O dosyanın kapağını açınca şaşırıp kaldım
Ramazan Bulut yazdı...
O dosyanın kapağını açınca şaşırıp kaldım
Ramazan Bulut yazdı...
Montaigne, “Denemeleri”nde “Neron’un gerçek imajı zalimlik olmuştu; yargıç bir caniye ölüm cezası verince, devlet ilkesine göre bu kararı Neron’un imzalaması gerekiyordu. ‘Keşke hiç yazı yazmasını öğrenmeseydim!’ yanıtını verdi; bir insanı ölüme mahkûm etmek onun yüreğini bu kadar sıkmıştı” der.
Adalet böyle bir şey... Zalimliği ile mâlûl Roma İmparatoru Neron’un veya onun gibilerin bile canını sıkabilmiş demek.
Böyle bir vicdan muhasebesini yapmak için ille de işin ucunda ölüm olması şart mıdır? Öyle adli süreçler vardır ki ölümden de beterdir. Hakkındaki suçlamayı onuruna yediremeyip “Bana bu oyunu oynayanlara ve sahip çıkmayanlara kırgınım” diye mektup bırakarak intiharı daha şerefli bulan Kumpas mağduru Ali Tatar’ı hatırlayalım lütfen!
TİKSİNİR OLDUM
Son zamanlarda zorunlu olmadıkça içinde “FETÖ” geçen cümleler kurmamaya karar vermiştim. Çünkü bu kelimeden adeta tiksinir oldum. En başta gelen neden ise geçmişte bu örgütle en çok irtibatı bulunanların şimdilerin en çok “ciyaklayanları” olmasıdır. Birilerinin bu kavramı bir koruma kalkanı gibi ileri sürme pişkinliklerini artık midem kaldıramıyor.
Geçenlerde önüme bir dosya getirdiler. Daha kapağını açar açmaz kapatmak geldi içimden. Belli ki klasik bir FETÖ soruşturmasıydı. Fakat şüphelinin yirmi yaşında yani 2000 doğumlu bir üniversite öğrencisi olması ilgimi çekti. İçimden “Vay be, örgüt hala mı aktif?” diye geçirmeden edemedim. Hem de bu zamanda ve bu şartlar altında!
Ancak suç tarihine bakınca daha da şaşırdım. İsnat edilen suç tarihleri dosyada 2013-2014 yılları olarak belirtilmiş. Yani şüpheli henüz 13-14 yaşlarında iken iki-üç kez örgüt toplantılarına katılmış ve iki kez de ankesörlü telefonla örgüt mensuplarınca aranmış. Peki ne mi olmuş? 11.12.2020 tarihinde İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderilmiş.
Buradaki mesele, şüphelinin örgüt mensubu olup olmadığı değildir. Vahamet, soruşturmanın yürütülme biçimi ve adalet duygusundadır. Bu yüzden de bu gencin 2013-2014 yılında örgütle ilişkisinin bulunduğu varsayımından yola çıkarak analizime devam edeceğim.
NAMAZA ZORLADIKLARI İÇİN…
Şüpheli E.K ifadesinde, 2012-2013 yıllarında Anafen Dershanesi’ne gittiğini, 2013-2014 yılları arasında ise Final Dershanesi’ne devam ettiğini, 2014 yılında Heybeliada Deniz Lisesi’nde okuduğunu, 2016 yılında okulun kapatılması ile birlikte Anadolu Lisesi 3. sınıfa yatay geçiş yaptığını, mezuniyetine binaen 2019 yılında üniversite sınavını kazandığını ve şu anda üniversite 1. sınıf öğrencisi olduğunu belirtmiş.
E.K ifadesine devamla Anafen Dershanesi’ne gittiğinde iki kişinin kendisiyle ilgilendiğini, birkaç kez sohbete götürdüklerini, namaza zorladıkları için de dershanesini değiştirmek zorunda kaldığını söylemiş. E.K’ nın iki kez ankesörle arandığı dönem, bu dönem.
İfade aşamasında etkin pişmanlıktan faydalanmak isteyip istemediğini sormuşlar. O da “Evet” demiş ve kendisi ile irtibatta olan, onu sohbete ve namaza zorlayan kişilerin isimlerini bir bir söyleyivermiş.
Gelelim mahkemenin tutuklama gerekçesine: “Şüphelinin alınan ifadesinde etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istediğini beyan etmiş ise de, emniyet aşamasında ve sorgu aşamasında vermiş olduğu ifadesinin etkin pişmanlıktan yararlanması açısından takdiri kovuşturmayı gerektirdiği... Şüphelinin yapılan ankesör havuz sorgusunda toplamda 2 defa sabit hattan arandığı... Örgütsel toplantılara katıldığına dair beyanlarının bulunduğu…”
Tekrar belirtmek istiyorum E.K. bu tarihte henüz 13-14 yaşında ve anlaşılıyor ki birileri tarafından bir şeylere “zorlanan” bir öğrenci... Yani 2014 yılından sonra isnat edilen başkaca bir eylemi dosyada söz konusu değil.
Mevzuatımıza ve çocuk ceza hukuku ilkelerine göre, yasada suç olarak görülen bir eylemi gerçekleştiren 13-15 yaş grubunda yer alan bir çocuğun ceza sorumluluğundan bahsedebilmek için, çocuğun üzerine atılı suçun “hukuki anlam ve sonuçlarını algılama” ve “davranışlarını yönlendirme” yeteneklerine sahip olması gerekmektedir. Bu yüzden de 18 yaş altı kişilere “sanık” denmez; “Suça Sürüklenen Çocuk” (SSÇ) denir. Dolayısıyla çocukların suça itilme olgusunun ortaya çıkarılması bağlamında, bu yaş grubunun yargılaması özel olarak kurulmuş çocuk mahkemelerinde yapılır. Bu çocuklar ceza alsalar bile haklarında 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun yarım kat artırım öngören 2/2 maddesi de uygulanamaz.
HANGİ VİCDANLA AÇIKLANABİLİR
Olayımıza geri dönelim. Söz konusu tarihte saçları ağarmış yetişkinlerin bile fark edemediği (veya fark etmek istemediği/işine gelmediği) bir hususu henüz tüyü bile bitmemiş 13-14 yaşlarındaki bir çocuk nasıl bilebilsin?
Hadi o tarihte “suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği” bu çocukta varmış farz edelim. Birileri aldanma hakkını son damlasına kadar kullanırken bu çocuktan zerresini dahi esirgemek hangi vicdanla açıklanabilir?
Birilerinin çocukları bu örgütün dershanelerine ve okullarına gitmekle kalmayıp, bir de burs almak suretiyle hâlihazırda devlet kadrolarında bülbül gibi şakırdarken E.K gibilerin bindiği her dalı kesmek nasıl bir hakkaniyet duygusudur?
Koskoca bir devlet ve onun yargısı bir çocuktan bu kadar mı korkar? Eğer güçlüyseniz ve de haklı iseniz alır o çocuğu eğitirsiniz. Fakat hala eğitemiyorsanız; o zaman sisteminizi ve ideolojinizi yeniden gözden geçirmek zorundasınız. Bunun acısını eğitemediklerinizden çıkararak değil. Hele ki 13-14 yaşlarında işlediği iddia edilen bir suçtan dolayı üniversite 1. sınıf öğrencisini tutuklayarak hiç değil. Bu suçun karşılığını askeri liseden atarak zaten ödetmişsiniz. Ödetmeyi bırakın, okulunu bile kapatmışsınız!
Bu mudur hukuk reformundan muradınız? Gerçekten söylüyorum: Bir müddet kapatın gitsin şu hukuk fakültelerini. Zaten istediğinizi yapıyorsunuz. Bari bu fakülteleri sirke çevirmeyelim. Öğrenciler “Hocam hani çocuk yargılamaları farklıydı?” dediklerinde hocalar ne yapsın? “Görmedim”, “duymadım”, “bilmiyorum” şeklinde üç maymunu mu oynasınlar?
Yüce yargımızın E.K olayına nasıl bir hukuki kılıf uydurmuş olacağını da belirtmeden geçmeyelim. Örgütlü suçlar temadi (devam) eden suçlardan olduğu için temadi yakalanmayla son bulur. İyi de E.K’nın 2014 yılından yani 14 yaşından sonra örgütle iltisakını gösteren tek bir delil bile yok.
Bu durumda suça sürüklenen çocuk (SSÇ) kapsamında olması gereken E.K tamamen bir varsayıma dayanılarak sanık rütbesine yükseltilmiş olacaktır.
Hukuku bin bir kurnazlıkla aşıp güç devşirmek ve bu gücü zayıflar üzerinden sürdürmek her devirde mümkün olmuştur. Mesela 12 Eylül darbecileri tarafından yaşı büyütülüp asılan Erdal Eren gibi. Sözde eşitliği sağlamak uğruna soldan Necdet Adalı ve sağdan ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nun idamları ise bir utanç abidesi olarak hala yerini korumaktadır. Darbenin lideri Kenan Evren’in “İdamları imzalarken ellerim hiç titremedi” sözü ise eminim İmparator Neron’un kemiklerini bile sızlatmıştır.
Ancak Montaigne denemelerinde “Papa Sekizinci Bonifatius, görevini bir tilki gibi yapıyordu, bir aslan gibi davranıyordu ve bir köpek gibi öldü” der.
Bir tek Papa Sekizinci Bonifatius mu? Gördüğünüz gibi tarihte bunun nice örnekleri var. Demek ki bir kişi hangi sıfatla hareket ederse etsin hak ettiği son sıfatı yine tarih veriyor.
Yapacağımız şey ise çok basit: Hiçbir canlıyı taklit etmeden kendimiz olmak. Yani insan gibi yaşamak ve insan gibi ölmek…
Ramazan Bulut
Odatv.com