Mesut Hançer’in kurtarılamamış 15 yaşındaki kızı Irmak’ın eli bu.
Enkazın altındaki kızının cansız elini tutan babanın yüzündeki hüzn
Enkazın altındaki kızının cansız elini tutan babanın yüzündeki hüzne bakarken düşündüklerim…
Bu depremden zihnime takılı kalacak fotoğrafı biraz önce bugünkü Guardian gazetesinin ilk sayfasında gördüm ve siz de göresiniz diye o fotoğrafı bu yazının girişine koydum. Dondurucu soğukta, enkaz önünde öylecene oturan bir adam fotoğrafı bu. Adamın delici bakışları dikkat çekiyor, ama yine de tek başına birinin öyle bir pozu ilk bakışta anlamsız kaçıyor.
Ancak dikkatli bakınca, adamın enkazın içine doğru uzattığı eli içerisinde bir başka elin varlığı fark edilebiliyor.
Depremden sağ kurtulmuş Mesut Hançer’in kurtarılamamış 15 yaşındaki kızı Irmak’ın eli bu.
Mesut Hançer’in bu fotoğrafı zihnimde herhalde uzun yıllar kalacak…
Felaket büyük.
Marmara depremi 7.4 şiddetindeydi, arka arkaya gelen Kahramanmaraş merkezli iki depremden biri 7.7, diğeri 7.6 şiddetinde. 23 yıl önceki depremden bu iki deprem 0.3 ve 0.2 puan daha şiddetli.
Oysa o küçük küsurata aldanmamak gerekiyor: Aralarında 23 yıl fark bulunan depremlerin ikincisi ve üçüncüsünün şiddeti ilkinin belki 10 misli, belki çok daha fazla.
Herhalde konunun uzmanları bile, beklenen depremin bu şiddette ve kısa arayla iki kez vuracağını hesapta zorlanmışlardır.
Bir, dünyanın ülkemizi -ve bu arada Suriye’yi de- vuran depremi duyar duymaz anında verdiği tepkiyi, yabancı ülkelerin derhal gönderdikleri arama-kurtarma konusunda uzmanlaşmış ekipleri ile insanları enkazdan canlı çıkarmada yardımcı olmak üzere eğitilmiş köpeklerini düşünün, bir de, üzerinden 36 saat geçtikten sonra bile depreme maruz kalmış 10 ilden yükselen “Arama-kurtarma ekipleri nerede?” çığlıklarını…
Olağanüstü hal (OHAL) ilanında bile 36 saat gecikildi.
Halbuki ‘depremde ilk yapılacaklar listesi’nde en başta yer alması gerekirdi OHAL ilanının…
Vatandaşlar görevlerini yapmada yarışta. Dün bir yakınım, uğradığı kan merkezinde, kan vermeye koşanların merkezin kapasitesini aşan ilgisinin yoğunluğuyla baş edilemediğini gözlemledi.
Kan bağışı, malzeme bağışı, erzak bağışı, giyim-kuşam bağışı, nakit bağışı… Herkes bir şeyler vererek felaketin daha az hissedilmesini sağlamaya çalışıyor.
Yardımlar zamanında ihtiyaç sahiplerine ulaşıyor mu?
Enkaz kaldırma ve yıkılan binaların altında kalanları kurtarma çalışmaları sonuç alıcı biçimde yürütülebiliyor mu?
Yukarıda dikkatlere sunduğum sorulara birbirinden taban tabana zıt cevaplar alınıyor.
İktidar sorumluluğu taşıyan siyasiler -görevi gereği konuyla ilgisi olsun olmasın bakanlar- “Yaptık, yapıyoruz” fiileri ile biten cümleler kullanarak her şeyin kontrolleri altında olduğu mesajları veriyor; medyanın büyük çoğunluğu da, örneklerini gösteremeseler bile sözlü olarak resmi açıklamaları destekleyici yayınlar yapıyorlar.
Buna karşılık, ilk 36 saat boyunca seslerini çıkarmayan muhalif siyasiler, sonrasında genellikle depremin vurduğu illerden yaptıkları açıklamalarla, arama-kurtarma çalışmalarının yetersizliği ile depremzedelerin yaşadıkları sıkıntıları dile getiriyor, muhalif bilinen birkaç TV kanalı da, alandan yaptıkları ve depremzedeleri de konuşturdukları yayınlarla onların iddialarına destek veriyorlar.
Yetkili ağızlardan duyulan ‘birlik ve beraberlik’ mesajları onların en yakınındakiler tarafından işitilmiyor galiba.
Türkiye’dekine benzer dışarıya kuşkuyla bakılan ülkeler, vatandaşlarının yaşadıkları en acı felaketlerde bile, kendilerine yardımcı olmaya gelmek isteyen yabancılara kapılarını açmak istemezler.
Çin’de, Rusya’da, İran’da da değişik düzeylerde afetler yaşandı, yabancıların yardım tekliflerini kabulde zorlandı o ülkeler.
Deprem sonrası çalışmalara katılmak için yardım tekliflerine bizde hükümet olumlu cevap verdi. Yardım teklifinde bulunan 70’ten fazla ülkeden çoğunun ekipleri, ülkemizin deprem bölgesinde, devlet görevlileri ile Türk gönüllüler yanında kurtarma eylemlerine katılıyorlar.
Kimi sahra hastaneleri, tıbbi ekipman ve malzeme de gönderdi.
Geçici aşevleri de.
Durumun bu noktasında şu soru aklıma geliyor: Yardıma koşan ülkelerin bir bölümü deprem kuşağında değiller, ancak anlaşılıyor ki, kendi ülkelerinde de deprem olacakmış gibi en kötüye hazırlıklılar. Uzman eleman yetiştirmişler. Deprem meydana geldiğinde derhal devreye girmek üzere ihtiyaç giderici stoklar yapmışlar. Köpek yetiştirmişler. Peki de, faylar üzerinde oturan ve sıkça depremlerle karşılaşılan ülkemiz neden Kahramanmaraş eksenli iki depremden sonra beklenen performansı gerçekleştiremedi?
Neden hazırlıksız yakalandık?
Evet, felaketin boyutu çok büyük. Depremin şiddeti, kapsadığı alan alışılmışın ötesinde, ancak yine de böyle bir gelişmenin de yaşanabileceği öngörülebilmeli ve hesaplara katılmalıydı.
Yeni inşa edilmiş binalar, devlet daireleri, havaalanları, ana ve tali yollar da eskilerle birlikte tahrip oldu.
Oldu da bu nasıl olabildi?
Kartondan evler gibi yapılara nasıl izin verilebildi?
İstanbul’u da sarsan Marmara depreminden sonra sorumluluk yalnızca tek bir müteahhitin üzerine yıkılmıştı; bu defa da öyle mi olur acaba?
Güzeller güzeli 15 yaşındaki kızının enkaz altından kendisine uzanan cansız elini tutarken, Mesut Hançer’in aklından kim bilir hangi düşünceler geçmekteydi.
Onun fotoğrafının bana düşündürdükleri bunlar…
FEHMİ KORU