Mehmet Ocaktan Mahallemizin duvarlarını yıkabilecek miyiz?

Unutmayalım ki demokrasi öncelikle bir tahammül rejimidir.

Mehmet Ocaktan Mahallemizin duvarlarını yıkabilecek miyiz?




Mehmet Ocaktan

Mehmet Ocaktan

Mahallemizin duvarlarını yıkabilecek miyiz?

Eğer muhalefet büyük hatalar yapmazsa, iktidar da artık alışkanlık haline getirdiği hatalarına devam ederse erken ya da zamanında yapılacak bir seçimle birlikte Türkiye’nin alaturka sistemden kurtulacağı yeni bir döneme adım atması güçlü bir ihtimal olarak ortaya çıkmış bulunuyor. Muhtemelen Cumhur İttifakı’nın bileşenleri de hikayenin sonuna yaklaştıklarını görüyor olmalılar ki telaşla yeni çılgınlıklara imza atmaya devam ediyorlar.

Biliyoruz ki Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen alaturka sistemde siyaset de, medya da büyük yara aldı, dahası bütün Türkiye çok şey kaybetti.

İşte tam da bu yüzden özellikle gazetecilik yapmayı önceleyen medya kuruluşları büyük baskılara maruz kalıyorlar, ekonomik olarak da adeta mucizelerle ayakta kalmaya çalışıyorlar. Belirtmek gerekiyor ki bütün bu olumsuz şartlara rağmen gazetecilik adına önemli bir hikaye yazılıyor.

Şu anda konvansiyonel medyanın yüzde 90’ı doğrudan iktidarın kontrolünde ve birlikte çalışıyorlar. Ama hiçbirinin toplumda bir karşılığı yok. Bir dönem amiral gemisi olarak anılan televizyonlar ve gazeteler, hem habercilik hem de ekonomik değer olarak çöp olmuş durumdalar.

Evet şu anda Türkiye çok önemli bir değişimin Arafe’sinde bulunuyor. İnanıyorum ki içinde bulunduğumuz bu sistem aynı zamanda hem siyasi hayatımıza, hem de medyamıza çok önemli tecrübeler kazandıracaktır.

Ancak hemen hatırlatmakta yarar var; umarım bugün yaşanan tecrübeler bir empati kültürünün gelişmesine de önemli bir katkı sağlar.

Unutmayalım ki Türkiye’de, AK Parti iktidarı öncesinde de özellikle dindar kesimler açısından ciddi sıkıntılar yaşandı. O günlerde e-muhtıralara, 367 garabetine övgüler dizen, 28 Şubat’ın yasakçı uygulamalarını kutsayan yazarların, gazetecilerin antidemokratik tavırlarını yok sayamayız. Bu çerçevede, şimdilerde özellikle solun Ortodoks kesimlerinde geçmişte yaşananları görmezden gelerek yeni oluşacak Türkiye’nin sadece kendi mahalleleriyle sınırlı olacağı gibi bir duygu kabarması var ki bu endişe verici.

Kuşkusuz bugüne kadar demokratik değerlere mesafeli duran ulusalcı ve Ortodoks solun bu ‘benmerkezci’ tavrını, CHP’de önemli bir değişimci çizgiyi hakim kılmaya çalışan Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni stratejisiyle birlikte değerlendirmek mümkün değildir. Ancak bu değişime ayak uydurmakta zorluk çeken bir kesimin var olduğunu da bir yere not etmekte yarar var.

Oysa önemli olan hem geçmişteki olumsuz hatıraları, hem de AK Parti iktidarının tahribatlarını unutmadan, sağlıklı bir empati yaparak yeni dönemde uzlaşı kültürünün hakim olduğu bir toplumsal iklimi oluşturabilmektir.

Bunun da yolu, ideolojik mahallelerimizin duvarlarını yıkarak bu ülkede birlikte yaşama konusunda hem medya, hem de siyaset olarak güçlü bir irade ortaya koyabilmektir.

Eğer gerçekten demokratik bir Türkiye arzu ediyorsak bu iradeyi göstermek zorundayız. Unutmayalım ki demokrasi öncelikle bir tahammül rejimidir.

Eğer bu atmosfer değiştikten sonra da yeniden kendi mahallelerimize dönüp birbirimize ateş etmeye devam edeceksek, bilelim ki adı ister parlamenter, isterse başkanlık olsun birlikte yaşayabileceğimiz bir Türkiye iklimi oluşturmak asla mümkün olmayacaktır.

Esasen bütün bir topluma ağır bedeller ödeten bu “Türk tipi” rejim ortamında Türkiye aynı zamanda çok önemli bir tecrübe kazanıyor. Eğer düzgün bir parlamenter sistem inşa edebilirsek, tıpkı Batı demokrasilerinde olduğu gibi bizde de koalisyon kültürü anlamında değerli kazanımlar elde edeceğiz.

Zira muhalefeti oluşturan demokrasi ittifakı, bugün Türkiye’nin temel sorunlarını birlikte oturup konuşuyorlar, tartışıyorlar ve çözüm adımları atıyorlar. İşte bu tecrübe, yeni oluşacak parlamenter sistemde demokratik yönetim zihniyeti açısından çok önemli bir model olacaktır.

Eğer birlikte konuşma, tartışma kültürünü demokratik bir geleneğe dönüştüremezsek, bilelim ki ‘rövanşizm’ hastalığından da kurtulamayacağız demektir.

Maalesef bizim siyasi tarihimiz ‘devri sabık’ anlayışıyla malul durumdadır. Çok partili hayata geçtiğimiz yıllardaki rövanşizm hastalığını unutmayalım. Bilindiği gibi o yıllarda CHP-DP arasında yaşanan bu hastalık yıllarca Türk siyasetini esir almıştır. Ne yazık ki halen de bu duygudan kurtulabilmiş değiliz.

MEHMET OCAKTAN / KARAR