'da tek bir tanrıyı, tek bir kralı ve tek bir doğruyu dayatanlarsa, onu ateistlikle suçluyor. Yerli halkların katilleriyse, kurbanlarının kendileri gibi olmasından korkarak panik içinde titriyor.

Bolivya, onu yönetenlerin, milli marşını söylerken bile suyunu sıkıp çıkaranların takma adından başka bir şey değilmiş gibi görünüyordu. Yerli İnkalıların aşağılanmasıysa, adet haline getirilmiş, bir kader gibi görünüyordu. Ama şu son zamanlarda, aylarda, yıllarda, bu ülke bitmek tükenmek bilmez bir halk ayaklanması halinde yaşadı. Ardında ölülerden bir iz bırakan kesintisiz ayaklanmalar, gaz savaşlarında doruğa çıktı; ama bu süreç çok daha önce başlamıştı. Son ayaklanmalardan çok uzun zaman önce de vardı, onlardan sonra da devam etti; ta ki Evo'nun her şeye rağmen seçilmesine kadar. 400 yıldan fazladır, 16.yüzyılın ortalarından beri süren hazinelerin yağmalanmasına dair o eski hikaye, Bolivya gazi olayında tekrarlandı: Son yıllarda ayağa dikilen insanlar mermilerle delik deşik oldular, ama gazın başkalarının ellerinde buharlaşmasını engellediler, Cochabamba ve La Paz'daki suyun özelleştirmesini geri aldılar, dışarıdan yönetilen hükümetleri devirdiler ve gelir vergisine, IMF'in diğer bilgece buyruklarına hayır dediler. Uygar kitle iletişimin bakış açısıyla, halkın bu patlamaları, barbarlık eylemleriydi. Bin kez gördüm, duydum, izledim bunu: Bolivya anlaşılmaz bir ülkedir, yönetilemez, dik kafalıdır, yürüyemez. Bunu söyleyen ve tekrar eden gazeteciler yanılıyor: İtiraf etmeliler, onlar için Bolivya görünmeyen bir ülke. Fevkalade bir şey değil bu. Bu körlük, yalnızca küstah yabancılara ait kötü bir adet değil. Bolivya kendine kör doğdu; çünkü ırkçılık gözleri bağlayan bir ağ örer; üstelik kendilerini onları horlayanların gözleriyle görmeyi tercih eden Bolivya’lıların eksikliği de çekilmiyor elbet. Ama, And dağlarının yerli bayrağının dünyanın çeşitliliğine saygı gösteriyor olmasının da bir nedeni olmalı. Dişi gökkuşağıyla eril gökkuşağının çiftleşmesinden doğmuş bir bayraktır o. İnka yerel dilinde, adına kanın yalımlı örtüsü denen bu dünyevi bayrağın, gökyüzündeki gökkuşağından daha fazla rengi var.”

...

Morales, yeryüzü ve bereket tanrıçası Pachamama’dan yani Toprak Ana’dan söz ediyor ve şöyle diyordu:

“…Pachamama’yı savunmak için doğanın özüne dönmeliyiz. Doğayı dinlemek demek toprak ananın yaşamını sürdürmesi demektir. Batının kültürüne karşı, ölümün kültürüne karşı yerli kültürünü, yaşam kültürünü biz inşa edeceğiz. Yerli hareketi kapitalizmle birleşmek istemiyor. Yaşamak istiyor. Sorumlulukla dayanışma ilişkileri içerisinde yaşamak istiyor. Eşitlik istiyor ki bu insanlığın temelidir bizce.’

Örnek aldığı liderler arasında Che Guevera, Fidel Castro ve Hugo Chavez’i sayan Morales; komşu Venezuela’nın ABD’ye karşı dik duruşunun ABD sömürgeciliğine karşı büyük önem taşıdığını düşünüyordu. ‘Irak’ı işgal ederek petrolü kontrol altına alması, Latin Amerika’da uyuşturucu trafiğini bahane ederek terör uygulaması dolayısıyla ABD’ye karşı mücadele edilmesi gerektiğini savunan Morales, hükümetin eline geçecek kaynakları ülkede çoğunluğu oluşturan yerli halka yardımcı olmak için kullanacağını; pazar olarak da ABD’den çok Latin Amerika'daki diğer ülkelere bakacaklarını söyledi. Ziyaret ettiğim 2008 yılından bu yana yakından takip ettiğim Bolivar'ın ülkesi, Venezuela'nın teklif ettiği ve kıta içinde tesis edilecek doğalgaz boru hattı projesine dahil edilmişti.

YAĞMURU KAZANAN HALK 

ABD de, San Francisco'lu bir şirket tarafından Bolivya’nın bütün su kaynakları vaktiyle özelleştirilmişti. Bu şirket, inanmayacaksınız ama, yağmur suyuna bile el koymuştur, ülkede hiç bir şekilde su biriktirilmesi mümkün olmamıştır. Günde iki dolara çalışan insanlar, bu kazancın dörtte birini suya veriyorlardı. Bolivya halkı "Su bizimdir" diyerek ayaklandı. Direniş büyüyünce, verilen karşılık da şiddetli oldu. Sonunda Bolivya halkı sularını ve yağmurlarını kazandılar. Bu yolda sayısız da kurban verdiler. Sayısız insan sakat bırakıldı. Ama, topraklar, kamulaştırılan petrol, gaz ve madenler, sağlık ve su hizmetleri ile hidrokarbon egemenliği tamamen halkın eline geçmişti.

 Gerçek adı “Tawanti Suyu” olan İnka imparatorluğunun dünyanın ilk komünist devleti olduğu yazıldı, çizildi. And dağlarının zirvesindeki İnka hükümdarı, güneşin torununu temsil eder. Toprak tanrıçası Pachamama, Güneş tanrısı İnti’dir.

LA PAZ: TOPLUMSAL SOSYALİZMİN YENİ KALESİ

Dünyanın en yüksek başkenti sayılan ve “Barış” anlamına gelen ‘La Paz’ kenti, uçakların inişe geçerken inadına yükseldiği tek havaalanına sahiptir. Kentin yüksekliği 3636 metredir. Yoksul İnkalıların kentin oksijeni en az olan yüksek varoşlarında yaşadığı, beyaz kökenli Avrupalıların ise oksijeni en bol olan aşağı mahallelerde yaşadıklarını gördüm. Peru sınırından, İnkaların efsane gölü Titikaka gölünde sala bindirilen bir minibüsle geçtiğim, başkent La Paz’da beni en çok büyüleyen, dorukları 6439 metre olan ‘İllimani Dağı’ oldu. Türk gençliğinin direniş gününde bir 19 Mayıs günü ülkemize gelen efsane grup İnti İllimani’ye isim anneliği yapan dağ! İllimani’nin görkemli, beyaz zirvesi kentin her noktasından görülür. Bir çanak biçimindeki başkentin yokuşlarından nefes nefese iner çıkarken zirveye bakıyor soluklandım her defasında. Otelimin sokağındaki şaman pazarında pagan kültürlerin değişik simgelerini gördüm.

...

Bir zamanlar ABD’nin arka bahçesi sayılan, Bolivar'ın ülkesi Bolivya’da halkın devrimci çocuğu Evo Morales, La Paz da, yıllardır Amerika emperyalizmine meydan okuyor. Bolivya’nın doğu kısmında yaşayan, sayıları çok az olan ayrılıkçı beyazların bilinen nedenlerle federasyona gitmeyi ve ülkeyi bölerek iç savaşa sürükleme çabalarına karşı verdiği akılcı mücadele son yıllarda iyice artmıştı.

Morales'i, sivil ve askeri darbelerle devirmeye çalışan ABD emperyalizmi, arka bahçesinde, Küba, Venezuela ve Şili'den sonra, tarihinin en büyük yenilgisini yaşıyor son yıllarda. Yüzyılın başında, Latin Amerika da yaptırdığı 50’nin üzerindeki darbelerle kanayan eski yaraları iyice deşmiş ABD. ‘Kurtarmak, özgürleştirmek, demokratikleştirmek’ adına yapılan bu hile savaşlarıyla günümüzde Irak, Libya ve Suriye ne hale geldiğini hepimiz biliyoruz.

Galeano'nun dediği gibi: Savaşlar yalan söyleyerek yapılır"

ABD'yi, Bolivya'da ayrımcılığa ve bölünmeye yardım ettiği ve hükümet karşıtı gösterileri teşvik etmekle suçlayan Evo Morales, 2008 Ağustos’unda Amerikan büyükelçisi Goldberg'i "istenmeyen kişi" ilan ederek sınırdışı etmişti. Birleşmiş Milletler özel raportörü Roberto Stavenhagen bile, Bolivya'daki mevcut siyasi krizin, ülkenin yerli halklarının uçuruma itilmişliğinin sonucu olduğunu, yerlilerin ülkenin doğal kaynaklarının ulusallaştırılması ve devletin ülkenin çok kültürlü doğasını tanıyacak şekilde değiştirilmesi taleplerinin haklı olduğunu söylemişti:

“Bolivya'da çok ciddi ekonomik sorunlar, sefalet, toplumsal ve siyasal dışlanma var” diyen Maya kökenli kadın lider Rigoberta Menchu”nun sözlerini doğrularcasına “Dünya Bankası”nın yayınladığı " Latin Amerika'da Yerli Halklar, Sefalet Raporu"nda Bolivya'daki yerlilerin yüzde 74'ünün yoksulluk içinde yaşadığı belirtiliyor. Bütün bunları bilen Morales ve önderlik ettiği Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) partisi, Bolivya ulusunun yeniden inşa edilmesi olarak görür hedefini. Bolivya Projesi bölge için bir model oluşturuyor.

Güney Amerika'nın en büyük ikinci gaz rezervlerine sahip olmasına karşın, Bolivya bölgedeki en yoksul ülke. Morales, doğal kaynakların ABD'li petrol şirketleri tarafından yağmalanmasının sona erdiğini ilan ederek, ülkenin gaz kaynaklarını kamulaştırdı, ilk.

2010 yılında, ülkesi Uruguay'da, kendisiyle röportaj yaptığım, "Latin Amerika'nın Kesik Damarları" kitabının yazarı Eduardo Galeano, “Bolivya: Varolmak İsteyen Ülke” adlı yazısında şöyle anlatır, inkaların süregelen mücadelesini:

“…1870 yılında Bolivya da İngiliz bir diplomat, ilginç bir olayın kurbanı olmuştu. Diktatör Mariano Melgarejo diplomata bir bardak mayalanmış mısırdan yapılan ulusal içki ikram etmişti. İngiliz, teşekkür ederek, sıcak kakao tercih ettiğini söyledi. Malgarejo, geleneksel zarafetiyle, adama bir fıçı kakao içirerek bir katırın sırtına ters bindirilmiş olarak La Paz caddelerinde dolaştırdı. İngiltere Kraliçesi Viktoria Londra'da olayı duyduğunda, önüne getirilen haritayı aldı ve ülkenin üzerine tebeşirle bir çarpı işareti atarak, “Bolivya yoktur” dedi. Sömürgeci Britanya’nın emperyal küstahlığına atfedilen bu öyküyü daha önce de duymuştum. Trajedi, dönen bir tekerlek gibi kendini tekrarlayıp duruyor: Bolivya'nın inanılmaz zenginlikleri, beş asırdır, Güney Amerika yoksullarının en yoksulu konumundaki bu halk için bir lanete dönüşüyor. İşin özü su ki, kendi öz halkı için, “Bolivya yoktur!" 19. yüzyılda Pasifik Savaşı diye bilinen çatışmada yenilen Bolivya, denize olan bağlantısını Şili’ye kaptırır ve kendini birden bire Güney Amerika'nın ortasına çakılmış olarak bulur. İşte günümüzün Bolivya’sı budur: Yabancıların gelişme ocağına odun taşımak için yaşamaktan yorgun düşmüş Bolivya. Tarihi inkâr edilmiş, zenginlikleri yıkıma ve ihanete uğramış, küçümsenmiş, kendilerini küçük görmekten ve birbiriyle dövüşmekten vazgeçtikleri anda da mucizeler yaratmasını bilen bir ülke, Bolivya!"

...

2000 yılı Cochabamba kenti “su savaşı” mücadelesine sahne olur; And dağlarının yaylalarından vadilere yürüyüşe geçen köylüler, direnişe geçen kenti ablukaya alır, Amerikancı Hükümet sıkıyönetim ilan eder ve köylüleri kurşuna dizer ama isyan bastırılamaz. Su kaynakları, işgalci, yokedici Bechtel Şirketi'nin elinden alınarak köylülerin tarlalarına tahsis edilir. (Kaliforniya merkezli Bechtel şirketine, Bush yönetimince, Irak'ta milyonlarca dolarlık ihaleler verildiğini anımsatmak isterim.)

Bolivya'da bir diğer halk protestosu, Uluslararası Para Fonunu (IMF) mağlup eder. IMF, ayaklanmacılara yenilgisinin faturasını ağır ödetir, işbirlikçileri kullanarak 30'dan fazla suikast gerçekleştirilse de halk direnir ve Hükümet IMF'nin talep ettiği bordro vergisini iptal etmek zorunda kalır. "Su" savaşlarından sonra "gaz" savaşı verir, yerli halk. Dünyanın en zengin doğalgaz rezervlerine sahip, "Varolmak isteyen ülke", ulusal zenginliklerinin yabancı ellerde buharlaştırılmasına engel olur. “Gaz bizim hakkımız” sloganlarıyla yürüyüşler yapılır. Halk, gazın Bolivya için kullanılmasını, yeraltı kaynaklarının yabancı sermayeye teslim olmamasını talep eder ve kazanır. Bunun üzerine Morales “Devrimler için ölümü göze aldık” açıklamasında bulunarak, hükümetine karşı yapılan işbirlikçi eylemlerin yabancı güçler tarafından kışkırtıldığını ifade eder, halkına verdiği sözleri bir bir yerine getirir.

Morales'in “Devrimler için ölümü göze aldık” açıklaması, yıllardır ülkeyi kontrol etmiş Avrupa köken sermayedarların hoşuna gitmez. Parlamento'nun üst kanadı senato, yeni seçim yasasını onaylamayınca, 14 işçi ve sosyal grup lideri ile birlikte, kongreye karşı korkusuzca ölüm orucuna girer Morales, gücünü içinden geldiği halkından alarak... ve bir kere daha kazanır!

Bolivya’daki her devlet dairesinde devrimci Simon Bolivar’ın şu sözü asılıdır:

“Miras Değil, Alın Teri!”

İspanyol sömürgeciliği yerini önce İngiltere ve ardından ABD sömürgeciliğine bıraktı. ABD, Latin Amerika’daki ve Bolivya’daki denetim ve hakimiyetini geçen iki yüzyıl süresince sert bir biçimde uygulamıştır. 1823 tarihli “Amerika Amerikalılarındır” şeklindeki Monroe doktrini çerçevesinde sürdürmüştür. Gerçekleştirilen askeri, diplomatik, politik ve ekonomik müdahaleler sayısızdır.

Son yıllarda, Latin Amerika ve Karayipler ülkelerinde, yani ABD’nin arka bahçesindeki anti emperyalist direniş sürecine yapılan müdahalelerde son örnek, Bolivya'da yapılan Ekim seçimleri ile karşımıza çıktı. La Paz hükümeti ile Washington arasındaki ipler, Başkan Evo Morales’in “Yankee emperyalizmine” karşı açıklamaları ve Amerikan büyükelçisi Philip Goldberg’in 2008 Ağustos’unda kovulması ile kopmuştu! Morales hükümeti, ulusal ekonomiyi ve ulus devleti güçlendirmek için önemli reformlar gerçekleştirdi. Üç renkli yurtsever bayrağını yükseltirken parçalanma tehditleri alan Bolivya, Amerika hegemonyacılığına meydan okumaya devam etti.

BOLİVYA’YI PARÇALAMA ÇABALARI

Latin Amerika, 90’lı yıllar boyunca kararlı bir biçimde neoliberal ekonomi politikalarının dayatıldığı kıta oldu. Washington’la yapılan anlaşmalar çerçevesinde hazine açığını azaltmak için sosyal harcamaları kısan, devlete ait işletmeleri özelleştiren, yabancı yatırımları kolaylaştıracak yasal düzenlemeleri sağlayan ve esnek üretimi zorlayan bu serbest pazar ekonomisi, ülkeler arasındaki teknolojik ve ekonomik dengesizlikler gözetilmeden tüm kıtada uygulandı.

Latin Amerika’daki ulusalcı direniş ve sosyal halk örgütlenmeleri sonucu, bölgede, önce Venezüella’da, sonra Brezilya, Arjantin, Bolivya, Uruguay, Ekvador, Nikaragua ve Paraguay'da ulusalcı hükümetler kazandı.

 Bolivya'da Evo Morales’in başlattığı kültürel ve demokratik devrimin yanisira Aymara, Quechua ve Guarani yerlileri ile vatansız, emperyalist çıkarlara hizmet eden işbirlikçiler arasındaki mücadelenin kökleri derinlerdedir.

Sömürgecilik döneminde, Potosi, gümüş madenleri nedeniyle sömürülmüştü. Cumhuriyet döneminde İngiliz imparatorluğu bakır ve nitrat yataklarını yağmalamak için Pasifik savaşlarını başlatır, 20. yüzyılın başında aynı emperyal aktörler bu kez petrol için Chaco savaşını tezgahlar. 21. yüzyılda ise yanki emperyalizmi Bolivya’nın Venezüella’dan sonra en önemli rezerv olan gaz ve su kaynaklarını ele geçirmek ister. Bolivya’daki yağma politikasının ortak paydası, doğal kaynakların sömürülmesi ve ele geçirilmesidir. Bolivya halkı, zenginliklerinin yağmalanmasını önlemek için Evo Morales’in önderliğinde, ekonomik, politik, sosyal ve kültürel kurumlarını yeniden düzenler. Bu değişim, Morales hükümetine karşı amansız bir istikrarsızlaştırma, huzursuzluk çıkarma ve Bolivya topraklarını bölme amacını taşıyan kampanyaları da gündeme getirir.

Morales hükümetini güçsüzleştirmek için, büyük toprak sahiplerinin ve Bolivya sağının kaleleri olan Pando, Beni, Santa Cruz ve Tarija’ya bölgesel özerklik verilmesi dayatılır. Toprak ağaları, özerk bütçelerini yönetmeyi, bağımsız güvenlik güçleri oluşturmayı ve bölgedeki yurttaşlara yeni bir kimlik verilmesini talep eder. Amaçlanan, 1825’te kurulan Bolivya’yı parçalamak ve bölmektir. Bu strateji, daha önceki görev yeri Yugoslavya olan ve etnik temizliğin mimarı ve Richard Holbrook un ana asistanlarından ABD büyükelçisi Philip Goldberg aracılığıyla sürdürülür. Ta, Morales tarafından kovulana dek! Aynı yıllarda, Güney Amerika Uluslar Topluluğu ya da kısa adıyla UNASUR, yani Latin AB, Arjantin, Brezilya, Kolombiya, Guyana, Paraguay, Uruguay, Bolivya, Şili, Ekvator, Peru, Surinam ve Venezüella’nın bir araya gelerek oluşturduğu bir ekonomik birlik olarak öne çıkar. Venezuella'da Amerikancı darbelere direnerek kazanan Chavez: "bölgedeki tek düşman güç olan ABD İmparatorluğu, Balkan’larda uygulanan “böl ve yönet” politikasıyla Güney Amerika’da da savaş üretmeye çalışıyor." diye başlayan bir açılış konuşması yapar.

Merkezi Bolivya’nın Cochabamba kentinde olan, Avrupa Parlamentosu benzeri bir Güney Amerika Parlamentosu’nun oluşturulması kararlaştırılır.

BOLİVYA’NIN YENİ ANAYASASI (İNKA TOPRAK TANRIÇASI PACHAMAMA’YE İTHAFEN)

ABD, Latin Amerika’daki sol yükselişin liderliğini yapan Küba-Venezuella-Bolivya üçlüsünde, Morales hükümetini en zayıf halka olarak görmekteydi. ABD, 2005 yılından bu yana boyunca, Morales karşıtlarına STK kurumları aracılığıyla büyük destek sağladı. Morales ve taraftarları, özellikle medyanın yanlış bilgilendirme kampanyalarıyla, faşist ataklarıyla ve ölüm tehditleriyle karşı karşıya kaldılar. 2008 yılı eylül ayında, demokratik olarak seçilmiş hükümeti zayıflatmak için düzenli saldırılar yapıldı; onlarca hükümet binası tahrip edildi. Vali Leopoldo Fernández Ferreira tarafından organize edilen saldırılarda, Pando bölgesinde, aralarında kadın ve çocukların da olduğu 70 sivil öldürüldü. Fakat, sağ felce uğratıldı. Son umudu ABD’nin bir şekilde müdahale etmesiydi fakat Bolivya, ABD büyükelçisi Philip Goldberg’i Bolivya sağı ile bir olup “demokrasiye karşı gizli planlar yapmak” suçlamasıyla ülkeden kovunca Bush yönetimindeki ABD, Bolivya’daki küçük yardım projelerini geri çekti fakat Rusya, bu boşluğu doldurmayı teklif etti. Latin Amerika’da Birleşik Devletler’e her gün daha az ihtiyaç duyuluyor!

Latin Amerika liderlerinden ve birçok ülkeden gelen kınamalar, Morales’e ve Anayasa çalışmalarına gösterilen destek, sağ kanat destekçilerini ve onların ABD Hükümeti’ndeki müttefiklerini yalnızlığa itti. Morales, "Dünya Yeryüzü Günü" kutlamalarında, Dünya Bankası ve IMFyi yardım fonları karşısında serbest piyasa koşulları için şantaj yaptığını söyledi. Şartsız yardımlara varız, ama özelleştirmeye karşıyız, dedi. Kapitalizmin yarattığı ve G20 ülkelerinin sözüm ona piyasalara fon aktarımlı kriz önlemlerine inanmadığını da ifade etti.

Santa Cruz bölgesinde toprağı işlemeyerek anayasaya uymayan ve köle koşullarında işçi çalıştıran beyaz çiftlik sahiplerinin elinden 38bin hektar araziyi alarak Guarani yerlilerine dağıtan Morales şöyle der bir demecinde:

“…Bu topraklar verimsiz degildi, bu topraklar, şimdi onların gerçek sahibi olan Guaranililere karşı insan haklarının çiğnendiği bir bölgeydi. Toprak sahibi olmak özgür olmaktır, hem toprak hem özgürlük oldugunda adalet yerini bulur! Bolivya, sadece eşitliğe inanan ve paranın gücünden çok Bolivya’nin ulusal değerlerine inananlara saygı gösterecektir..”

Pachamama'nın AND dağlarında Amerikancı darbe kaybedecek, İnka torunları kazanacak!

Viva Morales!

POTOSİ

"Batının yokeden kültürüne karşı yerli kültürünü, yaşam kültürünü biz inşa edeceğiz. Yerli hareketi kapitalizmle birleşmek istemiyor. Sorumlulukla dayanışma ilişkileri içerisinde yaşamak istiyor. Eşitlik istiyor ki bu insanlığın temelidir." diyor bolivarcı Bolivya başbakanı Evo Morales.

Ben zengin Potosi,

Dünyanın hazinesi,

Bütün dağların kralı,

Ve bütün kralların sömürüsü

Bolivya’nın Potosi kenti, 4 bin 890 metre yükseklikteki Cerro Rico Dağı'nın eteklerine kurulmuş dünyanın en yüksek kentidir. Ününü ve zenginliğini bu dağdaki zengin gümüş madenlerinden almaktadır. 1987 yılında UNESCO, Potosi’yi Dünya Kültür Mirası listesine alır. Gümüş madenlerinin bulunmasıyla Potosi kenti 16. yüzyılda dünyanın sayılı büyük kentlerinden biriydi. Maden arama çalışmalarını, İspanyol sömürge valisi Carlos (1545) başlatmıştı. Binlerce inkalı, köle olarak maden aramalarında ve maden ocaklarında acımasızca çalıştırıldı. İlk gümüşün İspanya'ya naklinden sonra, İspanyollar, binlerce Afrika kökenli köleyi Potosi’ye taşıdılar. Afrika gibi tropik ve sıcak bir coğrafyadan, Potosi gibi yüksek, kuru ve soğuk dağ koşullarına getirilen Afrikalıların pek azı hayatta kalabildi. 1672 yılında, Darphanenin kurulmasından sonra Avrupalıların akınına uğrayan Potosi kenti, 80 kilisesi ve ikiyuz bin kişilik nüfusuyla dönemin en kalabalık ve zengin kentleri arasında yer almıştı. Onca lüksün, kumarın, fuhşun, ihtişamın İnka kanıyla beslendiği bir metropoldü Potosi.

Bir inka savaş türküsünü dinleyelim:

“Hainin kafatasından içki içip, dişlerinden gerdanlık yapacağız. Kemiklerinden flüt, derisinden davul. Sonra dans edeceğiz!”

Yüzyıllar boyunca sadece Bolivya’nın değil, tüm Latin Amerika'nın altını, gümüşü, nitratı, kauçuğu, bakırı, petrolü yağmalandı: belleğine de el konuldu. Bir belleği olmasını engelleyenler onu daha baştan belleğini yitirmeye mahkum ettiler. Yağmalanan belleğin en belirgin ve acı özetidir Potosi’den günümüze kalan!

AND dağlarının efsane kenti, göbekbağı anlamına gelen Cusco'da yaptığım Machu Picchu tırmanışından sonra ziyaret ettiğim Bolivya’da en çok Potosi kentiydi beni benden alan.

Eduardo Galeano’nun “Ateş Anıları” kitabından okuyalım: 

Yıl 1546. Kazılarda çalışmayı kabul etmediği için elli İnkalı öldürüldü. İlk damar ortaya çıktığından bu yana bir yıl bile olmadı, ama dağ yamaçları şimdiden insan kanına bulandı. Buradan bir fersah ötede ise sarp vadinin kayalarında Şeytan kanının koyu yeşil lekeleri görülüyor. Şeytan, Cuzco'ya giden vadiyi sıkı sıkı kapatıp bu yoldan geçen İspanyolları ezdi. Baş meleklerden biri Şeytan'ı mağarasından çekip kayalara çarptı. Şimdi Potosí gümüş madenlerinde işçi bol, yol açık. İspanyol işgalinden önce, Huaina Capac döneminde, çakmaktaşından yapılmış kazma, dağın gümüş damarlarına vurulduğunda korkunç bir kükreme sarstı dünyayı. Sonra dağın sesi İnka yerlilerine, "Bu servetin sahibi başkaları," dedi. 

Yıl 1600: Potosí Dağının bütün ağızlarından kan gibi akan gümüş, lama ve katır kervanlarıyla Arica limanına taşınıyor. Külçeler, uzun bir yolculuğun sonunda, orada savaş, barış ve ilerleme için gerekli parayı sağlayabilmek amacıyla Avrupa'ya ulaşıyorlar. Buna karşılık, Sevilla'dan ya da kaçak olarak, İspanyol şarapları, Fransız şapka ve ipekleri, Felemenk dantel, ayna ve goblenleri, Alman kılıçları, Cenova kâğıdı, Napoli çorapları, Venedik camı, Kıbrıs balmumu, Seylan elmasları, Doğu Hint mermerleri, Arabistan, Malacca ve Goa parfümleri, İran halıları ve Çin porselenleri, Cape Verde ve Angola'dan siyah köleler ve Şili'den hızlı binek atları alıyor Potosí. Dünyanın bu en pahalı kentinde, her şey çok para. Yalnızca chica mısır rakısı ve koka yaprakları ucuz. Bütün Peru'daki topluluklardan zorla toplanan Kızılderililer pazar günlerini ağıllarda davul çalıp dans ederek, yerlerde sürününceye kadar chicha içerek geçiriyorlar. Pazartesi sabahları bir hayvan sürüsü gibi dağlara sürülüyor, koka çiğniyor, demir çubuklarla dövülüyorlar, o ışıksız, havasız, dev karında ara sıra görünen, ara sıra bağırsakların içinde yok olan o yeşilimsi beyaz yılanları, gümüş damarlarını bulmaya çalışıyorlar. Kızılderililer, mahpuslar, ciğerleri öldüren tozları soluyarak, açlığı kandırıp yorgunluğu gizleyen koka yaprakları çiğneyerek, ne zaman gece olduğunu, ne zaman günün ağardığını bilmeden bütün hafta boyunca burada ter döküyorlar- Cumartesi bitip dua ve paydos çanı çalıncaya kadar. Sonra ellerinde yanan mumlarla yürümeye başlıyorlar, Pazar, gün ağarırken dışarı çıkabilmek için: Öylesine derinde yapılıyor kazılar, sonu gelmez tüneller, dehlizler. Potosí'ye yeni gelmiş bir rahip onların kent varoşlarına ulaşışlarını görüyor, uzun bir kafile oluşturan sefil hayaletler, sırtlarında kırbaç izleri, "Bu cehennem resmini görmek istemiyorum," diyor. " O halde gözlerini kapa," diye öneriyor biri. "Kapatamam," diyor. "Gözlerim kapalıyken daha çok görüyorum."

 

CERRO RİCO: İNSAN YİYEN DAĞ, ŞEYTAN MADENİ

Gümüş fışkıran dağ, Cerro Rico yerlileri yutardı. “Yollar insan ölüleriyle doldu” diye yazar, Potosili zengin bir madenci İspanya kralına ve devam eder: “Bütün İnka köyleri erkeksiz kaldı. Yerli kabileler madenlerin karanlık ağzına doğru çaresiz mahkumlar gibi yürüdüler.” Dışarıda dondurucu soğuk, içeride ise cehennemi maden sıcağı vardı. Gümüş madenlerinde din sömürüsüyle kandırılarak çalıştırılan her on İnkalı madenciden ancak üçü sağ çıkabildi dışarıya. Bazen altı ay madenden dışarı çıkarılmayan binlerce İnkalı, aylar sonra gökyüzünü gördüklerinde, yakıcı, keskin güneş ışıklarıyla kör oldular. Madenlerin gerçek sahibi İnkalı yerlilerdi. Hollanda, Alman ve Cenova bankerlerinin, İspanya tahtının finansörlerinin servetlerine servet kattılar. Avrupa'yı bugünkü haline dönüştüren parasal birikimini sağlayanlar işte bu İnkali yerlilerdi. 1503-1660 yılları arasında, İspanya’daki Endülüs bölgesine filolarla tam 185 bin kilo altın ve 16 milyon kilo gümüş taşınmıştır. Yüz elli yıl boyunca İspanya’ya götürülen, daha doğrusu Potosi’nin bağrından çalınan gümüş miktarı tüm Avrupa rezervlerinin üç katına eşitti. Bolivya, Latin Amerika’nın ikinci büyük doğal gaz rezervlerine ve maden ocaklarına sahip olmasına karşın, Güney Amerika’nın en yoksul ve yerli nüfusu en yoğun ülkesidir bugün. 10 milyon nüfuslu ülkenin yüzde 70’i yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Soykırımla elde edilen bu hazineler büyük katliamlar sonucu, akıtılan insan kanlarının kristalleşmesinden başka nedir ki? Potosi’den geriye kalanları Güney Amerika’nın özgün ve güçlü yazarı Eduardo Galeano şöyle yazıyor:

“Tantana ve yağma hastası olan İspanyol sömürgeciler, görkemlerinin bulanık anısıyla saray ve tapınakların yıkıntılarını bıraktı arkasında. Bir de... sekiz milyon yerli ölüsü!

Sadece Potosi’de sekiz milyon yerli katledilirken, Kuzey, Orta ve Güney Amerika’nın yerli sahipleri Kızılderili, Aztek, Maya ve İnkalardan olusan yağma ve soykırımın bilançosu 80 milyon insanın katlidir. Sömürgeciler gelmeden önce 70 ila 90 milyon arasında tahmin edilen yerli nüfusu sömürgecilerin gelmesinden 150 yıl sonra 3.5 milyona düşmüştür.

Din sömürüsüyle, barışın simgesi bir uygarlığı sona erdiren İspanyollardan geriye ne kaldı? Oyulmuş bir dağ, yeraltı şeytanı El Tio'ya kandırılarak, çalıştırılarak katledilmiş 8 milyon İnkalı ve hayaletlerin mesken tuttuğu birkaç saray, müze, katedral ve bugün nüfusu ancak 120bin olan yoksul bir kent. Potosi gümüşünün, Avrupa'nın kapitalist gelişiminin temelini oluşturduğunu yazmıştım. Cervantes'in 'Don Kişot' adlı ünlü romanında adı geçen “Potosi değerinde” sözü, bir şeyin paha biçilmezliğini ifade eder. İspanyollar, 12 ekim 1492 de yeni bir dünyayı değil, sömürü ve kapitalizmin yolunu keşfetmişlerdir demek daha doğru olur bence.

New York'ta, her yıl ekim ayında resmi tatil olarak Cenovalı banker Kolomb adına kutlanan Columbus gününde, ben, Amerikan medyası tarafından göz ardı edilen Kızılderililerin gösterilerini el çırparak izlerdim. Milyonlarca İnkalının iskeletleri üzerinde yapılan kutlama!

Söz Potosi’den açılmışken, Galeano’nun şu dizelerini de okuyalım:

potosi gümüşü çorak bir dağ bıraktı ardında

pasifik kıyısının barut tozu denizsiz bir harita bıraktı

oruro kalayı bir yığın dul bıraktı

bıraktıkları, sadece ve sadece bunlardı!

Potosi deki “Casa de Moneda” müzesinde gördüğüm üstteki fotoğraf herşeyi anlatmaktadır:

Bir İspanyol ressam tarafından 16. yüzyılda yapılan bu tablo da, kolonyal sömürü döneminde insan yiyen dağ Cerro Rico dağıyla özdeşleşmiş durumdaki Meryem Ana’nın eteklerinde diz çöken Papa ve İspanya Kralı’nın Avrupa için yarattıkları zenginliğe takdirleri görülüyor. Meryem Ana’nın solundaki ve sağındaki güneş ve ay ise And dağlarının kozmik simgeleri olarak yaratılış ve toprak tanrıçası Pachamama”ya ithaf edilmektedir. Dağın iç kısmında ise İnka yerlisinin katolik rahibe bulduğu gümüşü sunumu resmediliyor. 

Buket Şahin

Odatv.com