Neden hep yoksul çocukları şehit düşüyor?

ASKER MİLLETTEN ÇİP SATMAYA GEÇEMEYİNCE

Neden hep yoksul çocukları şehit düşüyor?


Neden hep yoksul çocukları şehit düşüyor?

İsmet Berkan, başlıktaki soruyu baştan sona yanlış buluyor. Dün Karar’da yazdı.

Berkan’a göre doğrusu şöyle olmalı:

“Sorgulaması gereken şey, ‘neden zenginlerin çocukları ölmüyor’ meselesinden önce ‘neden insanlar ölüyor’ sorusu olmak gerekmez mi?

Sanki dağlarda ölmek kader de biz ölenlerin kimliklerini eşitlemeye çalışıyoruz. Oysa dağlarda ölmenin kader gibi algılanmaktan çıkartılması için çalışmak, kimse ölmesin diye uğraşmak değil midir siyasetçinin görevi?

Ölene, şehit düşene üzülmek yerine ‘neden falanca değil de filanca öldü’ diye sormak, ölümü normalleştirmekten bile beter bir şey değil midir?”

Baştan sona haklı ama zaten yanlış bulduğu soru da buradan çıkıyor.

Askerlik, ucunda ölüm olan bir meslek. Ve terörle mücadelede görevlendirilenler, askerliği profesyonel olarak seçenler. E onlar da doğal olarak yoksul sınıflardan geliyorsa şehit ateşinin sıvasız gecekondulara düşmesi normal midir?

Berkan’ın da normal karşılamadığı açık.

Öyleyse itirazı neye? O soru, bunu normalleştirmeye tepkiden. Iskalıyor.

Lüks apartman çocukları da, alafranga bebebeleri da ölsün; zenginler niye şehit düşmüyor, diyen yok ki!

‘Niye hep fakirler şehit, zenginler gazi’ sorusu, şu rahatsızlığın dışa vurumu:

Fakirler vatan için ölürken zenginler, yaşatma yollarını aramak yerine, olması gereken buymuş gibi rahat rahat şehitlik edebiyatı paralıyor. Çünkü tuzları kuru, ucu onların çocuklarına dokunmuyor.

Şehitlikle müjdeleyip cennette Peygamber’e komşu gitmekle avutmak, şehadet şerbetini içen hep başkasının evladıysa dile kolay.

Biraz da mangalda kül bırakmayanlara nasip olsun, deyin de görün sıkıysa!

Cumhurbaşkanı Erdoğan da şehit haberlerinin normalleştirilmesine karşıydı. Şu sözleri, 4 Nisan 2013’ten:

“Her yıl belli sayıda şehit vermeyi, büyük bedeller ödemeyi sineye çeken, kabullenen bir anlayış, ne insanidir ne de vicdanidir.”

Yani terörle mücadelede her kayıp kaçınılmaz, her şehit kader değil.

Aslolan ölüm yerine yaşamı yüceltip savunmaktır. Terörle doğru mücadele edilip edilmediğini sorgulamak da hak.

Sorgulayanları vatan hainliğiyle, terörle mücadeleyi istememekle suçlayanlar, hem şehitlerin hatırasına sahip çıkmıyor hem de şehitleri siyasi hesaplarına alet ve istismar ediyor.

Dün yazmıştım; teröristi Meclis’te, sandıkta, belediyelerde arayıp muhalefetin tamamını terörle mücadeleye hedef göstermeye siyaset yapma ve ifade özgürlüğü, diyorlar.

Vatan evlatları, onlara seçim ve belediye kazandırmak için şehit düşüyor sanki. Böyle istismar özgürlüğü görülmedi.

Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu, bu değilse başka nedir?

Ayrıca terör, dağa iterek kazanılamazdı. Düz ovada siyasete teşvik ederek yenilecekti. Milli güvenlik siyaseti böyleydi.

Vatan sağ olsun da...

Demek ki siyaset yapma özgürlüğü ve serbest tartışmayı kendilerinden başkasına yasaklayanlar, terörü bitirmeye çalışmıyor.

Nasılsa fakirler ölüyor, diye mi umursanmıyor?

Başlıktaki soru, işte bu gerçeğin şehitlik kutsamasıyla örtülmesine bir tepkidir.

ASKER MİLLETTEN ÇİP SATMAYA GEÇEMEYİNCE

Niye hep fakir çocukları, sorusu istismarcıların maskesini indirmenin yanı sıra bir de şunu hatırlatıyor:

Geçinemeyen yoksul çocuklarına, daha iyi şartlarda iş, askerlikten daha cazip ekmek kapısı için fırsat eşitliği niye sunulamıyor?

AK Parti iktidara geldiğinde üç tarafı deniz, dört tarafı düşmanla çevrili, asker bir millettik. Dünyayla yegâne pazarlık gücümüz ve en büyük ihraç markamızsa ordumuzdu.

Buyurun, 4 Mart 2002 tarihli Milliyet’ten bir haber size:

“Ünlü para sihirbazı George Soros, önceki gün Sabancı Üniversitesinde kalabalık bir topluluğa ilginç bir konuşma yaptı. İzleyicilerden biri, Türkiye ile Arjantin’i karşılaştırmasını istedi. Soros’un yanıtı şöyle oldu:

‘Türkiye’nin Arjantin’den tek farkı stratejik pozisyonudur. Bu stratejik pozisyonuna bağlı olarak, Türkiye’nin en iyi ihracat ürünü de ordudur.”

AK Parti, bu algı ve anlatıyı değiştirecekti.

Ordumuz yine güçlü olacaktı. Ama dünyaya satabileceğimiz, milletimize sunabileceğimiz en büyük varlığımız; ordumuzun kalabalıklığı ve askerlik hizmetinden ibaret olmayacaktı.

Yumuşak güç ürünleri, çip gibi yüksek teknoloji ürünleri geliştirecektik. Dünyayla bilişimde rekabet edecektik. Üniversitelerimizin başarılarında, kişi başı milli gelirimizde yarışacaktık.

Komşularla sıfır sorun politikası da, Çözüm Şüreci de bunu sağlamaya yönelikti.

Fakat Vietnam bile yüksek teknoloji ürünleri ihracatında gerimizden gelip bizi geçti. Romanya, kişi başı milli gelirde solladı.

İstihdama yumuşak güç kapıları açılamadı.

Türkiye sınıf atlayamayınca yoksullarımız da sınıf atlayamadı.

Askerlik, sadece profesyonelleştiği için rağbet görmüyor. Orta sınıf eridiği, aşağıdan yukarıya sınıf geçişkenliği kalmadığı için de gözde mesleğe döndü.

AKİF BEKİ / KARAR