Milliyetçilik Nereye-7: Orta Asya'da bağımsızlık kuşağı
TÜRKİYE DE HAZIR DEĞİLDİ...
Milliyetçilik Nereye-7: Orta Asya'da bağımsızlık kuşağı
1998 yılı ağustos ayı... Orta Asya ülkelerinin bağımsızlığının daha ilk10 yılı dolmamış... Tüm coğrafyayı sırt çantasıyla dolaşırken Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te Roman adlı 30 yaşlarında bir gençle İpek Yolu Caddesi’ni gören kafelerden birinde sohbet ediyoruz... Askerliğini Sovyetler Birliği döneminde Bulgaristan sınırında yapmış. Hangi duyguyla anlatacak diye merak ettim, sordum: - Kırgızistan nasıl bağımsız oldu? Votkasından bir yudum aldı, aynen şu karşılığı verdi: - Sovyet ittifakı dağıldı, bizi bağımsız bıraktılar!
Orta Asya ülkelerinin hemen tümünde böyle bir duygu vardı. Dört kuşak boyunca devam eden “Sovyet İttifakı” Aralık 1991’de kansız ama büyük bir toz bulutuyla çökmüş, 16 özerk cumhuriyet art arda bağımsızlığını ilan etmişti. Batıdaki cumhuriyetler, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından usul usul buna hazırlanıyordu. Orta Asya’dakiler bir şeyler hissediyordu ama hazır değildi.
TÜRKİYE DE HAZIR DEĞİLDİ...
Türkiye’de özellikle 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren “esir Türkler” mücadelesi ve söylemi iç politikanın da bir parçasıydı. Bu dönemde Türkiye’de milliyetçiliğin taşıdığı bayraklardan biri buydu. Eylül ayı başındaki görüşmemiz sırasında Namık Kemal Zeybek anlattı. Uğur Mumcu ile Ankara Hukuk Fakültesi’nden arkadaşlar. Farklı siyasal düşüncedeler. 1965’te Ankara’ya Azerbaycanlı sanatçı Reşit Beybutof konser için gelmiş. Salonda karşılaşıyorlar. Zeybek, Uğur Mumcu’ya soruyor:
- Bu sanatçı bizim, senin ne işin var burada?
Uğur Mumcu karşılık veriyor:
- Bu sanatçı sosyalist. Asıl senin ne işin var?
Gülüşüyorlar... Konseri birlikte izliyorlar.
Konser böyle geçmiş ama “esir Türkler” söylemi o dönemde başta MHP olmak üzere milliyetçi sağın solla geriliminde önemli bir unsurdu.
01 DİPLOMATİK PLAKALAR TÜRKİYE’YE
Türkiye hazır değildi ama heyecan o kadar yüksekti ki dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Başbakanı Süleyman Demirel bu kucaklaşmanın fotoğraflarını verdiler. Özal’ı Bakû Havaalanı’nda 80 bin kişi karşıladı. Devlet başkanları bir yana Türkiye’den giden her heyet büyük törenlerle karşılanıyordu.
Belleklerde kalan karşılama söylemlerinden biri şuydu:
- At sırtında gittiniz, uçakla geldiniz!
Beş kelimelik bu cümle yüzlerce yıllık tarihi özetliyordu.
Bir Özbek’in Türk heyetine bakıp dile getirdiği ilk izlenimse şu olmuştu:
- Abaa bunlar renkli gözlü olmuş!
İlk karşılaşmalarla birlikte Orta Asya ülkelerinin bağımsızlığını ilk tanıyan ülke de Türkiye oldu. 01 numaralı diplomatik plaka da Türkiye’ye verildi.
ATATÜRK ETKİSİ
Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te Türkiye’de eğitim almış bir devlet memuru ile sohbet ederken konu Özbekistan’ın bağımsızlığına, bunu koruma gücüne geldi. Yeni kuşakların daha güzel hayaller kuracağına inanıyordu. Bunda kendine de pay veriyordu: “Onlara devlet sahibi olmanın ne kadar güzel olduğunu biz anlatacağız... Böyle büyükleri olacak...”
Bir süre daha benzer konulardan söz ettikten sonra şöyle dedi: “Özbekistan’ı seviyorum... Türkiye’yi çok seviyorum...”
Şaşırdım:
“Türkiye’yi kendi ülkenden daha çok seviyorsun... Nasıl yani?”
Şöyle devam etti: “Vatanı sevme duygusunu Atatürk ve Türkiye sayesinde öğrendim...”
Orta Asya’nın her yerinde Atatürk adı gündeme geliyor. Bunu çok sahiplenici bir biçimde ifade ediyorlar. Semerkant’a giderken Nevai şehrinden geçiyorsunuz. Birden 5-6 metre yüksekliğinde bir heykel bizi karşıladı; Ali Şir Nevai... Bana nasıl anlatacağını merak ettim; sürücü Marvan’a heykeli gösterip kim olduğunu sordum. Yutkunup şu karşılığı verdi: “Bizim Atatürkümüz!”
Azerbaycan’ın başkenti Bakû’da, şehri birlikte dolaştığımız Hacı Aga’yla ülkenin önde gelen siyasetçi ve yazarlarından Neriman Nerimanov’un heykeli önünde durduk. Bana dönüp şöyle dedi: “Bu da bizim Atatürkümüz olup duru...”
Bunlar sokakta yaşadıklarımız. Orta Asya cumhuriyetleri Atatürk’ün başardığını kendi pencerelerinden gözlemleyip o yolu izlemeye çalıştı. Türkmenistan’ın bayrağında beş aşiretin motifi var: Teke, Yamut, Ersarı, Salır, Sarık...
İlk devlet başkanı Saparmurat Niyazov, 27 Eylül 1991’de bağımsızlığını ilan ettikten sonra “Atatürk” soyadını almak istedi. Türkiye, diplomatik bir dille bunun uygun olmayacağını iletti. “Türkmenbaşı” soyadını aldı. Eşi Rus olan Niyazov’a dönemin Rusya Devlet Başkanı Yeltsin şöyle sesleniyordu: Süper Murat Türkmen Paşa!
ENGELS’TEN AMİR TİMUR’A
Bir ülkede tercih edilen cadde-sokak adları, o ülkenin siyasi, sosyal, kültürel birikimini ve önceliklerini ortaya koyar. Orta Asya cumhuriyetlerinde 70 yıllık Sovyet dönemindeki cadde adlarının bağımsızlıktan sonra değiştirilmesi pek çok şeyi ifade ediyordu. Saptayabildiklerimizden bazılarını paylaşalım...
Kazakistan’ın o dönemdeki başkenti Almatı’da Komünistikeski Caddesi: Abay Han, Karl Marks: Kuneyeva, Kalinin: Kobanbay Batır, Gorki: İpek Yolu... Taşkent’te Kirova Caddesi: Mustafa Kemal Atatürk, Engels: Amir Timur, Pravda: Büyük Turan, Frunze: Halide Samatova, Protereskaya: Maveraünnehr. Semerkant’ta Frunze: Amir Timur, Titova: İbn Sina, Engels: Mahmut Kaşgari, Karla Marksa: Ulubeg... Buhara’da Lenin: Nakşibend, Kummonorov: Hoca Nurabad, Tolstoy: Eşoni Pir, Sovyetskaya: Arabon...
Kırgızistan’ın başkentinin adı Sovyet döneminde Frunze idi. Mihail Frunze, çarlık döneminde 10 yıl sürgün yaşamış, 13 Aralık 1921’de Sovyet delegasyonunun başı olarak Ankara’ya gelmiş. Türkiye ile işbirliği antlaşmasını imzalayan kişi. Bugün Taksim Anıtı’nda da yer alıyor. 1991’den sonra Frunze adı, Sovyet öncesi adı Pişpek olan bu şehre verildi. Bişkek, keşkek aşını karıştırmak için kullanılan büyük kepçe anlamına geliyor. Frunze burada doğduğu için Sovyetler şehre bu adı vermişti. Orta Asya Cumhuriyetleri, bağımsızlığını pekiştirmenin ana unsuru olarak milliyetçilikle tanışırken, tarihlerinde bu duyguyu besleyecek çok şey vardı. Cadde adları bunun bir yansımasıydı.
ORTAK TÜRK KİMLİĞİ VE TÜRK DÜNYASININ GELECEĞİ: KAZAKİSTAN’DAN BAKIŞ
Soğuk Savaşın sona ermesi ve iki kutuplu dünya düzeninin değişmesi ile kimlik sorunları uluslararası gündemin ilk sırasına yerleşti. Yeni dünya düzeninde din, dil, kültür, ırk ve medeniyet konuları ön plana çıkmaya başladı. Bu şekilde değişmekte olan ortamda bağımsızlığını ilan eden Kazakistan için de ulusal kimlik inşası öncelik haline geldi. Nitekim Rusya ve Çin gibi dünya ve bölge politikalarında etkili güçlere komşu olan Kazakistan’ın büyük devletlerin arasında dengeli politika üretebilmesi için ülkenin sağlam, yüksek bir milli bilince ve kültürel temele dayanması gerekmekteydi. Bu konunun ehemmiyetini anlayan ülkenin Kurucu Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Kazakistan’ın ulusal kimliğinigüçlendirmeye yönelik milli bir politika izlemeye başladı.
1990’lı yılların başında kaleme aldığı “Tarihin Akışı” kitabında Nazarbayev, kimlik bağlamında Kazakistan’ın dünya tarihindeki yerini, bugünkü konumunu ve geleceğini tahlil etmeye çalışmakta ve bu bağlamda Kazakistan’ı Türk dünyasının bir parçası olarak tanımlamaktadır. Ne var ki Sovyet döneminin baskıcı politikaları ve yarattığı olumsuzluklar, ortak tarih, kültür ve medeniyet bilinci temelinde sarsılmalara yol açmıştı. “Sovyet insanı” oluşturma sürecinde diğer Türk halkları da benzer baskıya maruz kalmıştı. Öyleyse, yeni dönemde her Türk devletinin ulusal kimliğinin güçlenmesine yol açacak ihtişamlı Türk Tarihi’nin yeniden hatırlanması, ortak çabalarla daha kolay gerçekleşecekti. Dolayısıyla, Kazakistan diğer Türk devletleri ile çok boyutlu işbirliğini güçlendirmeye karar verdi.
Ulusal kimliği yeniden canlandırma konusunda Kazakistan’ın iki avantajı bulunmaktaydı. Birincisi, 20. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan genç Türkiye Cumhuriyeti, aynı süreci yaşamış, akabinde Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ülkenin millileşmesi sürecinde Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi önemli kurumlar o dönemde genç cumhuriyetin ulusal kimliğinin oluşma sürecinde önemli görevler üstlenmişti. Dolayısıyla, Kazakistan ve bağımsızlığını yeni elde eden diğer Türk devletlerinin önünde takip edebilecekleri bir model vardı ve Türkiye Cumhuriyeti kendi tecrübesi, bilgi ve birikimini paylaşmaya hazırdı.
Nursultan Nazarbayev: “Mekân her nesnenin, zaman tüm olayların ölçüsüdür. Mekân ile zamanın kesiştiği yerde milli tarih başlar.”
SOVYET KESİNTİSİ GENLERİ ETKİLEMEDİ
İkincisi, Sakalardan Hunlara, Göktürklerden Kazak Hanlığı’na kadar devam eden devlet geleneği Sovyet döneminde kesintiye uğramış olsa da bu gelenek halkın hafızasında ve genetik kodlarında canlı olarak yaşamaktaydı. Kazak dili, folkloru, atasözleri, gelenek ve görenekleri, hasılı Kazak kültür ve medeniyeti, atalar yadigârı büyük Türk medeniyetinin kodlarını korumaktaydı. Dahası, Kazakistan’ın coğrafi konumu, dağı, taşı ve hatta engin gökleri bile “Büyük Bozkır Medeniyeti” mirasının bir parçası idi. Buna ek olarak, diğer Türk topluluklarında unutulmaya yüz tutmuş boy temelindeki toplum yapısı ve boy adları Kazak toplumunda güncelliğini korumaktaydı. Örneğin, Üysün, Kıpçak, Kanglı, Celayir gibi Hun, Göktürk ve Cengiz dönemi boylarının isimleri, Kazaklar arasında kendi kimliklerini tanımlamada etkin olarak kullanılmaktaydı.
Bu avantajlar bir yandan Kazakistan’ın diğer Türk devletleri ile uyumlu hareket etmesini ve ortak politika üretmesini gerektirirken, diğer yandan Kazakistan’ın belirli alanlarda sorumluluk almasını zorunlu hale getirmekteydi. Bu çerçevede Nazarbayev, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’ın başlattığı Türk dünyasının kucaklaşma sürecine destek vermiştir. Nazarbayev’in 1990’lı yıllarda başlayıp, 2009 yılında Türk Keneşi’nin kurulmasıyla taçlanan Türk devlet başkanları zirvelerinin tamamına katılan tek devlet başkanı olması önemlidir. Nitekim, 1990’lı yılların başındaki merhum Özal ve merhum Demirel ile temeli atılan istişareli iş birliği, Nazarbayev’in vizyoner inisiyatifleri ile kurumsal işbirliğine dönüştü.
Kazakistan’ın Türk dünyasına yönelik geliştirdiği dış politikası, ülke içinde ulusal kimliğin güçlendirilmesi ile paralel yürütüldü. Bu, birbirini besleyen iki yönlü süreçtir. Kazakistan’ın ihtiyaç duyduğu güçlü ulusal kimliğin inşası, doğal olarak Türk medeniyeti değerlerinin gündemde olması ve ortak Türk kimliğinin oluşmasından geçmektedir. Onun için Kazakistan’ın Türk devletleri arasındaki bütünleşme sürecine etkin olarak katkıda bulunması gerekmektedir. Bu sürecin sonucunda Kazakistan Türk Keneşi, TÜRKSOY, TÜRKPA, Türk Akademisi gibi uluslararası örgütlerde etkin tutum içindedir.
Bugün gelinen noktada, 1990’lı yıllarla karşılaştırdığımızda Türk dünyası daha iyi durumdadır. Ortak çabanın meyvesi olarak, Türk devletlerinin arasında ekonomi, ticaret, ulaştırma, kültür, eğitim ve bilim alanlarında işbirliği gelişmektedir. Bu bağlamda bugünkü Türk dünyasının vaziyeti iki önemli etken tarafından şekillenmektedir.
MACARİSTAN, TÜRK KONSEYİ’NDE GÖZLEMCİ
Birincisi, Türk devletleri artık uluslararası politikanın birer öznesi olarak hareket etmektedir. Nursultan Nazarbayev ve Recep Tayyip Erdoğan gibi liderlerin vizyoner politikaları neticesinde Türk dünyası bütünleşmesi kurumsallaşmaya başlamıştır. Uluslararası arenada Türk Keneşi’ne gösterilen ilgi bunun somut kanıtıdır. 2009 yılında Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye tarafından kurulan Konsey’e 2019 yılında Özbekistan’ın da üye olması, Türk Konseyi’ni daha da etkili hale getirmiştir. Macaristan’ın Konsey’de gözlemci statüsünün olması Türk Keneşi’nin geleceğine dair büyük beklentilerin göstergesidir. Gelinen aşamada en önemli sonuç şudur ki, farklı seviyelerde olsa da artık bütün Türk devletlerinde ve topluluklarında ortak bir “Türk Dünyası” bilinci oluşmuş bulunmaktadır.
İkincisi, küresel politikadaki gelişmeler, Türk Dünyasına yeni fırsatlar sunmaktadır. ABD ve Çin arasında gün geçtikçe artan rekabet Pasifik’te, daha net olarak Doğu ve Güneydoğu Asya kıyılarında gerginliklere sebep olmaktadır. Bu durum Çin’in daha güvenli olan Avrasya’ya açılmasını gerektirmektedir. Nitekim 2013 yılında ilan edilen “Kuşak ve Yol Girişimi” bu durumun tezahürüdür. “Yeni İpek Yolu” olarak tanımlayabileceğimiz Kuşak-Yol güzergâhlarının büyük kısmının Türk devletleri üzerinden geçtiği görülmektedir. Bu durum Türk dünyasının bütünleşmesinde ve küresel politikada ortak tutum geliştirilmesine olanak sağlamaktadır.
Sonuç olarak, son otuz yılı Türk Dünyasının yeniden toparlanma süreci olarak değerlendirebiliriz. Bu süreçte başta Nazarbayev olmak üzere Türk devlet liderlerinin dış politikada büyük güçler arasındaki dengelerin doğru oturtulması, Türk dünyasının önünde büyük fırsatların açılmasına zemin hazırlamıştır. Kazakistan’ın ikinci Cumhurbaşkanı Kasım Jomart Tokayev’in de siyasi ve diplomatik tecrübesiyle bu süreci ileriye taşıyacağını söylemek mümkündür. Cumhurbaşkanı Tokayev, Kazakistan’ın çok vektörlü dış politikasının ortaya çıkışında ciddi bir etki alanına sahiptir. Bu yönüyle Türk Dünyasında istikrar ve ikili/çoklu ilişkilerin inşasında Sayın Tokayev’in büyük katkıları olacaktır. Cumhurbaşkanı seçildiğinde ilk resmi ziyaretini kadim Türkistan şehrine yapması etkili bir mesaj olarak değerlendirilmelidir. Son tahlilde otuz yılın en önemli sonucu, Türk dünyasında ortak kimliğin oluşmasıdır. Bundan sonraki aşamada Türk dünyasının geleceği, Türk devletlerinin bu ortak kimlik etrafında kenetlenmesine ve ortak hareket edebilmesine bağlı olacaktır.
FETÖ OKULLARI
Orta Asya’nın ilk 20 yılındaki en ciddi konu, 1990’lı yılların yaygın deyimiyle Gülen Okulları idi. İlk bakışta Türkçenin yaygınlaşmasını sağlayan ve “Türk Okulları” diye adlandırılan bu yapılanmanın bir Amerikan planı olduğunu yine 1998’deki gezimiz sırasında dikkat çekmiştik.
Türkiye’deki en üst düzey yöneticilerin muhatap ülke liderine özel mektubu ile kapıyı çalan bu yapı Sovyetler çöktükten hemen sonra ilk Orta Asya’da parladı.
Bunun nedeni açıktı: Sovyetler’den boşalan bölgelere ABD’nin girmesini sağlamak! Bu doğrudan ABD eliyle olamazdı. FETÖ en uygun maşaydı.
Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’da yedi katlı Dünya Ticaret Merkezi binasının ikinci katı Amerikan danışmanlık şirketinin, üçüncü katı IMF’nin, dördüncü katı da Türk Kolejleri’nindi!
İLK UYANANLAR
Bu duruma ilk “uyanan” Ruslar ve Özbekler oldu. 2000’lerin başında bir sabah aniden Zaman gazetesinin bürolarını, okulları kapattılar. Türkiye’deki Özbek öğrencileri de geri çağırdılar.
2002’de başlayan AKP iktidarı döneminde ise bu okulların Türkiye’den aldığı destek artarak devam etti. Bu durum ilişkilerde ciddi gerginlik yarattı. Orta Asya’dan 20’den fazla Türkiye büyükelçiliği çalışanı “istenmeyen adam” ilan edildi.
15 Temmuz’dan sonra bu okulların tümü kapatılamadı. Özellikle Kırgızistan’da kök salmışlardı. Kimi yöneticiler doğrudan FETÖ’ye bağlıydı. ABD de böyle istiyordu.
YENİ KUŞAKLAR
1998’deki gezimizi Orta Asya ülkelerinin bir bölümünü özetlediğimiz sorunlarını, dönüşümlerini dikkate alarak şu başlıkla kitaplaştırmıştık: Orta(daki) Asya Ülkeleri. 30 yıl sonra ortaya şu tablo çıktı:
1- Bağımsızlık bilinci oluştu.
2- İşbirliğinin gücü anlaşıldı. Bunun kurumları oluşmaya başladı.
3- Her ülke kendi kimliğini çağa uygun bir şekilde geliştirme yoluna girdi.
4- Rusya ve Rusça etkisi devam etse de azaldı.
5- Türkiye sistemli, uzun erimli bir strateji çizemedi. Ancak ilişkilerin doğası ortak noktaları arttırdı. BM’de “Türk Bloku” denebilecek bir yapı olmasa da zaman zaman birlikte oy kullanmanın gücü tüm ülkeleri birbirine yakınlaştırdı.
SAPARBEKULY YAZDI
Bunların ayrıntılarını anlatmayı Kazakistan’ın Ankara Büyükelçisi Abzal Saparbekuly’ye bırakıyoruz. 45 yaşındaki Saparbekuly, 1999’da Ortadoğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 2000 yılında Kazakistan Dışişleri’ne girdi. 2003-2008 arası Kazakistan’ın Ankara Büyükelçiliği ataşeliği ve kâtipliğinde bulundu. 2017’den beri büyükelçi. Saparbekuly’ye Ankara Temsilciminiz Sertaç Eş’le birlikte gittik. Tabii ki Türkçe sohbet ettik. Bize bu yıl doğumunun 175. yılı kutlanmakta olan Kazak Şair Abay Kunanbay için Muhtar Avezov’un yazdığı 3 ciltlik “Abay Yolu” kitabını armağan etti.
“Türk Dünyası” ortak tanım ama elbette rekabet de olacak. Ona göre Türk dünyasına hizmet edenlerin başında Kazakistan’ın “görevi kendisi bırakan” kurucu devlet başkanı Nazarbayev geliyor.
SÜRECEK
MUSTAFA BALBAY / CUMHURİYET