Lübnan'nın eski Cumhurbaşkanı: Türkiye’nin Lübnan’ı kurtarmak için çalışmasını umuyoruz
Türkiye’ye çağrıda bulundu
Lübnan'nın eski Cumhurbaşkanı: Türkiye’nin Lübnan’ı kurtarmak için çalışmasını umuyoruz
Independent Türkçe'ye konuşan Lübnan’ın eski Cumhurbaşkanı Emin Cemayel, ülkesinin yeniden bir iç savaşa sürüklenmeyeceğini ancak kaous her iç savaştan tehlikeli olduğunu söyledi ve Türkiye’ye çağrıda bulundu
1982-1988 yılları arasında Lübnan’ın Cumhurbaşkanlığı’nı yapmış Emin Cemayel, Maruni hristiyanlarından, Ketaib Partisi’nin kurucusu Piyer Cemayel’in oğlu.
1942 yılında Bikfaya kentinde dünyaya gelen Emin Cemayel, 1961’de babasının partisinde siyasete atıldı ve 1970 yılında milletvekili seçilerek Lübnan parlamentosuna girdi.
Cumhurbaşkanlığına seçilen ancak yemin töreninden dokuz gün önce suikasta kurban giden kardeşi Beşir Cemayel’in yerine Eylül 1982’de Lübnan Cumhurbaşkanı oldu ve görevini altı yıl sürdürdü.
Cumhurbaşkanlığı görevinin sona ermesi sonrasında “iç savaştaki rolü” gerekçe gösterilerek İsviçre ve Fransa’ya sürgüne gönderildi.
Bir süre ABD’deki Harvard Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Cemayel, 2000’de ülkesine döndü ve Ketaib Partisi’nin “Onursal Başkanı” oldu.
Hâlihazırda bir ekonomik kriz, istikrarsızlık ve kaos ile mücadele eden Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta 4 Ağustos’ta meydana gelen patlamada ölen 180’den fazla insanın arasında Ketaib Partisi Genel Sekreteri Nizar Necaryan da vardı. Necaryan, siyasi bağları kadar insani açıdan da Cemayel ailesiyle yakın bağlara sahipti.
Beyrut Limanı’ndaki patlamanın sebebine dair net bir açıklama hâlâ yapılmamışken, bunca badirenin ardından ülkede 1975’te başlayıp 1990 yılına kadar süren iç savaşa benzer senaryoların olup olmayacağı herkesin dilinde.
Deneyimli siyasetçi Emin Cemayel, Lübnan’ın kaotik bugününü ve endişe dolu geleceğini Independent Türkçe Genel Koordinatörü Muhammed Zahid Gül ve Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek'e anlattı.
Cemayel: Necaryan, Ketaib Partisi’nin büyük kaybı
Röportajın başında Nizar Necaryan’ın hayatını kaybetmesine değinen Cemayel, eski arkadaşı için “1970’lerde Ketaib Partisi’ne dahil olan genç bir savaşçıydı” dedi ve şöyle devam etti:
O dönemde birçok cephede savaşçı ve ulusal mücadelesine Ketaib aracılığıyla devam etti. Ardından yaşamsal sebeplerle Katar’a göç etti. Daha sonra Lübnan’a geri döndü. Ailesi Kanada’ya giderken kendisi, Lübnan’a dönmekte ısrar etti. Yaşamına Lübnan’da devam etti ve ulusal mücadelesini Ketaib Partisi aracılığıyla sürdürdü.
Kısa bir süre önce de partinin genel sekreterliğine atandı. Partinin genel sekreterliği, parti başkanından sonraki en önemli pozisyonlardan biridir. Ketaib’in faaliyetlerini ve hareketlerini denetler, sahaya uzanır ve etkili faaliyetler yürütür.
Özellikle de Lübnan’ın tanık olduğu zorlu aşamada Ketaib Partisi açısından birçok başarıya ve partinin gelişimine katkıda bulundu. Necaryan, parti için büyük bir kayıp oldu ve yokluğunda, geriye büyük bir boşluk bırakacak.
Ketaib Partisi’nin tarihine de değinen Emin Cemayel, “Dostluktan başka yol yok” sloganının sahibi babası Piyer Cemayel’in çok dürüst bir insan olduğunu söyledi ve şöyle devam etti:
“Bazıları bunun, öznel olduğunu düşünüyor. Ketaib, fırsatçılık sisteminin dışındaydı. Ketaib Partisi liderlerinin yakın zamanlardaki eylemleri de bunun bir kanıtı oldu.
Onlar, birçok durumda kayırmacılığa karşı bir protesto eylemi olarak hükümetlerden istifa ettiler. Aynı şekilde ülkeyi yöneten bu cehennem sisteminde yerleri olmadığını ve onu değiştiremeyeceklerini düşünerek bakanlıktan ve savcılıktan istifa ettiler. Bu sistemden geri çekildiler. Devrimcilerin yanında yer aldılar.”
Cemayel: Yaşadığımız en büyük felaket Lübnan halkı ile yönetici sınıf arasındaki güven kaybıdır
Patlamanın yaşandığı Beyrut’un Lübnan ekonomisinin ekseni ve toplumsal, akademik yaşamın merkezi olduğunu hatırlatan Eski Cumhurbaşkanı, şöyle devam etti:
Ekonomi, mülkiyet, Lübnan para biriminin değer yitimi ve koronavirüs krizleri de dahil bugün tanık olduğumuz olaylardan önce, son yıllarda yaşadığımız en tehlikeli şey Lübnan’ın bugün yaşadığı tüm bu acıların temelini oluşturan gizli bir krizin varlığıdır. Bu kriz güven krizidir.
Güven kelimesinin, Lübnan’ın bugün yaşadığı her şeyi, daha doğrusu güvensizliği özetlediğini düşünüyorum. Politikacılar ve halk arasında çok büyük bir uçurum var. Lübnan’da siyasi performans son derece kötü. Yönetici kadro ve Lübnan halkı arasında uçurum var. Bu fark, uzun bir süre devam etti. Güvensizlik sonucunda Lübnan yönetimi arenada hiçbir yönetim unsuru olmayacak noktaya gelene kadar dağıldı.
“Çok küçük bir bütçeye sahip bir ülkede borçlanmanın aşama aşama 100 milyar doları aştığı bir düzeye ulaşana kadar kamu parası rastgele dağıtıldı”
Geçtiğimiz yıllarda Temsilciler Meclisi tarafından onaylanan milli bütçe, bazı neticeleri konusunda uyarmıştı. Harcamalar, gelirleri birçok defa aştı. Bütçe planlama yöntemi, felaketin başlangıcıydı.
Bu durum, yıllarca koşulların ciddiyetinin farkına varmadan gerçekleşti. Çünkü kamu parası, Lübnan’ın finansal, ekonomik ve toplumsal açıdan çıkarlarına hizmet eden ve menfaatlerini koruyan kamu bütçesinin asgari sınırının nerede yattığı konusunda herhangi bir farkındalık olmadan gelişigüzel dağıtıldı.
Çok küçük bir bütçeye sahip bir ülkede borçlanma, aşama aşama 100 milyar doları aşan bir düzeye ulaşana kadar kamu parası rastgele dağıtıldı. Lübnan büyüklüğünde bir ülke, bu borcu kaldıramazdı.
Ulaştığımız durumda geriye gitmek istemiyorum. Lübnan'da kişisel ve bencil çıkarlara daha yakın olan siyasi elitlerin bilinçsizliği dolayısıyla şu anda bocaladığımız koşulları yorumlamaya çalışıyorum.
Çünkü, Lübnan uluslararası ve bölgesel koşullarla yüz yüze geldiğinde, bunun yanında toplumsal ve ekonomik koşullar bozulduğunda bile yozlaşmaya ve kamu yararına yabancılaşmaya dayalı bir ‘müşteri’ sistemi kuruldu.
Lübnan, bütçe dengesizliğinin, kamu hazinesindeki ve maliyesindeki karışıklığın yansımasıyla başlayan birçok krize tanık oldu ve sarsıntı, özellikle bölgesel sıkıntılarla başladı.
Lübnanlı gurbetçilerin yurt dışından anavatanlarına gönderdikleri paralar ve Lübnanlı dostların ülkede ortaya koyduğu projelerle bütçe açığı telafi edilmeye çalışıldı. Tüm bunlar, kamusal mali kriz, diğer küresel ve bölgesel kaygılar nedeniyle sekteye uğradı.
Lübnan, Arap dünyasına, özellikle de Lübnan’a ‘değerli bir kardeş’ edasıyla yaklaşan Körfez ülkelerine açıklığıyla biliniyordu. Bu ülkeler, Lübnan’a para yatırıyordu. Siyasi, ekonomik ve toplumsal düzeyde hep Lübnan’ın yanında yer alıyorlardı. İhtiyaç duyulduğunda Lübnan’ı desteklemekte gecikmiyorlardı.
Cemayel: Lübnan’daki Hizbullah ve İran ekseni Körfez ülkelerinin düşmanı
Lübnan yönetiminin uyguladığı politikaların sonucu olarak Körfez ülkelerine düşmanlık beslendiğini söyleyen Emin Cemayel, “Lübnan, Körfez’in ‘düşman’ olarak nitelediği eksene dahil oldu” dedi ve ekledi:
Hükümetin tüm siyasi eylemleri ve tavırları, düşmanca olmasa bile, Lübnan’ın Körfez ile ilişkilerine, Lübnan’ın sözde direniş eksenine katılımına ve Arap ülkelerinde yayılma arayışında olan Şii hilal eksenine katılımına yansıdı. Tüm bunlar Lübnan’ın uluslararası ilişkileri pahasına oldu.
Lübnan’ın politikası, her zaman akıllıca ve tüm ülkelerle diyalog politikası çerçevesinde oluşmuştur. Son dönemde bu politika, Lübnan’da oldukça yüksek bir nüfuz barındıran İran’ın vesayetindeydi. Bu durum, Avrupa ve Arap ülkelerine karşı çekince veya düşmanlığa neden oldu.
Lübnan’ı kendisine destek ve yardım sağlayabilecek ilişkiler olmadan zor koşulara terk ettiler. Bu politikanın ekonomik ve sosyal düzeylerde ortaya çıkardığı krizleri daha sonra koronavirüs ve liman patlaması takip etti.
“Hizbullah ve İran’ın Lübnan üzerindeki vesayeti, krizlerin çözümüne engel oluyor”
“Bu durumdan kurtulma ihtimalinin olup olmadığı” şeklindeki soruya ise Emin Cemayel şu yanıtı verdi:
Öncelikle çöküşten kurtulmak için Lübnan’ın iradesini somutlaştıran ve güveni canlandıran bir ‘muhatap’ bulunması gerekiyor. Ne yazık ki bu eksen mevcut değil. Baskılardan dolayı bulması da zor.
Lübnan siyasi elitleri üzerinde İran’a yakın ve Hizbullah ile temsil edilen belirli bir ekibin vesayeti var. Zira Lübnan’da İran’a çok ama çok yakın bir cumhurbaşkanının seçilmesine yol açan siyasi bir uzlaşı sağlandı. Bu ekip, İran ve Hizbullah’tır.
Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın bu makama gelişine etkili şekilde katkıda bulundular. Peki bu çıkmazdan kurtulmak nasıl mümkün? Bu, şu anda cevabı olmayan bir sorudur.
Cemayel: Halk Lübnan kimliğine dönmek istiyor, artık yeter diyor
İyimser olunacak sebeplerin de olduğunu belirten eski Lübnan Cumhurbaşkanı, “Bizi iyimser kılan, Lübnan halkının Müslümanlar ve Hristiyanlar da dahil kuzeyden güneyden, sağdan soldan tüm gruplarla, Beyrut meydanlarında ‘kurtuluş ve Lübnan kimliğine dönüş’ çağrısı yapmak üzere toplandığı, Lübnan arenasında bir tür zihinsel karışıklığın ve olumlu şokun yaşandığı 17 Ekim 2019 halk hareketi oldu” dedi ve şöyle devam etti:
Bu durum, olumlu bir şok ve ‘Yeter!’ diyerek toplanan Lübnan halkı için büyük bir farkındalıktı. Lübnan’ı bulunduğu noktaya getiren bu egemen sınıfa karşı bir isyan başlatıldı.
Lübnan’a karşı suç işleyenlerin toplu şekilde yargılanması talep edildi. Çünkü yaşananlar, tam anlamıyla Lübnan halkına ve Lübnan’ın kaderine karşı bir suç. Bu ayaklanma, Lübnan halkı için bir umut kaynağı oldu, bunun bir fırsat olduğu düşünüldü.
“Bu siyasi sınıftan kurtulmanın tek yolu devrimci kitlelerin katıldığı seçimlerdir”
Eğer bu hareketleri seçime dayalı olarak sahaya yansıtabilirsek, bu kurtuluşun başlangıcı olacaktır. Bu yüzden erken seçim talep eden bazı politikacılar var. Bu doğru bir mantıktır, çünkü bu siyasi sınıftan kurtulmanın tek yolu, ayaklanan, devrimci kitlelerin katıldığı seçimlerdir.
Elbetteki yöneticiler nüfuzlarını, çıkarlarını ve kazanımlarını korumak için bu harekete karşı koymaya çalışıyorlar. Şu anda açgözlü egemen sınıf ile Lübnan’ı tökezlediği bataklıktan kurtarmaya çalışan ezici, dürüst ve şeffaf halk devrimi arasında bir mücadele var.
Cemayel: Türkiye’den beklentimiz Lübnan’da ulusal uzlaşı için çalışması ve Lübnan meydanlarındaki devrimin hedeflerini anlamasıdır
Emin Cemayel’e göre Lübnan’ın dostlarının, özellikle özgürlüğe, demokrasiye ve insan haklarına inanan ülkelerin, Lübnan’daki devrime yardımcı olma sorumluluğu var.
“Bu, Lübnan’ın işlerine hiçbir şekilde bir müdahale değildir. Diğer tarafın karşısında saf tutmak da değildir” diyen Cemayel “Aksine bu, Lübnan’a destektir. Bu durum, Ortadoğu için bir zorunluluktur. Bu nedenle Lübnan’ın dostlarının, Lübnan’ı bu girdaptan kurtarma sürecine katılmaları bir zorunluluktur” ifadelerini kullandı.
Lübnanlı siyasetçiye göre ülkesinin kurtuluşunda rolü olduğuna inandığı, bu konuyla ilgili görüşme daveti sunduğu Lübnan’ın dostları arasında Türkiye de mevcut.
Türkiye’nin Lübnan’ın dostu olduğunu, kendisinin de Türkiye’deki liderle dostane bir ilişkiye sahip olduğunu söylen Cemayel, şöyle devam etti:
Türkiye’yi defalarca ziyaret ettim. Türk yetkililer de Lübnan’a defalarca ziyarette bulundular. Ketaib Partisi ile AK Parti arasında iyi bir ilişki var ve Türkiye’nin Lübnan’da olumlu bir rol oynayacağını umuyoruz.
Türkiye’nin, şuan bir nüfuz hedefi var. Bu hedefin nereye kadar ulaşacağını, özellikle Lübnan gerçeği açısından bağlantısını ve bunun Türkiye’nin Suriye konusundaki pozisyonuyla ilişkisini merak ediyoruz.
Türkiye-Lübnan ilişkilerinin bir yandan ikili ilişkilere hizmet edecek şekilde gelişmesini ve Türkiye’nin Lübnan’ı kurtarmak için çalışmasını umuyoruz.
İşbirliği dolu uzun yıllar boyunca Türk Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar ile olan tecrübelerime dayanarak, bu işbirliğinin devam etmesini umuyoruz.
Bazıları Türkiye’nin bölgesel politikasının genişleyici olduğuna inanıyor. Ancak Lübnan’da bu bizi ilgilendirmiyor. Lübnan’da bizi ilgilendiren şey, Türkiye ile ilişkilerimizin Lübnan’ı doğru yöne itmek için genişlemesi, Türkiye’nin Lübnan’da ulusal uzlaşı için çalışması ve Lübnan meydanlarındaki devrimin hedeflerini ve ulusal düzeydeki misyonunu anlamasıdır.
Böylelikle Lübnan kurtarılabilir ve Lübnan, Türkiye ile kadim dostluğuna geri dönebilir. Bu durum, her iki ülkenin de çıkarına olacaktır.
“Osmanlılar, Lübnan’daki çoğulculuğa saygı duydu ve Hristiyanlara özerklik tanıdı”
Türkiye ile ilişkilerin tarihi kökenini hatırlatan eski Cumhurbaşkanı Cemayel, Türkiye’nin Hristiyanlara ‘Lübnan formülünün’ belirginleşmesine yardımcı olacak bir atmosfer sağladığını belirtti:
Osmanlı döneminde Hristiyan bölgesi, özellikle de Cebel-i Lübnan, özerkliğini koruyan ve yöre halkının temsilcileri tarafından yönetilen bir bölge olarak kaldı.
Lübnanlıların saygınlığı ve bir çoğulculuğu vardı. Türkiye, bu coğrafyada saygı duyulan ve tanınan yerlerin açığa çıkarılmasına katkıda bulundu ve bu yerlere, Osmanlı egemenliğinde bir tür özerklik sağladı.
Lübnan, Osmanlılarla başlayan bu formülde bu tür bir işbirliği ve anlaşmayı öğrenmiş oldu. Suriye veya diğer ülkeler, bu özerkliğe ve toplumsal çoğulculuğa sahip değildi. Bu durum, egemen Lübnan formülünün oluşumuna kademeli olarak katkıda bulunan son derece olumlu bir noktaydı.
“Patlamadan haftalar önce tehlikeyi bildiğini, ama başa çıkmak için bir adım atmadığını kabul eden bir Cumhurbaşkanımız var”
Beyrut patlaması hakkında gerçeklerin ortaya çıkmasını umduklarını ancak büyük umutları olmadığını söyleyen eski Lübnan Cumhubaşkanı, en üst düzeyin büyük sorumluluk alması gerektiğini vurguladı ve devam etti:
Gerçeğin ortaya çıkmamasından ve patlamadan sorumlu olmayan yetkililerin günah keçisi ilan edilmesi için soruşturmaya baskı yapılmasından korkuyorum.
En üst düzeylerde sorumluluklar gerekiyor. Dışarıdan bazı tarafların suçlu olup olmadıklarını, sadece insani hatanın olup olmadığını ve ne ölçüde sorumlulukların bulunduğunu bilmiyoruz. Ama hiç şüphe yok ki bu büyüklükte bir trajedi, küçük yetkililer üzerine yüklenemez. Ülkedeki büyük liderlerin ve şu ya da bu şekilde iktidara ortak partilerin sorumluluğu var.
Patlamadan haftalar önce tehlikeyi bildiğini, ama afetle başa çıkmak için herhangi bir adım atmadığını, ciddi bir tehlike olduğu konusunda resmi olarak bilgilendirildiğini, ama o dönemde herhangi bir adım atmadığını kabul eden bir Cumhurbaşkanımız var.
O ve Başbakan, parmağını bile kıpırdatmadı. Açığa kavuşturulması gereken sorumluluklar var. Soruşturmanın ikincil düzeyde kalacağından ve bu felakete yol açan nedenlerin ön saflarındaki sorumluluların göz ardı edileceğine dair şüphem yok ve bundan endişeleniyorum.
“Beyrut Limanı’ndaki patlamadan Hizbullah’ın sorumlu olduğunu ortaya çıkabilir”
Patlamanın Hizbullah ve mevcut Cumhurbaşkanı Mişel Avn liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) arasındaki ittifakı hedef aldığı yönündeki iddiaları ise Cemayel şöyle yanıtladı:
Patlama, bu düşüncenin ötesine gidecek kadar trajik. Hiç şüphe yok ki soruşturma, bu patlamadan Hizbullah’ın sorumlu olduğunu ortaya çıkarabilir. Ancak patlamanın Hizbullah ile ÖYH arasındaki ittifakı hedef aldığına dair yoruma önem vermiyorum.
Cemayel: Mahkeme ister bir, ister 10 kişi isterse 100 kişi olsun sonuç, Hizbullah’ı sorumlu tutmaktadır
Patlamanın, Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi’nin eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin suikastına dair kararını açıklamasından birkaç gün önce meydana geldiğinin hatırlatıldığı Emin Cemayel konuyla ilgili şunları söyledi:
Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi’nin Hariri suikastı davasında verdiği karardan sonra birçok Lübnanlı hayal kırıklığı yaşadı.
Ancak bu karar, istenen sonuca yol açtı. Kararın, yararsız olduğunu veya yasal düzeyde bir etkisi olmadığını düşünmüyorum. Bu kararın, Hizbullah liderlerinden birine karşı bir karar olduğunu unutmadık. Bu çok açık. Mahkeme ister bir, ister 10, isterse 100 kişi olsun sonuçta Hizbullah sorumlu tutuluyor.
Bu kişinin Hizbullah’ta üst düzey bir yetkili olduğu açıktır. Herhangi birinin bu suikastın bireysel bir eylem olduğunu düşünmesi de mantıksızdır.
Mahkeme kararı ana suçluyu işaret etti. Faili meçhul değildi. Bazı kişiler, 5, 10 ya da 100 kişi hakkında hüküm vermek istiyordu. Ancak sayıya bakılmaksızın sorumluluk açıktır. Üst düzey bir Hizbullah yetkilisi hakkındaki karar, gerçek şüphelerin varlığını kanıtlamak için yeterlidir.
Hüküm, Suriye veya Hizbullah aleyhine verilmediyse ve bu kişiyi bu eylemi yapmaya iten etkenler hakkında konuşuyorsak, gerekçeler açıktır. Bu suça iten gerekçelerin, Hizbullah ve Suriye’nin çıkarına olduğu kanıtlandı.
“Lübnan, yeni bir iç savaşa girmeyecek”
Beirut Patlaması sonrası yeni bir iç savaş olup olmayacağı şeklindeki soruya ise Emin Cemayel şöyle yanıt verdi:
Yeni bir iç savaş yaşayacağımızı sanmıyorum. Bir Fransız atasözü şöyle der: Savaş durdu çünkü savaşçı yoktu.
Hizbullah’ın Lübnan’da silaha sarılacağını da bunun onun çıkarına olduğunu da düşünmüyorum. Yeterli düzeyde silahı olmasına rağmen bu, siyasi çıkarına ters düşer. Zira kendi şartlarında iç uzlaşı ve ulusal birlik hükümetlerinin oluşumunu istiyorlar.
Aynı şekilde karşı tarafın da 1970’lerde olduğu gibi iç savaşa girmek için silahı bulunmuyor. Ama en tehlikeli şey, kaostur: Ülkeyi yöneten sorumlu bir otoritenin bulunmamasıdır.
Kaos, iç savaştan daha tehlikelidir. Bir iç savaş durumunda uzlaşı ve ateşkes olasılığı vardır. Özellikle çözüm bulmak ve sorunu düzeltmek için müzakere edebilecek muhatap olmadığında kaos, iç savaştan daha çok korkutuyor.
Buradaki soru şu: Halk hareketi, aranan kurtuluşu elde etmek için kabul edilebilir bir ulusal muhatap olarak kendini ne ölçüde dayatabilir? İlk adım, bu ekseni bulmaktır.
“Şam rejimi Taif Anlaşması’nı hedeflerinden saptırdı”
1989’da Suudi Arabistan’da imzalanan ve Lübnan iç savaşını sona erdiren, ülke siyasetinin son 30 yılını inşa eden önemli dönüm noktası konumundaki Taif Anlaşması’nı ve sonrasındaki süreci de değerlendiren Lübnanlı siyasetçi şunları söyledİ:
Taif Anlaşması’na tüm minnettarlığımla söyleyebilirim ki anlaşmanın birçok avantajı olduğuna şüphe yok.
Aynı şekilde 1970’li yıllardaki Lübnan-Filistin çatışması krizini de sonlandıran Suudi Arabistan, şükrettiğimiz bir Suudi girişimi ortaya koydu.
Ancak o dönemde Taif Anlaşması’na yol açan müzakerelere yönelik baskılar, Taif Anlaşması’nı gerçek hedeflerinden saptırdı. Bu anlaşmanın ilkesini takdir etmekle beraber süreçte sapma meydana geldi.
Taif Anlaşması’nı bir İncil ve bir Kur’an olarak gören bazı Lübnanlı grupları kışkırtmak istemiyorum. Ama o dönemde Şam rejimi, anlaşmayı gerçek hedeflerinden saptırmayı başardı ve reform adı altında bazı hükümler getirdi. Lübnan kurumlarının faaliyetlerini kontrol eden kurumları dağıttı ve o tarihten itibaren, Lübnan yönetimi normal seyrinden sapmaya başladı.
Bazı denetim kurumlarını da ortadan kaldırdı. Örneğin Merkezi Denetim’in, artık hiçbir etkisi ve faydası kalmadı. Aynı şey Genel Denetim Bürosu için de geçerli. Lübnan devletinde yıkılmaya yüz tutmuş temel kurumlar var. Bu durum, yönetimde yolsuzluk ve zayıflığı kolaylaştırdı.
Bugün ise bu parçalanmanın bedelini ödüyoruz. Lübnan yönetimi dağıldı, anayasayı ve insan haklarını koruyan kurumları sarsıldı. O tarihten itibaren siyasi atmosfer kötüleşmeye, vatandaşlar da kurumlara ve yöneticilere olan güvenini kaybetmeye başladı.
Bu yüzden konuşmama, asıl sorunun güven kaybı olduğunu söyleyerek başladım. Lübnan’ın sosyal ve ekonomik arenasında anayasayı, ekonomik ve toplumsal durumu, insan haklarını ve istikrarı koruyan kurumlara yönelik güven sorunu, bu güvenin kaybolmasından etkilendi. Bu durum, Lübnan yönetiminin ve düzenleyici kurumların dağılmasının bir sonucuydu.
Anayasa olarak kabul ettikleri Taif Anlaşması’na dayanan bir siyasi ekibin gelişinin de bir sonucuydu. Kamu yararını güvence altına alan vicdanları ya da vatanseverlikleri yoktu.
Yaptığı iş çerçevesinde hareket eden her bakan veya yetkili, Lübnan yönetiminin kamu çıkarını ve işleyişini temsil ediyorlarmış gibi, “yasaklayıcı” bir pozisyon haline geldi. Bu insanlar hiçbir zaman yönetimden, şeffaflıktan veya kamuoyundan endişe duymadılar. Sonuç olarak ise son zamanlarda tanık olduğumuz, kurumlardaki zayıflama meydana geldi.
The Independentturkish