Muhalefet, AKP seçmenini ikna etmekte neden zorlanıyor?
‘Muhalefet küçümsemeden konuşmak zorunda’
Muhalefet, AKP seçmenini ikna etmekte neden zorlanıyor?
- Berza Şimşek
- Unvan,BBC Türkçe
- Twitter,
14 Mayıs'ta yapılan seçimlerde, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda oyların yüzde 49,52’sini aldı. Erdoğan 27 milyon 133 bin 849 oy aldı ancak ilk turda cumhurbaşkanı seçilemedi.
Özellikle ekonomik kriz ve 6 Şubat'ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremler, muhalefet cephesinde seçimlerde Erdoğan ve AKP’nin yenilgiyle çıkacağı algısını doğurmuştu.
Seçimler öncesi anket şirketlerinin Kılıçdaroğlu’nun oy oranını yüzde 50’nin hemen üstünde ya da hemen altında göstermesi de bu algıyı güçlendirmişti.
2018 seçimlerine göre AKP'nin oy oranı 7 puan azalsa da parti üst üste 7. kez genel seçimde birinci parti oldu. Erdoğan da 3. kez cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk sırada yer aldı.
Peki en azından 14 Mayıs itibarıyla bu tercihin nedenleri neler?
Minnet duygusu partiye oy vermede etkili
Bilgi Üniversitesi’nde oy verme davranışı, kutuplaşma, popülizm konularında çalışmalar yürüten Prof. Dr. Emre Erdoğan, AKP’nin seçmen kitlesini milliyetçi, özellikle de muhafazakar, orta ve ileri yaştaki kişilerin oluşturduğunu söylüyor.
2007-2015 yılları arasında AKP milletvekilli olan Nursuna Memecan ise İslami değerler ya da partiyle iş bağlantıları gerekçeleriyle oy veren seçmenlerin, parti tabanının küçük bir kesimini oluşturduklarını belirtiyor.
Memecan'a göre, partiye oy verenlerin çoğunluğunu geçmişte muhafazakarlar üzerindeki baskılar nedeniyle “CHP korkusu olan” kesim oluşturuyor:
“Bu kişiler muhafazakar ama tutucu değil. Bu kişiler kendilerini o kadar yabancı hissetmişler ki… Onlara itibar eden, insan yerine koyan, sıkıntılarına derman olan bir parti oldu AK Parti. Bu insanlar toplum içerisinde eşit vatandaş olarak yaşamak isteyen insanlar ve bu kişilere bu imkanı AK Parti verdi.”
"Fatih-Başakşehir: Muhafazakâr Mahallede İktidar ve Dönüşen Habitus" isimli kitabın yazarı sosyolog ve akademisyen İrfan Özet de parti seçmen kitlesini “Kişisel hafızası büyük ölçüde son 20 yılda Erdoğan döneminde gerçekleşen sosyal, ekonomik, kültürel icraatlarla iç içe ve bunlar üzerinden sadakat duygusuyla partiye bakan orta yaş üstü seçmen” olarak tanımlıyor.
Partinin seçmen tabanı arasında İstanbul’a gelerek orta sınıflaşmış ya da zenginleşerek lüks tüketim yapabilecek konuma gelmiş olanlar da var, kırsal kesimlerde yaşayanlar veya Güneydoğu Anadolu aşiretlerinden olanlar da.
Özet, “Büyük, kozmopolit kentlerde yüksek kültürel sermayeden, sınıfsal birikimden yoksun ev kadınlarının” da seçmen kitlesi arasında önemli bir yer tuttuğunu söylüyor.
Memecan da “Bu kadınların özgürlüğünü AK Parti verdi. Mutfaklarından çıkmayan kadınları evlerinden çıkardı ve sosyal yaşamın içerisine kattı. Onlara itibar sağladı, hem toplumda hem evlerinin içerisinde. Eşlerinden, babalarından itibar gördüler” diyor.
Bu nedenle “minnet” duygusunun partiye oy vermede etkili olduğunu söylüyor.
Partinin ve kadınların gelişmesi ilk yıllarda karşılıklı olmuş. Muhafazakar kadınlar parti çalışmaları sayesinde güçlenirken, bu çalışmalar da parti tabanının genişlemesini sağlamış:
“20 sene önceki AK Parti’nin kadın kolları o zaman diksiyon eğitiminden tutun, siyasi-sosyal konuların anlatılmasına kadar çok çeşitli konularda eğitim veriyorlardı. Sonra da bu kadınlara ‘Gidin oy toplayın’ değil, ‘Gidin mahallenizde kimin neye ihtiyacı varmış öğrenin’ diyorlardı. Kapı kapı dolaşıp mahallelinin isteklerini topluyorlardı, özet yazıyorlardı, herkes bir üstüne yolluyordu, bunların hepsi kadın kolları il başkanlığında haftalık aylık toplantılarla değerlendiriliyordu. Düzenli çalışan kurumsal bir mekanizma vardı.
“Kadınlar bunların içerisinde yetişiyordu. Kendilerine güven geldikçe kendileri de iş sahibi olmaya kalktılar. Çocuklarını daha farklı yetiştirmeye başladılar. Ufukları açıldı. Dünyadaki en güçlü kadın organizasyonu idi.”
Hükümetin son dönemde kadın hakları konusunda attığı adımlar, özellikle de İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, sadece muhalefet tarafından değil zaman zaman kadın partililer tarafından da eleştirildi.
Bu eleştiriler ışığında kadınların halen neden AKP’yi desteklediğine ilişkin sorumuzu Memecan şöyle yanıtlıyor:
“Bu kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının olası sonuçlarını hemen göremiyorlar. ‘Tekrar hakkımızı arayacaksa AK Parti arar’ diye düşünebiliyorlar. Ben otoriterleşmenin ne kadar kötü olduğunu anlatırken Sivaslı kadınlar dedi ki, ‘Bizi özgürleştiren bu parti. Bu parti sayesinde biz sokağa çıktık.’ Ondan kaynaklanan bir güvence var, ‘Bize kötülük yapmaz’ diye.”
Gençler arasında ise durum farklı. AKP, gençlerin tercih ettiği ilk parti değil.
Emre Erdoğan, gençler arasında en çok tercih edilen partinin CHP olduğunu, seçime yakın yapılan bazı çalışmalarda özellikle 18-24 yaş arası gençlerin en çok desteklediği cumhurbaşkanı adayının Muharrem İnce olduğunu anlatıyor.
Erdoğan, “Türkiye’de gençler yüzde 50-60 oranlarında ebeveynleri gibi oy kullanıyorlar. Dolayısıyla AK Parti’nin aileden kaynaklanan bir genç seçmen tabanı var ama aile dışı faktörler devreye girdiği zaman AK Parti cazibesini yitiriyor” diyor.
Özet’e göre bunun nedeni gençlerin internet ve sosyal medyada farklı sınıf, kültür, kimlikteki tabakalarla etkileşimden hareketle siyasete daha “rasyonel” yaklaşmaları.
Gençlerin gündelik yaşamlarında ekonomik olumsuzluklar, işsizlik, prekaryalaşma ile karşılaştıklarını söyleyen Özet, “Siyasete kültürel ya da kimliksel bir anlamda bakmıyorlar. Bu rasyonel mesafe farklı siyasal aktörlere ya da partilere gençlerin yönelmesinde etkili bir faktör” diyor.
'İnsanlar gelişmelere kabileleri içerisinden bakıyorlar'
AKP'nin oy oranı 14 Mayıs seçimlerinde yüzde 35,6'yla, 2002 seçimleri sonrası en düşük düzeye geriledi.
AKP, 2018’e göre ise 28 milletvekili kaybederek 267 sandalyeye ulaşsa da, Meclis’te yine birinci parti olmayı başardı.
Seçmenlerin neden AKP’yi birinci parti yaptığını sorduğumuzda, uzmanlar bunun önemli bir nedeninin Türkiye’deki kutuplaştırma siyaseti olduğunu söylüyor.
Emre Erdoğan’a göre kutuplaştırma siyaseti sonucunda ortaya çıkan “kabilecilik” anlayışı bunda çok etkili:
“Örneğin AK Parti ya da Cumhur İttifakı dediğiniz zaman bu bir kabile oluyor. Herhangi bir gelişme olduğu zaman insanlar buna kabileleri içerisinden bakıyorlar. Temel eksenini muhafazakarlık oluşturuyor.”
Türkiye’de başörtülülerin okuyamadığı, iş bulamadığı, ordu evlerine giremediği dönemlerin yaşandığını hatırlatan Erdoğan, “AK Parti’nin 2000’lerin başında toplumda muhafazakar kişilere verilen değerin artırılmasına yönelik bir politikası vardı. Çok sembolik de olsa AK Parti’nin iade-i itibar girişimi oldu. O kamplaşma çok önemli. Türkiye’de hâlâ geçerli” diyor.
Erdoğan, farklı düşünen kesimler arasında “samimi bir diyalog olmamasının da çatışma yarattığını” söylüyor:
“Kutuplaşma ya da kabilecilik dediğiniz zaman en önemli faktörlerden bir tanesi dünyadan haber alma kanallarınızın değiştirilmesi. Bir tür yankı odasında yaşamaya başlamanız. A Haber seyrediyorlar, TRT seyrediyorlar. Türkiye’de bir sürü kanal hükümet yanlısı. Onun gözünden anlatılıyor hikayeler.
“Dolayısıyla muhalif kanallardan haber alanlarla, hükümete yakın kanallardan haber alanlar aynı dünyada yaşamıyorlar. Biri, diğerinin gördüğünü görmüyor. Neticede diğeriyle karşılaşması bir sorun yaratıyor. Diğerinin söylediğini ya vatan hainliği olarak ya da cahillik olarak görüyor. Bu iki tarafta da var.”
Siyasal iletişim uzmanı İbrahim Uslu da Duvar’a yazdığı yazıda, partilerini beğenmeseler de rakip partiye duydukları öfke ve nefretin seçmenleri aynı partiye oy vermeye devam etmeye yöneltebileceğini söylüyor.
Uslu, “Bu nedenle de objektif kriterlere göre başarısız sayılacak bir iktidar, hak ettiğinin ötesinde seçmen desteğine sahip olabiliyor” diyor.
‘Erdoğan’ın devamı halinde nasıl bir Türkiye’de yaşayacağız sorusu dengeleri değiştirebilir’
6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından devlet yardımlarının özellikle ilk iki gün yeterince bölgeye ulaştırılamaması, binlerce insanın enkaz altında donarak can vermesine neden oldu.
50 binden fazla kişinin öldüğü depremin ardından basına yansıyan ilk görüntülerde, “Nerede bu devlet!” haykırışları yükseliyordu.
Bu seçimde oy oranı düşse de AKP, Diyarbakır hariç deprem bölgesindeki her şehirde birinci parti geldi.
Emre Erdoğan’a göre bunda da kutuplaşma rol oynadı:
“Türkiye’de herkes büyüklüğünü kabul etmekle beraber depreme kendi perspektifinden baktı. AK Parti seçmeni dedi ki, bir, ‘Allah’tan geldi’. İslam felsefesinde bilinmedik bir şey değil kader. İki, ‘Bu kadar büyük felaketle kimse uğraşamazdı. Şu anda da zaten devlet var’. Dolayısıyla deprem bir zaaf yaratmadı.”
Erdoğan, ekonomideki gidişatın da parti seçmeni tarafından benzer bir şekilde okunduğunu söylüyor, “‘Dış güçler, fırsatçılar, üç büyük marketler’ derim ama sorumlusunu AK Parti olarak görmem” diyor.
Ekonomik krizin partinin oylarını tahmin edildiği kadar aşındırmamasının bir diğer nedeni ise Erdoğan’a göre seçim öncesi güdülen “popülist ekonomi politikaları”:
“Asgari ücreti artırmak diğer gelirlerin de artmasına yol açtı. İnsanların evlerine giren para reel olarak olmasa bile nominal olarak arttı. EYT’yi çıkarıldı, emeklilere ikramiye verildi, tarım destekleri arttı. Doğalgaz sübvansiyonu yapıldı. Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın kayıtlarından son dönemde şunu da öğrendik. 1 yıldır insanlara az da olsa doğrudan yardım verilmiş. Eskiden hastalığa, malüllüğe, yaşa bağlı olarak verilen yardımların kapsamı genişletilmiş ve kayda değer sayıda kişiye yardım verilmiş.
“Bunlar insanlarda bir refah hissi yarattı. Literatürdeki ismi para yanılgısı. Cebinizdeki para arttığında kendinizi daha zengin zannedersiniz. Bedelini birileri ödeyecektir mutlaka ama bu ekonomik canlanma da AK Parti’ye olan desteğin beklendiği kadar düşmemesine yol açtı.”
Nursuna Memecan, muhalefet partilerinin ekonomideki kötü gidişatı AKP seçmenine “onların dilinden” anlatamamalarının da partiye verilen oylarda büyük bir düşüş görülmemesinde etkili olduğunu savunuyor.
Memecan’a göre seçmene ekonomideki durum, “grafikler, göstergeler, enflasyonun tek haneli rakamlara inmesi, Merkez Bankası’nın açıklamaları” gibi karmaşık ifadelerden ziyade daha basit bir dille anlatılmalıydı.
“ ‘Kazandıkların sana hak, biz daha iyisini yaparız’ anlatılamadı herhalde. ‘Fiyatlar arttı ama düşürecekse yine o (Erdoğan) düşürür’, ‘inşallah yine iyisini yaparlar herhalde’ diyorlar.”
Özet’e göre büyük kozmopolit şehirlerde yaşayanlarla, kırsalda yaşayanların oy tercihlerini farklı saikler belirliyor:
“Metropollerde bozulan ekonomi, artan konut ve kira fiyatları, genç işsizliği, orta sınıfların daralması, seçmenin iktidardan bir miktar uzaklaşmasında etkili.”
“Fakat taşrada bu dinamikler hiç yaşanmıyormuşcasına bir oy verme davranışı var” diyen Özet, bunun nedenini şöyle açıklıyor:
“Taşrada siyasete yönelik temel yaklaşımları Türklük, Müslümanlık, beka kaygısı, bölünme kaygısı dediğimiz antropolojik kültürü yansıtan bir takım dinamikler belirliyor. Bu dinamikler merkezde olduğu sürece ekonomi, siyasi ve sosyal problemler çok fazla gündeme alınmıyor.”
Emre Erdoğan’a göre de, seçmendeki güvenlik kaygısı ve partinin kampanya politikasını bunun üzerine inşa etmesi, seçmeni tutmada etkili olmuş.
AKP’nin 2008’deki parti kapatma davasının ardından savunmacı bir tavra geçtiğini, 2010 anayasa referandumu, Gezi Parkı protestoları, 17-24 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun bu tavrı pekiştirdiğini söyleyen Erdoğan, “AK Parti sürekli güvenlik kaygısı içerisinde yaşadı. ’Bize bu ülkeyi yönettirmeyecekler, iktidarı bizim elimizden alacaklar’. 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle o güvenlik kaygısı neredeyse kağıda dökülmüş oldu” diyor.
Türkiye’de PKK ve IŞİD’in saldırılarının da sürekli bir “tedirginlik” yarattığını söyleyen Erdoğan, AKP’nin bu güvenlik kaygısı üzerine kendisini inşa ederek başarıya ulaştığını kaydediyor:
“O zaman özgürlükler mi güvenlik mi dediğinizde, güvenlik demeye başladı insanlar. O yüzden özgürlüklerin azalması çok fazla önemsenmedi. Zaten iktidarda kimin olduğundan bağımsız olarak eleştirel düşünceye, çoğulculuğa çok sempatik bakılan bir ülke değil. Eğitim sistemi öyle değil. Gayrimüslim azınlıklara, LGBT bireylere ne kadar toleransla bakılıyor ki? Türkiye hoşgörülü bir ülke değil. AK Parti bunun üzerine yükseldiğinde de başarılı olabiliyor.”
Güneydoğu’daki hendek olaylarının ve 15 Temmuz darbe girişiminin toplumun önemli bir kesiminde “beka kaygılı bir korkunun yerleşmesinde etkili olduğunu” söyleyen Özet de, “Cumhur İttifakı’nın oluşumu da beka temelli, bölünme temelli korkuların politik anlamda cisimleşmiş hali olarak karşımıza çıkıyor” diyor ve ekliyor:
“Ekonomik tablo bozuldukça buradaki seçmen bu tabloyu bu beka temelli kaygıların bir parçası olarak okumuya devam edecek. Bizim satın alma gücümüzün yoksunluğunu bu seçmen tabanı ülkeye yönelik uluslararası ekonomik müdahalenin bir parçası olarak okuma eğiliminde. Bu özellikle iç kentlerde kendisini gösteriyor.”
Özet, “İkinci turda bir değişiklik olacaksa kozmopolit metropollerde seçmenin ‘Erdoğan’ın devamı halinde nasıl bir Türkiye’de yaşayacağız’ sorusu etrafında şekilleneceğini düşünüyorum. Bu ikinci turda dengeleri değiştirebilir” diyor.
‘Muhalefet küçümsemeden konuşmak zorunda’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP seçmeninin partiye oy vermesinin en önemli nedeni.
İbrahim Uslu Duvar’daki yazısında, popülist/aşırı sağcı partilere oy veren seçmenlerin diğer parti seçmenlerine nazaran liderden daha fazla etkilendiklerini kaydediyor, “Partiye değil, lidere sadakat duyuyorlar” diyor.
Özet de, muhafazakar kitle için önemli olanın “kendilerinden saydıkları, kendileriyle özdeşleştirdikleri bir aktörün siyasette merkezileşmesi” olduğunu söylüyor.
Hükümetin yıllar içerisinde değişen politikalarının parti tabanından her zaman destek bulmasını da buna bağlıyor.
Milletvekili olduğu dönemde seçmenin Erdoğan’ı “aileden biri gibi” gördüğünü söyleyen Memecan, “Oğulları gibi, babaları gibi, ağabeyleri gibi düşünüyorlardı. Bence şimdi hâlâ onun kredisini kullanıyor” diyor.
Yüzde 40-50’lik muhafazakar seçmen kitlesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yerinin “tartışılmaz” olduğunu söyleyen Emre Erdoğan, “Sahip oldukları her şey Erdoğan sayesinde. Bir muhafazakar ailenin kızının öğretmen olarak çalışabilmesi imkansızdı. Orası için anlamı çok büyük” diyor.
Memecan’a göre muhalefet partileri AKP seçmeniyle “küçümsemeden, büyüklük taslamadan, gönülden” konuşmak zorunda:
“Vatandaşla konuşalım ‘ne istiyorsun, neye ihtiyacın var’ diye. AK Parti öyle yapıyordu. ‘Ev ziyareti yapalım, kapıdan konuşalım, yapacaklarımızı anlatalım, çıkalım’ olmuyor. İsteyerek, merak ederek dinlemek lazım. Sinirlenmeden dinlemek lazım.”
BBC TÜRKÇE