Mevcut iktisat politikaları sürdürülemez, peki seçimler sonrası ekonomiyi ne bekliyor?
Seçimler sonrası ekonomiyi ne bekliyor?
Mevcut iktisat politikaları sürdürülemez, peki seçimler sonrası ekonomiyi ne bekliyor?
Yorum sayfamızda yayınlanan makaleler, euronews'in editoryal görüşünü yansıtmaz.
İktisatçılar mevcut politikaların sürdürülemeyeceği görüşünde birleşiyor. Peki seçimler sonrası nasıl bir ekonomi politikası olmalı, ekonomiyi ne bekliyor?
Türkiye ekonomisi, bu hafta sonu yapılacak seçimlere birikmiş bir dizi sorun ve kırılganlıkla birlikte giriyor. Mevcut politika çerçevesinin sürdürülemez olduğu tüm iktisatçılar tarafından kabul edilmekte.
Seçimlerin sağlıklı bir biçimde yapılması ve muhalefetin iktidara geçmesi durumunda standart istikrar politikalarına geçilmesi bekleniyor. Politika faizinin yükseltileceği ve mali disiplinin uygulanacağı bu politika çerçevesinde yapılacak kurumsal reformlarla birlikte ülke risk priminin düşeceği, yabancı finansal yatırımcıların Türkiye’ye yönelmesiyle de döviz kurlarında istikrar sağlanacağı düşünülmekte.
Türkiye ekonomisinin ana dinamiklerinin dış sermaye hareketlerine bağlı olduğu düşünüldüğünde uygulanacak standart makroekonomik politika çerçevesinin dış sermaye girişlerini özendirici olması gerektiği muhalefetin ekonomi planının ana varsayımı olarak ortaya çıkmakta. İktidar değişikliği olmaması halinde ise mevcut politika çerçevesinin bir süre daha devam ettirilmeye çalışılacağı tahmin ediliyor. Ancak baskılanan döviz kurları, yüksek seyreden cari açık ve yüksek dış borç oranlarına karşılık oldukça sınırlı kalan dış sermaye girişleri, ülkenin döviz açığının yüksek seyretmesine yol açıyor. Merkez Bankası’nın net rezervlerinin eksi 70 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Böylesi bir durumda mevcut politikaların devamının ülkeyi bir ödemeler dengesi krizine sürüklemesi riski artacaktır.
Türkiye ekonomisinin dinamikleri, 1989’da sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden bu yana, ciddi bir biçimde dış sermaye hareketlerine bağımlı hale gelmiştir. Son 20 senede ise üretimin ithal girdi bağımlılığı artmış, yüksek cari açık kronik bir sorun haline gelmiştir. Dolayısıyla seçimler sonrasındaki ekonomik gidişatı da esasen dış sermaye hareketleri belirleyecektir. Uygulanan politikalar ne kadar ortodoks politikalara yakınlaşırsa finansal sermayenin ülkeye yatırım yapması olasılığı o kadar artacak, bu yatırımların gerçekleşmesi kısa vadede başta döviz piyasaları olmak üzere piyasalarda bir miktar istikrar sağlayacak ancak ilerisi için yeni riskler oluşturacaktır. Ortodoks politikaların uygulanmasının enflasyonu kontrol altına alırken büyümeyi fazla aksatmaması ve işsizliği yükseltmemesi ancak dış sermaye girişleri çok yüksek miktarlarda gerçekleşirse mümkün olacaktır. Bunun ana belirleyeni ise küresel likidite koşulları yani ABD ve Avrupa’da genişlemeci para politikalarına geçilip geçilmeyeceği olacaktır. Piyasaların şu anki beklentisi 2023 sonu ya da 2024 başlarında yeniden bir küresel parasal genişleme dönemine girilebileceği yönünde.
Çalışanların yarısından fazlasının asgari ücret civarında bir ücret aldığı bir ülkede alım gücünü doğrudan yükseltmeyi hedeflemeyen standart bir istikrar programı durumu daha da ağırlaştıracaktır. Asgari ücretin hızlı bir biçimde yaşanılabilir bir ücret seviyesine çekilmesi gerekiyor. Buna karşı ortaya konan, ücret artışlarının maliyetleri artırarak enflasyonu kontrol altına almayı zorlaştıracağı iddiası, enflasyonla mücadelenin yükünü nihayetinde tamamıyla çalışanların üzerine yıkmayı savunmaktadır. Burada şunu akılda tutmak gerekiyor: Enflasyona yol açan ücret artışları değil, ücret artışlarını gerekli kılan enflasyondaki artıştır. Ve tabii ki enflasyonla mücadele etmek ve bu işin yükünü taşımak görev ve sorumluluğu ücretli kesimde değildir. Bu yük oligopolistik ve tekelci piyasalarda oldukça yüksek düzeyde kârlar elde eden kesim tarafından kolaylıkla taşınabilir.
Öte yandan, işsizlik oranlarının uzunca bir süredir yüzde 10’un, geniş tanımlı işsizlik oranının ise yüzde 20’nin üzerinde seyrettiği bir ekonomide istihdamı artıracak politikaların uygulanması acil bir ihtiyaçtır. Kadınların işgücüne katılım oranının çok düşük seviyelerde seyrediyor olması, kadınların istihdama tam zamanlı ve güvenceli bir biçimde katılması için politikalar geliştirilmesini gerektiriyor. Mevcut ekonomik ortam, derinleşen ve yaygınlaşan yoksulluk, kadın çalışanları özellikle etkilemekte. Çalışabilen kadınların önemli bir kısmı güvencesiz ve enformel işlerde çalışmak zorunda. Buna ek olarak yüksek işsizlik ve yoksulluk koşulları kadınların ev içi ücretsiz emeğinin ve bakım yükünün artmasına yol açmakta. Bakım hizmetlerinin kamusal olarak sağlanması hem bu yükün hafifletilmesi hem de kadınların istihdama tam zamanlı katılabilmesi açısından önemli.
Deprem bölgesinin ve depremden etkilenenlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere kaynakların hızlı ve şeffaf bir biçimde devreye sokulması gerekiyor. Standart makroekonomi politikalarının mali disiplin kısmının uygulanması bu harcamalar göz önünde tutulduğunda oldukça zor. Burada harcamaların kısılmasından ziyade özellikle yüksek gelir grupları ve rantiyecilerden tahsil edilmeyen vergilerin tahsil edilmesiyle işe başlanması gerekiyor.
Türkiye ekonomisinin birikmiş sorunlarını sadece makroekonomik istikrarı sağlayıp gerisini piyasaya bırakarak çözmek mümkün değildir. Son dönemde ağırlaşan konut ve barınma krizi, enflasyonun standart politikalarla kontrol altına alınmasıyla giderilebilecek bir kriz değil. Bu alanda kamunun doğrudan müdahil olması gerekiyor. Benzer şekilde sağlıklı ve ucuz gıdaya erişim tarım politikalarında köklü bir değişiklik gerektiriyor. Eğitim ve sağlık gibi kamusal mal ve hizmetlerin sağlanmasında, piyasaya yapısı gereği doğal tekel konumunda olan, örneğin elektrik dağıtımı, alanlarda kamunun rolünün yeniden tesis edilmesi kısa ve orta vadede birikmiş sorunların bir kısmının geniş çalışan kesimler lehine çözülebilmesi için olmazsa olmaz unsurlardır. Bu konularda atılacak olumlu adımların enflasyonun kontrol altına alınması ve geniş kesimlerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için gerekli olduğu da açıktır.
Makroekonomik sorunlar arasında en temel sorunu oluşturan dış denge sorununun çözülmesi içinse şimdiden başlayarak özellikle üretimin ithal ara malı ve hammadde bağımlılığını azaltacak bir sanayi ve tarım politikası tasarlanmalıdır. Bunu yaparken iklim krizi ve ekolojik tahribat göz önüne alınarak yenilebilir enerji yatırımlarının hem enerjide dışa bağımlılığı azaltacak hem de istihdam yaratacak bir biçimde devreye sokulması gerekiyor. Tüm bunlar ise ancak uzun vadeli bir planlamayla mümkündür. Ne var ki uzun vadede eşitlikçi, adil ve katılımcı bir planlamaya geçilmesi ihtiyacı gündelik sorunların kendilerini bu kadar yoğun bir biçimde dayattığı bir ortamda tartışmaya dahi açılamamakta.
____________________________________________________________________________________________________________
Özgür Orhangazi, İstanbul Kadir Has Üniversitesi'nde ekonomi profesörü.
EURO NEWS