Numan Kurtulmuş ne yapacak?
‘SUHULETLE ÇÖZMEK’
Numan Kurtulmuş ne yapacak?
Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un önünde iki dosya var: Biri Yargıtay’a ait ve Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesini istiyor. Öbürü Anayasa Mahkemesi’ne ait ve Can Atalay’ın tutuklanmasının “hak ihlali” olduğunu belirtiyor, tahliye edilerek milletvekili sıfatıyla Meclis’teki görevine dönmesini gerektiriyor.
Kurtulmuş’un yapabileceği iki şey var:
- Biri partisinin Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı tarafından açıklanmış siyasi tavrına uyarak Yargıtay kararını Meclis’e sunmak, Can Atalay’nın milletvekilliğinin düşürülmesini sağlamak… Bu siyasi ve ‘partizan’ bir tavır olur.
- Diğeri Anayasa Mahkemesi kararına uymak, Meclis’e “AYM kararının Mahkeme tarafından uygulanmasını bekliyoruz” diye tezkere göndermek. Bu hukuki bir davranış olur.
‘SUHULETLE ÇÖZMEK’
Kurtulmuş bugüne kadar “dengeli” götürdü. Partizan açıklamalar yapmadı. Son olarak “suhuletle çözmeliyiz” diyerek sağduyulu bir açıklama yaptı. Fakat artık karar zamanı geldi ve önünde iki seçenekten başka çözüm yok; ya partisine ya hukuka itibar edecek.
İktidar bu sorunu kendi bildiği gibi bir sonuca ulaştırmak için Meclis’e kanun sevk edebilir ama öyle bir kanun geriye yürütülemez, Can Atalay’a uygulanamaz.
Haa, “ben uygularım” derlerse, bu 1925’teki Takrir-i Sükun Kanunu(un geriye yürütülmesi gibi bir şey olur; üstelik 21. Yüzyılda!
Takrir-i Sükun demişken Sayın Kurtulmuş’a Cumhuriyet tarihimizde iki “ibret” hatırlatmak isterim.
TARİHTEN İKİ ÖRNEK
Yakın tarihimizden fazilet abidesi iki şahsiyet; Fethi (Okyar) Bey ve Kazım Karabekir Paşa…
Fethi Bey 1 Mart 1924’te Meclis Başkanlığına seçildiğinde teşekkür konuşmasında şu ilkeyi ifade etmişti:
“Bütün üyelere ayırımsız ve âdilâne bir surette münakaşa hürriyetini muhafaza etmek ve her fikrin, her mütalâanın, her teklifin hakkını vermek ve müzakere eylediğimiz her maddenin, milletin menfaatine muvafık olmasını temin etmek için her türlü mütalâaya yol açmak…” (Zabıt Ceridesi, Devre II, cilt 7, s.7)
Bütün ömrünce bu ilkeye bağlı kaldı. Takrir-i Sükûn Kanunu’na karşı çıktı… Serbest Fırka’ya liderlik etti…
Milli Mücadele’nin Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, 1939’a kadar süren ev sürgününden sonra, İsmet Paşa’nın barış politikasıyla milletvekili ve ardından Meclis Başkanı seçildiğinde “başkanlık görevimi tam bir tarafsızlıkla ve İçtizüğümüze uygun olarak göreceğimi arz ederim” vurgusuyla teşekkür konuşmasını yaptı. (Zabıt Ceridesi, Devre VIII, cilt 1, s. 2)
Muhalefetteki DP, Meclis’te özgürce konuştu, eleştirdi, önergeler verdi, önergeleri işlem gördü. Hatta Milli Şef, 1950’de uygulanacak olan Seçim Kanunu’nu DP ile birlikte hazırladı…
Bu olaylar gibi Sayın Kurtulmuş’un Meclis Başkanlığı dönemini de yarın tarihçiler yazacak.
ANAYASA’NIN ÜSTÜNLÜĞÜ
Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı modern hukuk devletinin birinci özelliğidir. Zira hür bir parlamentonun yasama ve denetim görevi yapması, seçme ve seçilme hakkı, seçilmiş iktidar, muhalefet hakkı, fikir ve ifade hürriyeti gibi değerlerin kaynağı anayasadır. Temelinde kuvvetler ayrılığı vardır.
Meclis Başkanları bir parti listesinden milletvekili seçilmiş olsa da tarafsız olmalarının temelinde kuvvetler ayrılığı ilkesi vardır. Meclis Başkanlarının parti kararını değil, yargı kararını uygulaması lazım. Hangi yargı? Bunun cevabı anayasamızda vardır:
“Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” (Madde 153)
Peki, Yargıtay ‘AYM ‘yetkisini aştı ben yetkiliyim’ diyor ve iktidar da onu destekliyorsa?.. Anayasa’da bu konuda da bağlayıcı hüküm vardır:
“Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.” (Madde 158)
Meclis Başkanı’nın Anayasa Mahkemesi kararanı esas alması hukuk devletinin gereğidir.
TAHA AKYOL / KARAR