Menderes darbeyi önceden bildiren ihbar mektubunu okumuş ve “Çocuk işi lâflar. Beni mi asacaklar?” demiş!
TORUNUNUN YAZDIKLARI
Önceki gün, 1960’ın 3 Mayıs’ında İstanbul’un hem Belediye, hem de Demokrat Parti İl Başkanı olan Kemal Aygün’e gönderilen ve 27 Mayıs darbesini önceden haber veren bir mektubu yayınladım.
Bugün Ankara’da, Devlet Arşivleri’nde muhafaza edilen mektubu Demokrat Parti’nin Trakya’daki bazı teşkilâtlarını kuran ve 1960 Mayıs’ında Anadolu Sigorta’nın Yönetim Kurulu Başkanı olan Dr. Sezai Feray yazmıştı. Dr. Feray, Cumhuriyet Halk Partisi’ne yakın bir grubun Şişli’de bir evde toplandığını, toplantıya katılan “Münir Bey” adındaki eski bir CHP milletvekilinin “6 Mayıs’ta mutlak iktidara geleceğiz, kan dökülmeyecek, yalnız Celâl Bayar ve Menderes dahil olmak üzere beş kişi öldüreceğiz” dediğini söylüyor ve haberi yetkililere ulaştırma imkânı bulamadığı için Kemal Aygün’ün yardımını istiyordu.
Dr. Sezai Feray’ın yazdıklarının tam metnini de verdikten sonra “Mektubun muhataplarına ulaşıp ulaşmadığı konusunda hiçbirşey bilmiyoruz. Bu hususta arşivlerde yahut Yassıada zabıtlarında bir kayda tesadüf edilmemesi ve Demokratlar’ın yazdıklarında herhangi bir malûmata rastlanmaması Celâl Bayar’ın veya Adnan Menderes’in bu mektuptan haberdar olmadıklarını gösteriyor” demiş ve “Demokrat Parti ihbarın üzerine gitseydi 27 Mayıs faciası acaba önlenebilir miydi?” diye sormuştum.
Meğerse, Celâl Bayar da Adnan Menderes de mektuptan haberdar edilmişler fakat Menderes ihbarı önemsememiş, Bayar ise derhal ciddîye almıştı ama bir netice elde edilememişti!
TORUNUNUN YAZDIKLARI
Bu bilgiyi mektubun gönderildiği kişinin; yani İstanbul’un hem Belediye, hem de Demokrat Parti İl Başkanı olan Kemal Aygün’ün torunu Mehmet Ali Bayar’dan aldım. Yazımın yayınlanmasından sonra bana bir mail gönderen Mehmet Ali Bayar dedesinin hem Celâl Bayar’ı, hem de Adnan Menderes’i mektuptan derhal haberdar ettiğini yazıyor ve hadisenin tamamını şöyle anlatıyordu:
“Dün yayınlanan yazınızla alâkalı olarak bu mektubu kaleme aldım, izninizle dikkatinize takdim ederim. Bu kadar önemli bir tarihi belgeyi gün ışığına çıkarıp, bu açıklamayı yapma imkânı sağladığınız için de ayrıca teşekkür ederim. Yazınızda mevzubahis mektubun varlığı doğrudur, hasbelkader bendeniz de bundan haberdarım.
Rahmetli dedem, annemin babası Kemal Aygün malumâliniz o tarihlerde İstanbul’un seçimle işbaşına gelmiş ilk Belediye Reisi ve Demokrat Parti’nin son İstanbul İl Başkanıydı. Daha önce de Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlükleri, iki defa Emniyet Umum Müdürlüğü ve iki defa da Ankara Valiliği ve Belediye Başkanlığı vazifelerinde bulunmuştu. Rahmetli babam Dr. Nuri Bayar da kendisinin Belediye Başkanlığı ve DP İl Başkanlığı sırasında Belediye Encümen İkinci Başkanı ve Demokrat Parti Beşiktaş İlçe Başkanıydı ve hem Kemal Bey’le hem merhum Menderes’le çok yakın çalışırlardı.
Bahsettiğiniz mektubu da, hadiseyi de yıllar sonra dedemden mutâdı olduğu üzre mahdut ölçüde, ama babamdan daha tafsilatlı dinledim. Zaten “Dokuz Subay Olayı” da meraklıları tarafından iyi biliniyordu. Mahkemelerde konuşulmamasının nedeni, mektubun hiçbir zaman ihtilâlcilerin veya savcıların eline geçmemiş veya geçmiş olsa da zamanında tasnif edilmemiş olmasından olsa gerektir diye düşünürüm.
Zira, hikaye şöyle:
Dedem, bu mektup eline ulaştığında, devlet tecrübesi ve emniyetçilikten neş’et eden refleksiyle hemen teyakkuz durumuna geçip sağı solu soruşturuyor, mektup sahibini ve iltisaklarını araştırıyor ve hemen merhum Başbakan Adnan Menderes’i bilgilendiriyor. Dedem bunu anlatırken sadece, “Adnan Bey bana, ‘Kemal bilmiyor musun, bu ihbarlar hergün önümüze geliyor, bunlar çocuk işi lâflar, ben bir başbakan olarak bu kahraman ordu için herşeyi yaptım, beni mi asacaklar? dedi, hattâ ‘Kemal sen hep tabiatın icabı evhamlısın, mesleğin bu, merak etme herşey kontrol altında’ diyerek beni yatıştırdı” demişti. Birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Bayar’ın İstanbul’a gelişi sırasında bu defa Vilayet’te kendisine açıyor meseleyi. Bayar, “Bu önemli bir ihbar, mektup nerede?” diyor. Dedem de “Başvekile verdim” -veya bilgisini verdim de olabilir- diye cevap verince, “Bundan sakın kimseye bahsetme, ben hemen vaziyet edeceğim” diyor. Hemen yaverine “Ankara’ya döner dönmez Adnan Bey ve Genelkurmay Başkanı Erdelhun Paşa bana bir ziyarette bulunsunlar” diye talimat veriyor.
Dedemin de babamın da bu mektubun âkıbetiyle ilgili son malûmatları bu kadardı. Bundan yaklaşık üç hafta sonra da maalesef 27 Mayıs darbesi gerçekleşiyor. Sonra Yassıada Mahkemeleri’nde de bu konu açılmıyor. Bayar ve Menderes’in bu konuda, kendisi de Yassıada’ya gönderilen ve idamla yargılanan Erdelhun Paşa’yı bilgilendirip, aslını astarını araştırmış olmaları muhakkaktır. Ancak, sizin de yazınızda belirttiğiniz gibi, o tarihlerde bir darbe olacağına ilişkin ihbar ve söylentilerin ardı arkası kesilmiyordu ve birçoğu da Dokuz Subay Olayı gibi değerlendirilmişti. Bugün aktarılanlardan anladığımız, hatırattan dinlediğimiz kadarıyla, Demokrat Parti yönetimi seçimle işbaşına gelmiş ve kısa bir zaman sonra yeniden seçime gidecek bir iktidarın yakın çalıştıkları askerlerce bir darbeye maruz kalabileceğine ihtimal vermiyordu.
Bu vesileyle, Türkiye tarihinin en yanlış ve en hazin hadiselerinden olan 27 Mayıs darbesinin yıldönümünde darbeleri ve darbecilere ilişkin değerlendirmeyi milletimizin vicdanına, yüksek takdir ve ferasetine havale ediyor, merhum şehitlerimiz Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’yu, merhum Celal Bayar’ı ve Demokrat Parti”nin ebediyete intikal etmiş bütün mensuplarını rahmetle anıyorum”.
MURAT BARDAKÇI / HABER TÜRK