O hakimler de mi “FETÖ”cü veya “darbeci”
Adalet Bakanı Gül, “Yargının tek sahibinin millet, yegane ideolojisinin ise adalet"
Müyesser Yıldız yazdı...
O hakimler de mi “FETÖ”cü veya “darbeci”
Halen yürürlükte olan Anayasa'mızın ilk iki maddesi şöyle:
Devletin şekli- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
Cumhuriyetin nitelikleri- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Demokrasinin de laikliğin de hali ortada... Sosyal devlette gelinen nokta; gencecik üniversite öğrencileri, evini geçindiremeyen babalar intihar ediyor...
Ya hukuk?
Çok değil, 1.5 ay önceydi. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan eski Korgeneral Metin İyidil hakkında İstinaf'ın bir dairesi beraat kararı verdi. Aynı gün Savcının itirazı ile bir başka daire, İyidil'in tutuklanmasını kararlaştırdı. Beraat kararı veren hakimler hakkında soruşturma başlatılıp, başka illere tayinleri çıkarıldı.
1 ay önce tam bugün Erdoğan, “Bu yargı camiamız için gerçekten çok çok üzücü bir adım olmuştur ve ilginç olan şey şu, tabii bunların hepsinin talimatlarını da verdik... Sağ olsun Adalet Bakanlığımız ve savcılarımız bu noktada adımlarını attılar ve en kısa zamanda içişleri Bakanlığıyla beraber yaptıkları operasyonla da yakaladılar. Tekrar kendi cezai müeyyidesi uygulanmaya başlandı. Şu anda malum içeride” dedi.
Şunu da ekledi:
“Kararı veren kişi veya kişilerin de FETÖ'cü olması bu işin nerelere vardığını gösteriyor. Bunun arkasında daha ne gibi oyunlar olabileceğini de çok açık, net gösteriyor.”
Bu olayda mevcut durum şu:
Adam beraat etti, ama tutuklu... Bizzat Erdoğan'ın “FETÖ”cü olduğunu açıkladığı hakimler ise görevde...
Türk hukuk tarihinde görülmemiş bir tablo kısa sürede unutuldu veya unutturuldu!
MESELE GEZİ DEĞİL HUKUK
Derken, dün Gezi davasında Osman Kavala olayı yaşandı.
Savcı, Kavala ve diğer sanıkların ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasını istemiş, AİHM ise “Derhal tahliye” kararı almıştı.
Mahkeme de beraatle birlikte Kavala'nın tahliyesine karar verdi.
İktidar sözcüleri ve medyasının tepkileriyle eş zamanlı olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, hem beraat kararının bozulması talebinde bulunacağını duyurdu hem de Kavala hakkında darbe suçundan yürütülen bir başka soruşturma kapsamında gözaltı kararı alındığını açıkladı. Ve Kavala cezaevi çıkışında gözaltına alındı. Herhalde yeniden tutuklanacaktır.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis talebinden beraate, beraatten muhtemelen tutuklamaya varacak bir “Yargısal faaliyet” daha!
Oysa Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, ne güzel tespitler yapıp, ne güzel vaatlerde bulunuyordu.
Örneğin, 30 Kasım 2018'deki Yargı Reform Strateji Toplantısı'nda, şöyle konuşmuştu:
“Güven veren adalet, ‘pardon' sözünün yargının lügatından silinmesidir. Güven veren adalet, başta tutuklama tedbiri olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında terazi hassasiyetinin gözetilmesidir. Unutulmamalıdır ki, temel hak ve özgürlüklere orantısız müdahaleler, uzun süren soruşturmalar, haklı eleştirilere neden olabilmektedir. Yine bu tür müdahaleler, yargısal tasarrufların meşruiyetine ve yargıya olan toplumsal desteğe de zarar verebilmektedir.”
18 Haziran 2019'daki “Ceza Adalet Sisteminde Mağdur Haklarının Güçlendirilmesi Projesi” toplantısında da, Cumhuriyetin temel niteliklerinden birinin sosyal hukuk devleti olduğunu hatırlatmış, “Hukuk devleti demek, herkesin devletin işlemlerinden emin ve güvende olduğunu hissetmesidir. İşte bu duyguyu en güçlü şekilde yansıtmak ve yaşatmak bir hukuk devletinin temel vazifesidir” deyip, şöyle devam etmişti:
“Adaletin kapısına giden kişi, mağdur olmuş kişidir. O kapıya gelen kişi bir de adalet sistemi tarafından mağdur edilemez. Adaletin temel vazifesi mağduriyeti gidermektir, yeni mağduriyetler oluşturmak değil. Yargının hiçbir şekilde 'pardon' deme lüksü olmadığı inancıyla ve bu konuda herkesin güvendiği sığındığı tek liman yargının, hiçbir şekilde bir eksiklik hiçbir şekilde hataya düşme lüksü yoktur. Tüm bu mücadeleleri verirken herkes, yargının bu konudaki yeni mağduriyetler oluşturmadan süreci yönetmesini beklemektedir. Bu konuda Türk hakimlerine güveniyoruz.”
Unutalım bunları...
Daha 5 gün önce Afyon'ndaki Yargıtay Başsavcılığı'nın yıl sonu değerlendirme toplantısında, şu açıklamaları yaptı:
“Savcı, önce kendisi ikna oluyorsa, bulduğu delil ve bulguyla o vatandaş hakkında dava açsın, vatandaşın da şüpheli olarak, sanık olarak mahkeme karşısına çıkmasını sağlasın. Savcı, 'Ben dava açayım, mahkeme karar versin', mahkeme, 'Ben karar vereyim, verdiğim karar yanlışsa, istinaf bozsun', istinaf, 'Ben karar vereyim, yanlışsa Yargıtay bozsun' diyerek vatandaşın ceza, adalet duygusunu incitmek kimsenin hakkı değildir. Bu hain terör örgütü ile mücadelenin taşıyıcı kolonlarından birisi Türk yargısıdır, cesur savcılarıdır ve yürekli hakimleridir. Bu gerçeğin hatırda tutulması, bu mücadelenin neferlerinin yıpratılmaması ve itibarsızlaştırılmaması vicdan sahiplerinden beklentimiz. Vicdan sahibi olmayanlardan zaten böyle bir hassasiyet beklemiyoruz.”
Gül, “Yargının tek sahibinin millet, yegane ideolojisinin ise adalet olduğunu” da vurguladı.
Önce Metin İyidil, şimdi Osman Kavala davasında ortaya çıkan tablo, Bakan Gül'ün çizdiği “Hukuk devleti” tablosunun neresine sığıyor? Ya da bunlar bir başka ülkede mi yaşanıyor?
ŞU YORUMLARA NE DERSİNİZ
İktidarı destekleyen Yeni Şafak Gazetesi, Osman Kavala kararını, “Akladılar” başlığıyla verip, “2013 yılındaki Gezi ayaklanmasına ilişkin davada tartışmalı bir karar çıktığını” vurguladı.
Gazete'nin “Kanaati” bir yana; İnternet sitesinde bu haberin altına yapılan şu iki yorumun yayınlanmasına ne demeli?
“Ekonomik butun zaralarin faturasini yapanlara sebeb olanlara kesip paralarini mallarini aliniz. 3-5 sinide asip cehenneme gonderin. Asamiyorsaniz kazaya getirip zibartin. Milletin canina malina zarar veren hainlere cezasini verin.”
“Kimse bu cübbeli terörist seviciler. Derhal mesleği bıraksınlar. Ya da bıraktırılsın.”
Türkiye'de hukuka duyulan güven ve adalet anlayışının hangi noktaya vardığının göstergesi gibi, değil mi?
YA ERDOĞAN'IN TEPKİSİ
Kavala kararıyla ilgili olarak dünden beri içerde, dışarda herkes konuşuyor. Merak edilen Erdoğan'ın tavrı veya tepkisiydi.
Bugün AKP'nin Grup Toplantısında, “Bir manevrayla beraat ettirmeye kalktılar” dedi.
Hayır, “Beraat ettirmeye kalkmadılar”; Gezi davasında beraat etti, bir başka suçlamadan gözaltına alındı... Yani beraat kararı geçerli. Aynen İyidil'deki gibi...
Erdoğan, şunları da söyledi:
“Hukuki her karara elbette saygımız vardır, ama bizim ve milletimizin gözünde, bu kalkışmanın önünde yer alanların hükmü asla değişmeyecektir. Sonuna kadar takip edip, adaletin tecellisi için mücadelemizi sürdüreceğiz.”
Ergenekon için, “Ben bu davanın savcısıyım” demişti... Kavala davasında da “Hakimliği” mi üstlendi bilmiyoruz, ama şunları sormak gerekiyor:
“Pelikan Grubunun” etkili olduğu öne sürülen İstanbul'da Kavala'yı beraat ettirmek için “Manevra yapanlar” kimlerdir?
O hakimler de mi “FETÖ”cü veya “Darbeci”? Öyleyse bunları kim, nasıl atadı?
Onlar hakkında da soruşturma açılıp, tayinleri çıkarılacak mı?
Şunu anlatmaya çalışıyoruz; Mesele Gezi değil, emrinde birkaç astsubay olan İlker Başbuğ üzerinden “Darbe senaryoları” yazılırken, hukukun böylesi darbelere maruz kalmasıdır...
Erdoğan'ın 1994'teki şu konuşmasını bir kez daha hatırlatalım:
“Türkiye Cezayir olur mu diye soruyorlar. Biz hazmettire hazmettire geliyoruz Allah'ın izniyle. Artık bu film tanınmaya başladı. Şimdi artık millet sadece aktörleri değil, senaryoyu değiştirmeye talip ve bu senaryonun değiştirilme çalışmalarıdır bu çalışmalar. Biz onun için geliyoruz. Bu düzenin koruyucusu olamayız, mümkün değil. Bu hukuku hazırlayanlar, bu düzenin kaldırılmasının maşası olacaklar.”
Diyelim ki, Cumhuriyet'in diğer niteliklerinden sonra hukuk düzeni de kaldırıldı... Peki, yerine hangi düzen konulacak?
Hukuka kıymayın efendiler!
Müyesser Yıldız
Odatv.com