Libya ve riskler

Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin TBMM’de karar alındı. Kamuoyu da ikiye bölündü.

Libya ve riskler


Ahmet Yavuz yazdı.

Libya ve riskler

Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin TBMM’de karar alındı. Kamuoyu da ikiye bölündü. Taraflardan her birinin haklı gerekçeleri var. 

Asker göndermeyi savunanların önemli bir gerekçesi var: Sarraj başkanlığındaki Ulusal Uzlaşı Hükümeti (UUH) ile imzalanan deniz yetki alanlarına ilişkin mutabakatın hayata geçirilmesini sağlamak. Gerçekten de UUH yenilirse adı geçen mutabakatın çöp olacağı aşikârdır. Öyle anlaşılıyor ki, söz konusu mutabakat, askeri boyutuyla verilen bir sözün karşılığında imzalanmıştır. Yoksa iç savaş ortamında kimsenin deniz yetki alanlarıyla ilgilenmesi beklenmez. Zannımca haksız olmayan diğer gerekçe, sahada olmanın avantaja çevrilmek istenmesidir. Herkesin pay kapmaya çalıştığı bir ortamda Türkiye’nin olmamasını ileri sürmek makul değildir. İki nedenle: Petrol bağımlılığını azaltmak, bunun için daha ucuz bir pazar bulmak. Daha da önemlisi 2011’de büyük paralar bırakan firmaların alacaklarının tahsilini kolaylaştırıcı adımları atmaktır.

Karşıt argümanlar

Karşı çıkanların yerinde bulduğum taleplerine gelince...

İç savaşta taraf olmak yerine iki tarafla da bağ kurmayı önermek haklı bir taleptir. Ancak deniz yetki alanı anlaşması TBMM’ce değerli bulunarak, askeri işbirliğini öngören mutabakat ile birlikte onandığında ardından gelecek teskerenin Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin olacağı açıktı. İçsel tutarlılık açısından karşı çıkmak da zor olacaktı.

Karşı çıkanların haklı kaygılarından bir diğeri, denizaşırı bir ülkeye asker göndermenin ve o gücü savaş koşullarında ayakta tutmanın zorluklarıdır. Zayiat riski yüksek olabilir.

AKP’nin son dönemde attığı adımların daha ziyade sert gücü kullanma eğilimi taşıması bir başka eleştiri konusu oldu. Haksız değiller. Diplomasiyle yol almak daha az maliyet getirir. Askeri gücü kullanmanın sınırları vardır. Aynı zamanda askeri güçle ekonomik güç arasındaki korelasyon bozulmamalıdır.

Erdoğan’ın İhvancı yaklaşımını Libya’da da sürdürdüğü dile getirildi. Evet, bu yaklaşım özellikle Mısır ve Suriye’de ülkenin başına bela oldu. Bu doğru. Ama Libya’da kim İhvancı, kim değil? Cevabı var mı, bilmiyorum. Sanıyorum nüfusun kahir ekseriyeti ortaçağda yaşamayı sürdürüyor. 

Libya’da uygun bir cepheleşme içinde yer alınamadığı eleştirileri de haklıdır. Bundan daha ötesi, Karadeniz ve Akdeniz’i içeren büyük stratejinin yokluğundan kaynaklanan sakıncalar vardır. 

Öte yandan Libya’da tezkereden önce de askerlerimizin bulunduğu bilinmektedir. Bu da sorgulanması gereken önemli bir konudur. Cumhurbaşkanı, TBMM yetkilerini önceden kullanmış gibi duruyor. Meclis’teki görüşmelerde bu konuya temas eden olmamıştır. Ancak tezkerenin çıkması en azından bu varlığın meşruiyet kazanmasını sağlamıştır. 

Tezkere kabul edildiğine göre bundan sonrasına bakmak gerekir.

Riskler neler?

Önce risklere temas edelim: 

1. UUH savaşı kaybedebilir. Bu, bizim de kaybetmemiz anlamına gelir. Deniz yetki alanları anlaşması geçersiz kalabilir. Düşük bir olasılık olsa da böyle bir risk var. Zaten teskerenin erkenden çıkarılmasının nedeni bu riski ortadan kaldırmaya yönelik olsa gerek. Eğer Trablus bölgesi gecikmeden takviye edilirse, bu risk tamamen göz ardı edilebilir.

2. Beklenmedik çatışmalara girme durumunda hava desteğinden yoksun kalınması önemli bir zaaf alanıdır. CB’nin plansız Tunus ziyaretinin amacı bu riski bertaraf etmeye yönelikti. Ancak üs edinme talebi kabul görmemişe benziyor.

3. Libya’nın bölünmesi halinde hesaplar suya düşebilir. Bu durumda deniz yetki alanlarına ilişkin anlaşma daha önce emekli Tuğgeneral Nejat Eslen’in yazdığı gibi (1) geçerliliğini kaybedecektir. Çünkü Türkiye ile Libya arasında komşuluk hukuku doğuran kıyı bölgesi Hafter güçlerinin elinde kalacaktır. İşte bu maksatla Libya’nın toprak bütünlüğünü sağlayıcı adımların tamamen UUH’nin başarısına bağlı olmaktan çıkarılması lazımdır. Bu nasıl yapılır? Elbette zor. Ancak başarı için zorunludur.

4. Bölgesel bir savaş çıkması durumu düşük bir olasılık olmakla birlikte dikkatten uzak tutulmamalıdır. Türkiye-Suriye’de, Irak’ta, Kıbrıs’ta bir ordu kadar kuvvet bulundurmaktadır. İç güvenlik harekâtını sürdürmektedir. Doğu Akdeniz’de donanması hazır ve nazırdır. Trablus’u savunmak için asgari takviyeli bir tugay ya da bir tümen kadar bir kuvvet gerekli olabilir. Daha sonra daha çok kuvvet gerekebilir. Bu kadar angajman ve dağınıklık fazladır. Ege’de beklenmedik çatışma durumlarına sürüklenme olasılığı vardır. Bu, bir tuzak demektir. 

Yeri gelmişken belirtelim. İtalyanlar 1911’de Libya’ya asker çıkardığında donanmamız olmadığı için kuvvet göndermek yerine bir avuç subayla direnişi örgütlemek durumunda kalmıştık. Enver Paşa ve Atatürk onlar arasındaydı. Başarılı da olmuşlardı. Ancak İtalya, bunun cevabını 1912’de On İki Ada’yı işgal ederek vermişti. Libya’ya karşılık bu adaları geri vereceğini belirtmişti. Ardından Balkan Savaşı çıkmış, hem Libya hem de On İki Ada elden çıkmış, On İki Ada’yı iade sözü de havada kalmıştı. (2)

Aslında Mustafa Kemal’in Balkanlar’daki gelişmelerden dolayı Libya’da olmaktan mutlu olmadığı da başka bir konudur. (3) 

Bunu vurgulamak gereği duydum, zira Doğu Akdeniz ve Ege mevcut haliyle her şeye gebedir.

5. Türkiye’nin bütüncül bir Akdeniz ve Karadeniz ile Ortadoğu stratejisinin yokluğu risk yaratmaktadır. Ya da böyle bir strateji varsa bile, biri diğeriyle uyumsuz adımları içinde barındırmakta, sürdürülebilmesi zorluklar içermektedir. Açık bir ittifak cephesi yoktur. Libya’da atılan adım “Mavi Vatan” uğruna diye anlatılmakta ancak Ege’deki 18 ada işgaline çıt çıkarılmamaktadır. Libya’da UUH’nin meşruiyeti dillerde pelesenk olmakta ancak Suriye ve Mısır’da aynı meşruiyete sahip iktidarların esamisi okunmamaktadır. Suriye’de birçok adımın birlikte atıldığı Rusya ile İdlib’te ve Libya’da ayrı düşülmektedir. ABD ile ilişkiler çelişkilerle doludur. AB ile benzerdir. Bu kadar çok ve birbirini kesen fay hattını hayat kaldırmaz. Bunların üstüne bir de anlamsız Kanal İstanbul tartışması eklenmiş ve Karadeniz dengelerini kendi elimizle bozma yoluna girilmiştir.

6. İç savaşın ne zaman ve hangi koşullarda biteceği ise muammadır. Uzadıkça yorucu olacaktır.  

Umarım risklerin hiçbirine maruz kalınmaz.  

Görev alacak askerlerimize başarı dileyerek yazıyı bitirelim.

 

(1) Nejat Eslen, Odatv, 29 Aralık 2019.

(2) Hazal Pabuççular, Türkiye ve Oniki Ada, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019, s. 12 vd. 

(3) Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, Bilgi Yayınevi, 2. Baskı, s. 118.

Ahmet Yavuz / CUMHURİYET