Mahkeme ‘ben karar vereyim istinaf yanlışsa bozsun

İstinaf ‘ben karar vereyim Yargıtay bozsun’

Mahkeme ‘ben karar vereyim istinaf yanlışsa bozsun


Barış Terkoğlu

Osman Kavala’nın 6 buçuk saati

Siz hiç tahliye oldunuz mu? Ben bir kez oldum. Mahkeme kararları yüzümüze okunmuyordu. Hücredeki televizyonda gördüm. İlk içimden geçen, şimdi ardımda bıraktığım insanlar ne olacak endişesiydi. Birlikte son kez kahve yaptık. Belki bir daha görüşemeyiz diye “bundan sonra” ile başlayan cümleler kurduk. Kahve bitmeden kapı açıldı. Görevliler “Hadi” diyordu.

Hepimiz bürokrasiden şikâyet ederiz. Ama Türkiye’de tahliye kadar hızlı bürokrasi görmedim. Mahkeme, kararı bilgisayar sistemine yükler. Cezaevi sizi hemen kapının önüne bırakır. Artık dışarıda olması gereken adamın sorumluluğunu kimse almak istemez. Devlete bir yudum su, bir lokma yemek yükü olmanız uygun bulunmaz.

İnsanın gözü dünyayı, kendi yaşamının izin verdiği kadar görüyor. Salı günü Gezi davasından sonra ilk bunu gördüm. Beraat kararı 14.47’de okunmuştu. Neredeyse saat akşam 9 olduğu halde Osman Kavala halen cezaevinden çıkmamıştı. Bir süre sonra gözaltı haberi geldi. Benim aklımda ise o soru vardı: O 6 buçuk saatte neler oldu?

Bakan’ın son bir haftadaki mesajları

Biraz geri gidelim mi?

Hayır, hayır! Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ile Pelikancılar arasındaki kavgayı zaten bu köşede defalarca okudunuz. Bir ucu İstanbul Grubu denen yapıyla çekişmeye, bir ucu Ankara’da HSK’deki bazı isimlerin tasfiyesine, bir ucu Antalya’da Cumhurbaşkanı avukatlarının karıştığı skandallara uzanan gerilimler biliniyor.

Bu kadar değil...

Kimilerinin “güvercin” saydığı Adalet Bakanı, sürekli yargıdaki bazı “şahin” pratikleri eleştirmesiyle gündeme geliyor.

Bu hafta da pek farklı olmadı. Adalet Bakanı birkaç günde peş peşe mesajlar verdi.

Yeşil pasaportu verdik, her ülkeye avukatlar gidebiliyor ama bugün adliye koridorlarında ‘ben hâkim, savcı hatta kaleme ulaşamıyorum’ diye şikâyet geliyorsa atmamız gereken adımlar var demektir.”

“Millet olarak beklentimiz savcı önce kendisi ikna oluyorsa delille bulguyla, o vatandaş hakkında dava açsın. Savcı ‘ben açayım mahkeme karar versin’, mahkeme ‘ben karar vereyim istinaf yanlışsa bozsun’, istinaf ‘ben karar vereyim Yargıtay bozsun’ diyerek vatandaşı ve ceza adaleti duygusunu incitmek kimsenin hakkı değildir.”

“Adalet bir sayı ve skor işi değildir. Kaç dava açtığımız, kaç dosyayı karara çıkardığımızdan daha önemli olan adaleti ne ölçüde gerçekleştirdiğimizdir.”

Bakan’ın kendi dukalığını kurduğunu düşündüğü kimi mahkemelerden, savcılıklardan şikâyet ettiği belliydi. Sözlerin özellikle İstanbul’da kimi yerlere gittiği de. Adliyede son 4 yıldır “bazı seçilmiş avukatlar” dışında avukatların giremediği katlardan, delilsiz yazılan iddianamelerden, toptan verilen kararlardan, içine zehir bulaşmış dosyalardan bahsediliyordu.

Pek çok kişiye göre, salı günü çıkan beraat ve tahliye kararı, Adalet Bakanı’nın yarattığı atmosferin sonucuydu.

Öyle ya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını dikkate almayan, Kavala’yı iki yıldan fazla süredir tutuklu yargılayan mahkemeden böyle bir kararın çıkacağına sanıklar bile inanmıyordu.

İşte o 6 buçuk saatlik tuhaf olaylar bundan sonra başladı. 

6 buçuk saatte hazırlanan çözüm

Anlatılan odur ki, kimi savcıların telefonlarının pilleri bitti. Tahliye edeceklere “bekleyin” telefonları edildi. Karar çıktı ama “nasıl içeride tutarız” müzakereleri yapıldı.

Çok da düşünmeye gerek kalmadı. Tek bir çözüm bulundu.

Osman Kavala hakkında 2017 yılında açılmış ama iddianamesi hazırlanmamış bir soruşturma daha vardı. Kavala o soruşturmada da daha önce, 1 Kasım 2017’de tutuklanmıştı. Soruşturma gizli yürüdüğü için içeriğini bilmiyoruz. Ancak 11 Ekim 2019 tarihinde savcı Yakup Ali Kahveci bir karar verdi. “Tutuklama tedbirinin devamının artık ölçülü olmayacağı değerlendirildiğinden, tutuklama tedbirine gerek bulunmadığı anlaşıldığından” diyerek mahkemeye bile çıkarmadan, hakkında resen tahliye kararı yazdı.

İşte 4 ay önce bizzat soruşturma savcısının serbest bıraktığı Kavala, Gezi davasından beraat edince hakkında bu dosyadan gözaltı kararı verilmesi kararlaştırıldı.

Birkaç saatte yeni delil mi bulunmuştu? Bir eylem hazırlığı mı vardı? Elbette ki hayır.

Yargının kimi mensupları, “hukuka nasıl ulaşırız” formülünün peşinde değildi. Bir şahsı nasıl tutuklar da “yukarıdan eli sırtımızda olanları” memnun ederiz diye düşünüyorlardı. Tablo “biz bu filmi bir yerde görmüştük” dedirtiyordu.

Adalet Bakanı’nı değiştirmek istiyorlar

Öyle görünüyor ki bu olaydan sonra birilerinin cebindeki “yeni Adalet Bakanı” kartları yeniden karıştırılmaya başlanacak. Biri Saray’da, biri önemli davalarda, biri partide olan hukukçuların kulakları çınlatılacak. 

Hep Soros’u tartışıyoruz ya...

Yakın döneme kadar Soros’un fonladığı Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulu başkanı Can Paker’di. Yine Soros destekli TESEV’in başında da o bulunuyordu. Kendi anılarında anlattığına göre Paker ile Kavala’nın yolları FETÖ meselesinden ayrıldı. Zira Kavala ve arkadaşları FETÖ kumpaslarına karşı tavır almıştı. Paker ise Pensilvanya’da yüz sürdüğü Gülen’in hızlı bir destekçisiydi. Hadi, “Gezi” diye tartıştık da, şimdi Kavala’yı yeniden gözaltına aldıkları soruşturmanın konusu 15 Temmuz FETÖ darbesi. Bugün Pelikancıların yalısında siyaset dersleri veren Paker, kendi anılarıyla Kavala lehine tanık olur mu?

Bilmiyorum, merak da etmiyorum.

Benim merak ettiğim daha başka...

Pelikan medyası günlerdir “CHP, RAND, rapor, asker, darbe” kelimeleri geçen haberler yapıyordu. Haliyle herkes onların rüzgârıyla “hayali darbe”yi tartışıyordu. Ortalık karıştıktan günler sonra dün Cumhurbaşkanı çıktı ve “böyle bir şeye siz inanıyor musunuz? Bunlar tamamen bir kumpanya” dedi. İşte şaşırdığım bu. Nasıl oldu da tam da yeni partileri ya da siyasi ayakları konuşurken, Erdoğan yıllar sonra bir anda “darbe, Gezi, CHP, FETÖ, Esad...” tablosunun karşısına kendisini yerleştirebildi. Hareketinin parçalarını kendisinde toplayabildi.

Yaratıcılık mı, şans mı, lütuf mu?

Bu tabloda unutmamamız gereken başka. Hukuk, dostlarımız geldiğinde dolaptan çıkaracağımız zeytinyağlı dolma değildir. Düşmanlarını dahi tartabilen zamansız ve hassas bir terazidir. Cumhuriyetin en kalın kolonu, yurttaşlara eşitliği hatırlatacak örtüdür. 

Cumhuriyetin kurumlarını mahkemelerle sakatladılar. Yeniden kuruluş belki mahkemelerde değil ama kuşkusuz mahkemelerle olacak.

 

BARIŞ TERKOĞLU / CUMHURİYET