Mutlaka cezalandırılması istenen “seçilmiş” sanıklar mı var
Hatta uygulamadaki “birkaç istisna”nın bu haklılığa gölge düşürmeyeceği de söylenebilir.
Coşkun Özbudak yazdı...
Sözcü Gazetesi yazarları ve çalışanlarına verilen hapis cezalarını değerlendiren Adalet Bakanı Sayın Gül: "Yürüyen bir davayla ilgili bizim bir söz söylememiz doğru olmaz. Yargıtay süreci de var. Bu tür davalara, birinci yargı paketiyle Yargıtay yolu açıldı. Türkiye’de bir sürü mahkeme var. Ama Yargıtay bir tane. Yargıtay, yargıya güveni de artırıyor. A meselesinde B meselesinden farklı kararlar çıkabiliyor. Bir yerden içtihat oluştuğu için Yargıtay son kararını vererek içtihata göre adil bir karar verecektir."[1]demek suretiyle, adil bir kesin hüküm için Yargıtay'ı adres göstermiş.
Sayın Bakan elbette ceza yargılaması hukukunun evrensel ilkeleri ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) bağlamında haklıdır.
Hatta uygulamadaki “birkaç istisna”nın bu haklılığa gölge düşürmeyeceği de söylenebilir.
Ne var ki, "derece mahkemelerinin hukuki hatalarını düzeltme", "içtihat üretme" ve "uygulama birliği sağlama" işlevleri ile Sayın Bakanın haklı olarak yüklediği adil bir kesin hüküm misyonundan dolayı, Yargıtay’ın bu “birkaç istisna”nınöznesi olma lüksü bulunmamaktadır.
Hele hele derece mahkemelerinin gözlerini Yargıtay’a çevirip bir işaret beklediği ve onun kararlarını adeta uyulması zorunlu yönergeler olarak gördüğü bir dönmede, “birkaç istisna”nın, boyutu ilgili kişileri çok çok aşan bir vahamet yaratması kaçınılmazdır.
Bu yazının konusu işte böyle bir vahamettir.
Ancak konunun anlaşılabilmesi açısından, önce ceza yargılamasının konusunu, sonra da istinaf ve temyiz arasındaki farklar ile Yargıtay’ın temyiz incelemesinin kapsamını kısaca açıklamak gerekmektedir.
Ceza yargılamasında dosyadaki beyan ve deliller değerlendirilip (maddi delillerle savunmanın uyarlı olup olmadığı da tartışılarak) önce olgusal dünyaya ait maddi sorun, (olayın oluş biçimi) belirlenir, sonra da normatif dünya içinde yeralan ve hukuki sorun olan vasıflandırma (uygulanacak yasa kurallarının tespiti) yapılır. Sadece bu iki (maddi ve hukuki) sorun doğru çözüldüğünde hükmün hukuka uyarlılığından söz edilebilir.
İstinaf kanun yoluna başvuru mercii olan bölge adliye (istinaf) mahkemeleri, (maddi ve/veya hukuki sorunun çözümünde hataya düşüldüğü iddia edilen)istinaf konusuhükümle ilgili olarak hem maddi olay denetimi, hem de (olaya uygulanan yasa kuralları bağlamında) hukuki denetim yapar. Bu durum istinaf mahkemelerinin davayı yeniden görebilmesi (delil toplama, tanık dinleme, keşif vb duruşma işlemleri yapabilmesi) anlamına gelir. İstinaf mahkemesi bir dava dosyasında bulunan veya kendisinin topladığı tüm delilleri maddi ve hukuki denetime tabi tutarak, mevcut hükmü onayabilir veya önceki hükmü kaldırıp yeni bir hüküm verebilir.
VAKA DEĞİŞİRSE HÜKÜM DEĞİŞİR
Temyiz incelemesinde ise, Yargıtay, istinaf mahkemesince onanan ilk hükmü ya da istinaf mahkemesince verilen yeni hükmü,“sadece hukuki yönden” denetime tabi tutabilir. Bir başka ifadeyle, Yargıtay, dosyadaki delillere göre oluştuğu kabul edilen maddi olaya, hukuk kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığını gözetmekle sınırlı bir hukuki denetim yapabilir. Yargıtay temyiz incelemesi sırasında delil toplamaz, tanık dinlemez, keşif yapmaz. Kısacası davayı yeniden görmez. Bu sebeple istinaftan gelen hükmü onar ya da bozar. Bozulan hüküm yeniden bir hüküm verilmesi için, (niteliğine göre) ilk derece ya da istinaf mahkemesine iade edilir.
Nitekim CMK'nın 288 ve 301. maddelerinde de, temyizin, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanacağı, ve Yargıtay’ın, temyiz başvurusunda gösterilen ve usule ilişkin noksanları belirten olaylar hakkında inceleme yapacağı düzenlenmiştir.Bu hükümlere göre Yargıtay;
- Olayı belirleyen bir derece mahkemesi değil, olaya uygulanacak hukuk kuralının ne olması gerektiğini tespit eden bir denetim mahkemesidir.
- Olayın sübutunu değil, sadece hukuki tespiti (tanıyı) ortaya koyar.
- Kanunun yorumunu her zaman denetler, ancak (maddi olayın ceza yargılaması hukukuna uygun biçimde belirlenip belirlenmediği hususu dışında) olayların kanıtlanması bağlamında bir yargısal sonuca varamaz.
Özetle "Yargıtay temyiz incelemesi yaparken temyiz edilen dosyadaki maddi olguları inceleyemez, maddi vakıaların denetimini yapamaz ve kararı veren mahkemenin takdirinin yerinde olup olmadığını inceleyemez."[2]
Neden? Çünkü “vaka değişirse hüküm değişir.”
Nitekim birçok Yargıtay kararına baktığımızda da,“İlk Derece ve Bölge Adliye Mahkemelerince Kabul Edilen Somut Olay” veya “Bölge Adliye Mahkemesince de isabetli görülen …Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararına göre” denildikten sonra, (bu mahkemelerce kabul edilen) maddi olayın özetlendiğini ve bu oluş ve delillere göre yapılan (hukuki) değerlendirmenin isabetli olup olmadığının denetlediğini görmekteyiz.
Dolayısıyla Yargıtay kararlarındaki bu tür ifadeler, temyiz incelemesinin CMK'nın 288 ve 301. maddelerine uygun yapıldığı ve derece mahkemelerinin kabul etmiş olduğu maddi olayın Yargıtay aşamasında değişikliğe uğramadığı hususlarında güvence verir.
Peki, aksi bir uygulamanın sonucu ne olur; Yargıtay derece mahkemeleri tarafından kurulan hükmün dayandığı maddi olayı (dosyadaki delillere aykırı biçimde) değiştirip kendi ürettiği yeni maddi olaya göre bozma yaparsa ortaya nasıl bir durum çıkar?
Örneğin 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle görülen bir davada, Ağır Ceza Mahkemesi, Alay Komutan Vekili olan sanığa, terör örgütüne üye olmaksızın örgüt adına suç işleme suçundan ceza vermiş, İstinaf Mahkemesi ise bu kararı kaldırarak sanığın silahlı terör örgütü üyeliğinden cezalandırılmasına hükmetmiş olsun.
Yargıtay da, (“İstinaf mahkemesi tarafından da isabetli görülen Ağır Ceza Mahkemesinin maddi olay kabulüne göre” dedikten sonra), Komutan Vekili sanığın,Alay harekat merkezinde görevli bir astsubayın, saat 21.30 sularında (bir başka vesileyle aradığı Jandarma Genel Komutanlığından aldığı) darbe bilgisini iletmesi üzerine darbe girişiminden haberdar olduğu ve saat 22.31’de gönderilen sıkıyönetim mesajını, saat 22:47’de geldiği kışlada diğer mesajlarla birlikte teslim aldıktan sonra, muhabere merkezi amiri diğer sanığın, ne yapmaları gerektiği sorusuna “yapacak bir şey yok” diyerek yasa dışı mesaj emir ve eklerini saat 23.15'de bağlı birliklere çektirdiği, mesaj gönderilen birliklerin kendisinin bilgisi dışında bir iş yapmamalarını ilettirdikten sonra birliğinden ayrılarak İl Valisi ile birlikte bir kamu kurumuna ait tesise giderek kalkışmanın seyrini takip ettiği,şeklindeki (maddi) kabulüne dayalı olarak, sanık Komutan vekilinin eyleminin (suç teşkil ettiği açıkça belli olan emir doğrultusunda hazırlık yapıp beklemeye geçmek ve bağlı birliklere mesajları iletmek suretiyle) Anayasayı ihlal suçuna yardım etme suçunu oluşturduğu gerekçesiyle, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünü sanık aleyhine bozmuş ve yeniden bir karar verilmek üzere dosyayı Ağır Ceza Mahkemesine göndermiş olsun.
Ancak dosyadaki delillere ve derece mahkemelerince kabul edilen maddi olaya göre;
- Darbe girişiminden ilk defa haberdar olma zamanı 21.30 değil,22.15olsun.
- Komutan vekili sanık, mesajların çekilmesi hususunda bir emir vermemiş (hatta mesajların çekilmemesi hususunda açıkça emir vermemiş olmaktan dolayı kusurlu bulunmuş)olsun.
- Sıkıyönetim mesajı,(Komutan vekili sanık henüz mesajı incelerken) muhabere merkezi amiri diğer sanık tarafından ast birliklere çektirilmiş (ve bu husus “dinlenen tanık ve sanık beyanları ile mesajı gönderen sanık …ın beyanlarından söz konusu mesajın albayın doğrudan talimatı olmaksızın gönderildiği anlaşılmıştır.” şeklinde belirtilmiş)olsun.
- İl Valisi ile birlikte bulunulan yer, Içişleri Bakanlığı talimatı üzerine vali tarafından belirlenen, ilin diğer güvenlik yetkililerinin de bulunduğu kriz merkezi olsun,
Bu durumda sanık Komutan vekilinin eyleminin, “suç teşkil ettiği açıkça belli olan emir doğrultusunda hazırlık yapıp beklemeye geçmek ve bağlı birliklere mesajları iletmek suretiyle” gerçekleştiğini söyleyebilmek hala mümkün müdür?
Keza önüne gelen dosyada hiç yer almayan ve delillerle örtüşmeyen bir olay örgüsü ortaya koyarak maddi olayın “genetiğini” değiştiren Yargıtay’ın, ''Daire içtihadına yanlış anlam yüklenip yasal olmayan gerekçe ile suç vasfında yanılgıya düşülerek” hüküm kurulmuş olduğu saptamasını kabul edebilmek hala mümkün müdür?
Cevabı tek olan bu sorular çoğaltılabilir. Ama bu “istisna” uygulamanın sorunu bununla sınırlı değildir. Bir diğer sorun da, bundan sonraki yargılamayı hangi mahkemenin yapması gerektiğine ilişkindir.
Örneğimize göre, Yargıtay, istinaf mahkemesinin hükmünü, CMK'nın 302/2. maddesi uyarınca (hükmü etkileyecek nitelikteki hukuka aykırılıklardan dolayı) bozmuştur. Bir başka ifadeyle, Yargıtay’ca (303. madde uyarınca) davanın esasına hükmedilmediği gibi, hukuka aykırılığın düzeltilmesi yoluna da gidilmemiştir. Bu durumda CMK'nın 304/2. maddesi uyarınca “dosyanın yeniden incelenmek ve hüküm verilmek üzere bölge adliye mahkemesine” gönderilmesi gerekmektedir.
Ama Yargıtay, (istinaf mahkemesinin hükmünü bozmuş ve gönderme kararını CMK’nın 304. maddesine dayandırmış olmasına rağmen),dosyayı, yeniden bir karar verilmek üzere Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi de,(dosyanın istinaf mahkemesine gönderilmesi gerektiğinden Yargıtay’a iade edilmesi yönündeki talebi reddederek), istinaf mahkemesi hükmünü düzeltmek üzere (!)dosyayı sahiplenmiştir.
Sonuç olarak, şimdiki halde Sayın Bakanın “yargıya güveni de artırıyor” dediği “bir tane Yargıtay”, İskender aratan[3] bir kördüğüm üreterek, çözümün parçası yerine sorunun parçası (ve sebebi) olmuş durumdadır.
Böylesi bir karar da derece mahkemeleri nezdinde, dikkate alınması gereken “içtihat” niteliğinde olduğundan, “sorun” dosya sanığının mağduriyet sınırlarını aşma potansiyeli taşımaktadır.
Ve bu potansiyel hınzırca bir soruyu akla getirmektedir; “Acaba bir şekilde yargının elinden kurtarıldığı iddia edilen ‘hatırlı’ sanıklar gibi, bir nedenle mutlaka cezalandırılması istenen ‘seçilmiş” sanıklar da mı var?
[1] (https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/bakan-gul-sozcu-davasi-hakkinda-konustu-5547690/)
[2] Y.13.CD.’nin, 19.04.2018 tarih ve E: 2017/4876, K: 2018/6172 sayılı kararı.
[3]Cumhuriyet’in ilk yıllarında Mal Müdürlüğü’ne haciz uygulayıp, kararın sonunda da: ”Devlet haciz edilemez, ama devlet varsa.” diye yazabildiği için Atatürk'ün talimatıyla temyiz mahkemesine atanmışİnebolu Hakimi Ali Himmet BERKİ ve 1952 yılında henüz Anayasa Mahkemesi ortada yokken, önüne gelen davada uygulanan kanun hükmünü Anayasaya aykırı görerek davayı reddetmiş ve (zamanın Yargıtay'ı tarafından bozulsa da) bu kararıyla Anayasa Mahkemesinin kuruluşuna esin kaynağı olmuş , Akşehir Hakimi Refik GÜR birer İskender olarak şimdi anılarda kalmıştır.
Coşkun Özbudak
Odatv.com