"NATO, Türkiye'nin Batı ile bağlantısını sağlayan tek kurum"

"Türkiye ilk tercihi: NATO"

"NATO, Türkiye'nin Batı ile bağlantısını sağlayan tek kurum"


"NATO, Türkiye'nin Batı ile bağlantısını sağlayan tek kurum"

Burak Ünveren

Türkiye NATO için nasıl bir müttefik? Türkiye'nin izlediği dış politika NATO ile ilişkileri nasıl etkiliyor? Türkiye'nin Avrupa'nın güvenliği açısından nasıl bir önemi var? Selin Nasi DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

4 Nisan 1949 tarihinde imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması ile temeli atılan askeri ittifak NATO, geçen hafta 75'inci yaş gününü kutladı. İttifaka, 1952 yılındaki ilk genişleme evresinde Yunanistan ile eş zamanlı olarak katılan Türkiye, NATO'nun ilk üyelerinden biri olarak sayılıyor. Türkiye'nin o dönemde, Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren izlediği denge politikasını terk ederek yüzünü Batı ve NATO'ya dönmesinin arka planında,Josef Stalin liderliğindeki eski Sovyetler Birliği'nin Türkiye'den toprak talep etme tehdidi yatıyor.

Aynı şekilde Rusya tehdidi nedeniyle NATO'ya son aylarda katılan İsveç ve Finlandiya'nın müttefik olma sürecinde Ankara'nın izlediği dış politika, Türkiye ile NATO arasında yaşanan krizlerden biri oldu.

Türkiye-NATO ilişkilerini DW Türkçe'ye değerlendiren siyaset bilimci Selin Nasi, Türkiye'nin "NATO için önemli bir müttefik" aynı şekilde NATO'nun da "Türkiye için çok önemli bir kurum" olduğunu belirtti. NATO'nun "Türkiye'nin Batı ile çıpasını sağlayan, geriye kalan yegâne kurum" olduğunu vurgulayan Nasi, arada çıkan çatlak seslere rağmen, "Türkiye NATO'dan uzaklaşmadığını ve NATO'ya alternatif düşünmediğini" söyledi.

Türkiye'nin müttefikliğini, NATO ve Türkiye'nin karşılıklı olarak birbirleri için ne ifade ettiğini ve Türkiye'nin ittifaktaki geleceğini, çalışmalarını Londra Ekonomi ve Siyaset Okulu'nda (LSE) sürdüren siyaset bilimci Selin Nasi ile konuştuk.

DW Türkçe: Türkiye, birkaç yıl önce Suriye'nin kuzeyine düzenlediği askeri operasyon olsun, Rusya'dan S-400 hava savunma sistemlerinin satın alımı olsun, İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyeliğinin bloke edilmesi olsun, zaman zaman Batılı müttefiklerinin kollektif yolu yerine kendi yolundan gitmeyi tercih eden bir müttefik. Sizce Türkiye'nin bu tek taraflı dış politika tercihleri, NATO müttefikliğiyle örtüşüyor mu, yoksa burada bir çelişkiden söz edebilir miyiz?

Selin Nasi: Türkiye tam anlamıyla siyah-beyaz değil, gri bir noktada. Ve Türkiye gri noktada olan tek ülke değil. Ben buna çok taraflı demeyi tercih ediyorum ama Türkiye, "stratejik otonomi" kavramının altını çizmeyi çok seviyor. Stratejik otonomi, bağımsız, dik duruş sergileme bağlamında Ankara'nın hoşuna giden bir ifade. Türkiye'nin son 10-15 yılda daha bağımsız bir dış politikaya yöneldiği bir gerçek ve bu devam edecek.

Bu sadece Türkiye'deki hükümete bağlı bir gelişme değil. Bu, küresel değişimin, Batı'dan Doğu'ya güç kaymasının, ABD'nin liderliğinin kan kaybetmesinin bir sonucu olarak, aslında ABD'nin tüm müttefikleri için geçerli. Örneğin Avrupa'da da Çin'le rekabete ilişkin daha farklı politikalar benimseyen ülkeler var. 

Dolayısıyla artık ülkeler, Amerika ile eş güdümlü değil, kendi çıkarlarını ön planda tutan politikalar geliştiriyor. Bu, küresel ölçekte gözlemlediğimiz bir durum.

"Türkiye'nin göze batmasının nedeni, hükümetin retoriği"

Peki Türkiye'yi özel kılan ne?

Türkiye'nin bu kadar göze batıyor olması, hükümetin benimsediği Batı karşıtı retorikten kaynaklanıyor.

Bu retoriğin iç siyasette AKP açısından bir getirisi var. Türk siyasi kültüründe içselleştirilmiş, zaman zaman yükselişe veya inişe geçen bir Batı şüpheciliği var. Bu hep olmuştur. Ama dönem dönem Batı ülkeleriyle yaşanan sorunlara bağlı olarak, bu Batı şüpheciliği Batı karşıtlığına dönüşüyor. 60'ların sonunda, bu, "NATO'ya hayır" sloganlarıyla, askerlerin denize atılmalarına kadar vardı. Son dönemde ise, bir taraftan Batı ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışılırken, Batı karşıtı söylem de belirli bir oranda muhafaza edilmeye çalışılıyor. Bu ikisi aynı anda yürüyünce, ciddi bir çelişki yaratıyor.

Öte yandan Türkiye'de NATO'yu ABD ile özdeşleştiren bir algı mevcut. Bu da Türkiye-NATO ilişkilerini, en azından görünüşte, olumsuz etkiliyor. ABD ile ilişkilerin kötüleşmesine paralel olarak, NATO'yu ABD ile özdeşleştiren toplumsal algı, bu yönde beyanatları da beraberinde getirmiş oluyor. Gerek karar alıcılar gerek düşünce insanlarının ortaya attığı fikirler olsun, NATO'ya daha eleştirel yaklaşıyorlar.

Evet, S-400 meselesi Türkiye'nin NATO'ya bağlılığına gölge düşüren bir gelişmeydi ve hâlâ pürüzlü bir konu olarak gündemde. Ama gelecek dönemde Türkiye'nin ABD ile ilişkilerinin düzelmesi ve gelişmesine bağlı olarak bu konuda farklı çözümler getirilebilir.

Ankara'nın Moskova ile sürdürdüğü olumlu ilişkiler, Türkiye'nin NATO'ya sadakatinin sorgulanmasına dahi yol açtı.

Rusya'nın Kırım'ı ilhakı ve ardından Ukrayna'yı işgali bağlamında hâlâ devam eden savaş, Türkiye'nin Batı ülkelerinin güvenliği açısından da önemini artırdı. Ankara, Ukrayna savaşının yarattığı ortamdan mümkün olduğunca çok faydalandı.

Avrupa için de önemli olan tahıl anlaşmasını Türkiye, Rusya ile yakın bağları sayesinde kotarabildi. İyi ilişkiler, arka planda arabuluculuğun yürütülmesini sağladı. Bazen, sevmediğimiz grup ve ülkelerle de iletişimin sağlanması gerekiyor. Arabuluculara ihtiyaç var ve Türkiye burada önemli bir rol oynayabiliyor. Dolayısıyla sorunun, şikâyet edildiği kadar da büyük olduğunu düşünmüyorum. Burada biraz "laf salatası" yapılıyor. Türkiye'nin Rusya'ya karşı ekonomik yaptırımlara katılmaması eleştiriliyor ancak Avrupalı firmalar Türkiye üzerinden Rusya'ya mal satıyorlar.

Batı'nın Türkiye'ye bakışı açısından son dönemde yaşanan en büyük kırılma, Ankara'nın Stockholm ve Helsinki'nin üyeliklerine yönelik tutumu oldu…

Sorun, biraz da işlerin yapılış biçimiyle ilgili. İsveç-Finlandiya süreçleri bence Türk tarafınca sorunlu bir biçimde yönetildi. Eğer bu kadar kamuoyu önünde yaşanmamış olsaydı, karşı taraftan daha farklı teminatlar ve imtiyazlar da sağlanabilir, süreç Türkiye'nin daha lehine işletilebilirdi. Ancak öyle bir noktaya gelindi ki, Türkiye'nin, her dış politika mevzusunu bir pazarlık unsuru olarak gören bir ülke olarak algılanmasına yol açtı. Halbuki Türkiye'nin İsveç'e yönelik itirazları haklı gerekçelere dayanmaktaydı. İsveç'in Türkiye'nin teröre karşı güvenlik endişelerini paylaşmamasından kaynaklanıyordu.

Bu çok acı bir şey maalesef. Bu, doğru ve düzgün bir dış politika yapım yöntemi değil. Bu kadar gürültülü değil, arka planda diplomasi yoluyla yürütülmeliydi.

"Her şeye Erdoğan karar veriyor"

Türkiye'nin dış politikasını yürütme biçiminin, NATO ile ilişkilerde yaşanan kırılmalar üzerinde nasıl bir etkisi var?

Dış politika sorunları da maalesef iç politikaya endekslenmeye başlandı. Bu da uzun süredir AKP'nin iktidarını konsolide etmesine bağlı olarak gelişen bir olgu. AKP'nin iktidarda olduğu ilk dönemden sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendisine rakip olabilecek kişi ve kurumları elimine etmesi sonucunda, denge sağlayıcı kurumlar dış politikada etkisini kaybetti. Dış politika yapımı önce Erdoğan ve etrafındaki birkaç danışmana indirgendi. Son tahlilde her şeye Erdoğan karar vermekte.

Bu, Türk dış politikasının yapısal bir sorunu hâline gelmiş durumda. Biz siyaset bilimciler, uluslararası ilişkilerde her zaman rasyonel kararlar verilmediğinin bilincindeyiz. Ama rasyonel kararlar verilmediğinde bu dengeleyici kişi veya kurumlar devreye girerek bu kararları düzeltebiliyor veya hasarı onarıcı birtakım tedbirler oluşturabiliyorlar. Türkiye'de ise bu yaşanamıyor. Yanlış bir karar alındığında, geri dönüp bu kararların tartışılması da söz konusu olmuyor çünkü buna olanak sağlayacak bir siyasi ortam mevcut değil.

"NATO, Türkiye'nin Batı'ya dönük yüzü"

Son yıllarda Batı toplumlarında da Türkiye'nin NATO üyeliğinin dahi sorgulandığı bir tutum gözlemliyoruz. Batılı yurttaşların, sosyal medya yorum sütunlarında, "Türkiye'yi NATO'dan atalım" gibi çağrılarda bulunması dahi normalleşti. Sizce, Türkiye, NATO için ne kadar vazgeçilmez bir müttefik?

Türkiye NATO için önemli bir müttefik, aynı şekilde NATO da Türkiye için çok önemli bir kurum. NATO bugün, Türkiye'nin Batı ile çıpasını sağlayan, geriye kalan yegâne kurum. Türkiye'nin Batı'ya dönük yüzünü, Batı ile bağlantısını sağlayan kurum. Türkiye'nin AB üyeliği perspektifi fikren ortada tutulsa da Ankara nezdinde bu hedefin içtenlikle, gerçek anlamda benimsediğini gösterecek bir işaret yok.

Avrupa içerisinde sürekli şikâyet edilen, Türkiye'nin Yunanistan'a karşı sözde tacizkâr yaklaşımından rahatsız oldukları için Türkiye karşıtı söylemlerin yükseldiğini dönem dönem görüyoruz. Bu daha ziyade NATO içerisindeki AB üyelerinin Türkiye'ye karşı bir kamuoyu oluşturma çabası. Dolayısıyla bunu kendi iç politika kaygılarıyla dillendirdikleri kanaatindeyim. Türkiye'yi bir şekilde farklı konumlandırarak, kendilerinden farklı, uzak bir konumda, mesafede tutmaya çalışıyorlar.

AB genişleme perspektifinde Türkiye'yi listelemiyorlar bile. Bosna-Hersek giriyor, Türkiye girmiyor. Pek akıl alır bir yaklaşım değil. Maalesef bu miyoplukta devam etmekteler. Dolayısıyla ben Avrupalı devletlerin öz eleştiri yapmaları gereken vaktin gelip geçtiğini düşünüyorum.

Türkiye Avrupa'nın güvenliği açısından ne derecede önem taşıyor?

Avrupa'nın, NATO olmaksızın, kendi güvenliğini tek başına sağlayacak yeterli imkân ve kabiliyete sahip olmaması, ciddi bir sorun. Dolayısıyla her ihtimalde, Türkiye'nin NATO ve Avrupa güvenlik perspektifi içerisinde daha etkin bir rol oynayabileceği bir dönem yaklaşmakta. Fakat hâlâ belirli sorunlara takılıp kalınıyor. Atılabilecek çok daha yapıcı adımlar var.

"Türkiye'ye eleştiriler biraz haksız"

Görünen o ki, Batılı müttefikleri ve Türkiye, güvenlikleri açısından birbirlerine aslında oldukça bağımlı. Buna rağmen bir güven sorunu var gibi duruyor.

Türkiye'nin ABD ile ilişkilerinde yaşadığı sorunlar, ister istemez NATO ile ilişkilerin de sorgulanmasına neden oldu. Soğuk Savaş'ın bitiminden itibaren ABD'nin Türkiye'nin çevresinde, özellikle de Ortadoğu'da izlemiş olduğu politikalar, Türkiye'nin güvenlik çıkarlarına karşıt birtakım sonuçlar doğurdu. Türkiye çok uzun zamandır, özellikle terörle mücadele konusundaki güvenlik endişelerinin yeterince ciddiye alınmadığını düşünüyordu.

Özellikle de ABD'nin Suriye'de YPG-PYD ile iş birliği yapıyor olması, 5 Ekim'de Türk SİHA'sının Suriye hava sahasında düşürülmüş olması… Ankara'nın gözünden bakıldığında, "İki müttefik arasında böyle bir güvensizlik, NATO ittifakıyla uyumlu mu uyumlu değil mi?" sorusunu da gündeme getiriyor. Ama öte yandan Türkiye'nin Kırım'ın ilhakı sonrasında Rusya'dan silah satın alan tek NATO ülkesi olması da müttefikler açısından kafa karıştırıcı.

Aslına bakarsanız, güvensizlik karşılıklı. Ama bu güvensizliğin aşılması gerekiyor.

Türkiye, NATO bünyesinde kendisinden beklenen sorumlulukları da fazlasıyla yerine getirmeye çalışan bir müttefik. Ukrayna savaşının ortaya çıkarmış olduğu durumda, Türkiye NATO'nun hem kara gücüne hem de hava sahasını açarak hava gücüne destek vermekte. Yapılan tatbikatlara da aynı şekilde. Montrö Sözleşmesi'ni işletmek suretiyle, Karadeniz'de önemli bir denge sağlayıcı aktör konumunda. Rusya'nın Akdeniz'den gemilerinin geçmesine izin vermeyerek aslında Ukrayna'ya da destek veriyor.

Eleştiriler yersiz olmamakla birlikte ben bu eleştirileri biraz haksız buluyorum. Özellikle Ukrayna savaşı sonrasında Türkiye'nin NATO'ya sağladığı destek düşünüldüğünde, Ankara bu eleştirileri çok da hak etmiyor.

"Türkiye ilk tercihi: NATO"

Türk hükümeti, yakın geçmişte, çeşitli fırsatlarda, Şanghay İşbirliği Örgütü'ne katılmayı arzuladığı, Batı'nın alternatifsiz olmadığı yönünde mesajlar verdi. Sizce bu söylemler gerçekçi mi?

Şanghay İşbirliği Örgütü'ne üyelik meselesi, diyalog ortaklığında kaldı. Türkiye, özellikle de ABD ile ilişkilerin düzelme sürecine girdiği şu dönemde, böyle bir gelişmeyi olası görmüyorum. Ama hakikaten de önümüzde öngörülemeyen bir hükümet var. Özellikle de bu tarz adımları Batı ülkeleri ve özellikle de ABD'den arzularının karşılanması için bir baskı unsuru olarak kullandıkları kanaatindeyim. Bu baskı taktiği, daha önceden ABD tarafından farklı bir şekilde yönetilseydi, iş S-400'lerin satın alınmasına da varmayabilirdi.

Türkiye, öncelikli tercihi her zaman NATO'dan yana kullanıyor. Bu Suriye'de de böyle. Suriye'de uçuşa kapalı bölge oluşturulması için NATO'dan defalarca talepte bulunuldu. Ancak Rusya'yı karşılarına almak istemediler. Top mermileri Türkiye topraklarına düştüğünde de Ankara dördüncü maddeyi kullanarak iki defa toplantı talebinde bulundu ancak istenilmedi. Rusya'nın uçağı düşürüldüğünde de böyle bir talepte bulunuldu ancak Ankara, NATO'yu işin içine çekemedi. Türkiye'nin amacı hep NATO içerisinde bir güvenlik şemsiyesi yaratılmasıydı.

Türkiye'nin NATO'yu terk etme gibi bir planı veya kabiliyeti var mı?

Zaman zaman, "Türkiye NATO'dan çıkar mı çıkmaz mı?" sorusu gibi, çatlak sesler duyuyoruz. Ancak Türkiye'nin savunması açısından NATO'nun önemi yadsınamaz. İlişkilerin en gergin olduğu dönemde dahi Türkiye NATO'dan çıkma konusunda herhangi somut bir adım atmadı.

Taraflar arasında hem bir yaklaşım hem de bir güven sorunu var. Ancak pratiğe baktığınızda, Türkiye NATO'dan uzaklaşmıyor, NATO'ya bir alternatif düşünmüyor. Öte yandan Türkiye'nin tüm savunma sistemleri, NATO ile uyumlu. NATO malzemeleri, silahları, uçakları ve bütün mekanizmalarına entegre. Bütün bir sistemi değiştiremezsiniz.

dw