Oltan Sungurlu: 'Türkiye’ye dine imana karışmayan yeni bir sosyal demokrat parti lazım'
ADALET BAKANI YARGININ AMİRİ DEĞİLDİR
Oltan Sungurlu: 'Türkiye’ye dine imana karışmayan yeni bir sosyal demokrat parti lazım'
Ölümünün üzerinden 23 yıl geçmesine rağmen bugün hâlâ neden Turgut Özal’ı konuşuyoruz?
-Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi?
Siz söyleyin lütfen...
-Türkiye gelişiyor, ilerliyor, yeni şeyler yapılıyor. Ama yeni fikirler oluşmuyor. Turgut Özal, Türkiye’ye yeni düşünceler getirdi, yeni bir hava estirdi. Bunun üzerine ne Anavatan Partisi ne de diğer partiler bir şey koyabildi. Türkiye, o açıdan bir kısırdöngüde. Yeni şeyler söylemek lazım. Türkiye’nin yeni atılımlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Nitekim, yerinde saydığını herkes kabul ediyor. Turgut Özal’ı, hâlâ aşamadığımız için konuşuyoruz. Kötü tarafı bu.
İyi tarafı ne?
-Kendim için şöyle tarif ediyorum. Turgut Özal’dan önceki ve sonraki Oltan Sungurlu diye hayatımın iki bölümü var.
Ne değişti hayatınızda?
-Biz Cumhuriyet’le tebaa, Demokrat Parti’yle vatandaş, Turgut Özal ile dünya vatandaşı olduk. Diğer insanlarla asgari eşit olduğumuzu anladık. “Kıymetliyiz” dedik.
-Düşündükçe ben de şaşırıyorum. Bundan iki-üç sene evvel bir hastanenin bekleme yerinde bir vatandaş yanıma geldi. Özal’ı konuşmaya başladık. Bana dedi ki: “Oltan Bey, ben Ankara’nın yakın bir köyündenim. Biz köyden çıkınca ‘Ankara’ya gidiyoruz’ derdik, yani Ankara bizim için gurbetti. Şimdi Çin’de ve Amerika’da ticarethanem var. Bunu bize Özal sağladı.”
Turgut Özal, eşi Semra Özal ile Boğaz’da el ele...
Aynı zamanda çok farklı bir siyasetçi profiliydi Özal. Ailesi de öyle...
-Çok medeni, çok beyefendi bir adamdı. Türkiye’de Koç bile Avrupa’nın eski makinelerini alıp kullanırdı. Devlet daireleri de öyleydi. Özal dedi ki, “Böyle nasıl yarışırız onlarla, zaten teknolojide geriyiz, mümkün değil. En yenisini alacağız, sonra onları da geçeceğiz.” Gün geldi telefon işinde mesela, Almanya’yı geçtik.
Şortla karşımıza çıkan, bilgisayar oyunu oynayan, magazinde görünen biriydi...
Nasıl tanıştınız?
-Basından tanıyordum. 1960’ta üniversite öğrencisiydik, sağ tandanslıydık. Darbe oldu, sonra “Ne olacak bizim halimiz” diye konuşmaya başladık. Dediler ki, “Planlamada takunyalı kardeşler var. Bunlar ileride Türkiye’de çok şey yapabilirler”. Bunlar Turgut ve Korkut Özal’dı. Sonra partiyi kurmak için bana telefon açtı.
Siz o zaman neredesiniz?
-Gümüşhane’deyim. Kabul etmedim. Bütün etrafım Doğru Yol istiyor. Sonra onları ikna ettim ve ANAP’ı kurduk.
Birbirinizi tanımıyor ama parti kuruyorsunuz, nasıl oluyor?
-Partiler peşimdeydi. Siyasi bir varlık haline gelmiştim. 1975’te yaşımı büyütüp senatör adayı olmuştum, veto edildim.
ANAP’ı kurdunuz, yol arkadaşlığınız Özal’ın ömrü boyunca devam etti. Kolay mıydı Özal ile çalışmak?
-Çalışırsan kolaydı. En güzeli çalışmayı, yapılan işi fark ederdi. Değerlendirme yeteneği çok yüksekti. Kıymet de bilirdi.
Çok sık aklınıza geliyor mu?
Hiç kırılmadınız mı?
-İhtilafa düştüğümüz oldu. Kendisinin benim hakkımda basın mensuplarına söylediği söz şuydu: “Oltan’a bütün hakkımı helal ederim, beni hiç yanıltmadı, ne söylediyse yüzüme söyledi.” Yıldırım Bey, Mesut Bey kavgasında o Mesut Bey’i tuttu, karşı karşıya geldik. Ama hiç darılmadık.
Kendisi de karşı karşıya geldi sonra...
-Mesut Bey’i devirmek için harekete geçtiğinde beni çağırdı. Birkaç kişinin olduğu toplantıda olmak istemediğimi söyledim. Telefon açtım, “Çok işim var, pazartesi gelsem olur mu” dedim, yok. Altı saat konuştuk. Dedim ki, “Biz Mesut’u deviremeyiz. Partiyi biz değil, basın idare ediyor artık...” Kalkmıştım, “Otur” dedi. “Ben sizinleyim, sizinle olacağım ama netice değişmez” diyerek kazanamayacağını ima ettim.
Cumhurbaşkanı-Başbakan sürtüşmeleri neden tekerrür edip duruyor?
-Demirel de, Özal da, Erdoğan da güçlü liderler. Parti onlar demek. Ve yönetmeye devam etmek istiyorlar. Cumhurbaşkanı olan birisi kendisinin sembolik olduğunu kabul etmek zorunda. Mesela Özal Cumhurbaşkanı, Demirel Başbakan’dı. Demirel, Özal’a adım attırmıyor, Özal istese Demirel’i çalıştırmaz. Dedi ki “Millet onları seçti. Ben engellemem”. Ama Demirel Cumhurbaşkanı oldu. Kendi partisini yıktı.
ADALET BAKANI YARGININ AMİRİ DEĞİLDİR
Şikesi, Ergenekon’u, Balyoz’u vs. Türkiye’de çok ciddi davalar görüldü/görülüyor. Adalet Bakanlığı yaptınız. Sizin döneminizle karşılaştırırsanız ne söylersiniz?
-Görülüyorsa görülüyor, bana ne. Adalet Bakanı’na ne? Adalet Bakanı yargının amiri değildir. Yargı bağımsızdır.
Bugün aynı şeyi söyleyebilir misiniz?
-Yargıya toz konsun istemem ama hâkimler şimdi bölündüklerini, parçalandıklarını ifade ediyorlar. Üç defa Adalet Bakanı oldum, hiçbir dosya hakkında bilgim olmadı.
Kimse sizden bu konuda ‘ricacı’ olmadı mı?
-Aşağısı her zaman olur, bugün de olur. Yukarısı olmadı.
“Türkiye’de adalet işlemiyor” diye niye söylenip duruyoruz o zaman?
-Eğer yoksa adaletin olmayışının sebebi biziz.
Biz derken vatandaş mı, siyasetçiler mi?
-Siyasetçiler ve basın. 25 senedir söylüyorum, herkes elini yargının üstünden çeksin. Görülmekte olan dava Meclis’te bile müzakere edilemez. Her gün gazetelerde. Siyasetçiler konuşuyor. 2003’te kaygılandım: Korkuyorum ki siyaset yargının sırtına binecek!!! Sonra da dedim ki, “Maalesef siyaset yargının sırtına bindi”, sonra yine dedim ki, “Yargı bu yükü taşıyamaz, çökecek”. Herkes zannetti ki, “İktidar yargının sırtına bindi” diyorum.
Ne demek istediniz?
-AK Parti iktidar olunca, parlamento dışı muhalefet telaşa kapıldı. Bunlar başımızdan gitmeyecek, irtica gelecek, hukuk yoluyla devirelim diye düşündüler. Danıştay’daki cinayetten hükümeti sorumlu tuttular, 367 diye karar çıkardılar vs. Sonuçta halk bunlardan infial duydu ve ters tepti, AK Parti buraya yükseldi. Yani yargı yoluyla yapılan bu haksızlıkları halk yakinen gördü. AK Parti de bunu iyi kullandı. Ondan sonra da bu hükümet yargıyı düzeltmek için anayasada düzeltme yaptı. Sonuç ortada.
İrtica korkusu dediniz, sizin döneminizde de yaşandı. ‘Takunyalılar meselesi’ diye bir şey var…
-Evet, korku Türkiye’de bazıları için bir malzeme. Diyelim ki emekli oldum, bir büyük firmada müşavirlik yapıyorum. Telefon geliyor, “Sayın Bakanım, ben emekli albay bilmem kim. Atatürk posteri bastırdık, tanesi 500 lira. Sizin firmaya 1000 tane gönderelim mi”… Atatürkçü bir şey derneği… Benim arkamda ne var, Atatürk posteri, masamda öyle, onun yanında öyle. Atatürk bizim liderimiz, bunu hepimiz idrak edeceğiz. Bunu birbirimize karşı silah olarak kullanırsak ne olur, bazı insanlar karşısına geçer. Türkiye’de yapılan bu… Müşterek değerlerimizi malzeme olarak kullanıyorlar.
Din için de durum bu mu?
-Tabii... Adam ne diyor, “O Müslümansa ben değilim”…
Özal’ın gazetecilerle arası nasıldı?
-Değer verirdi. Bursla İngiltere’ye
gönderdi gazetecileri. Zaman zaman çağırır, Türkiye ve dünya meselelerini konuşurdu.
Dava açar mıydı?
-Zaman zaman açmıştır. Ben hiç dava açmadım. Ama aynı noktada olsam açar mıydım, bilmiyorum. Hukuken hakkı varsa “Neden açtın” diyemezsin. Ama hoşgörülü olmakta fayda var. Davaların hiçbir şeyi çözmediğini biz avukatlar biliriz.
KOMÜNİZMDEN KORKARDIM
Özal, 1983’te otel odasında mitinge hazırlanırken...
Mehmet Ali Birand ve Soner Yalçın’ın yazdığı ‘The Özal’ kitabında bütün ömrünüz boyunca komünizmden korktuğunuzu söylüyorsunuz...
-Öyleydi tabii. Ben komünizmle üniversitede tanıştım. İranlı ve Kıbrıslı arkadaşlarım vardı. Onlarla oldukça komünistlerin de insan olduğunu gördüm. Korkmakta çok da haksız değildik. Rusya ideolojiyle işgali getiriyordu. Adalet Bakanı’yken cezaevindeki komünistlerin hepsini tanıdım.
Ne konuşurdunuz?
-Çağırırlardı, giderdim.
O zaman mı değişti fikriniz?
-Belki de. Ama artık öyle bir tehlike yok. Hoş sağ-sol kavramları da karışık Türkiye’de.
Neden karışık?
-Çünkü bu kavramlar Batı’ya ait. Batı’daki sol başka, bizde başka. Türkiye’nin en milliyetçi partisi MHP mi CHP mi mesela?
‘Türkiye’de sol parti iktadara gelmez’ iddiası için ne diyeceksiniz?
-Çünkü sol ile dini karıştırıyoruz. Yani İslamiyet devlet yönetimi için prensipler koymuş, illa şu şekilde olacak dememiş. Diyor ki devlet adamının şu özellikleri olacak. Efendim, fakir fukaranın hakkı gözetilecek, bunun sağı solu yok. Şimdi sağ bunlara uyduğunu söylüyor. Uyup uymadığı ayrı. Sol ise nerede bunları görse korkup, kaçıyor.
Yeni bir sağ parti lazım mı Türkiye’ye?
-Yeni bir sosyal demokrat parti lazım.
Nasıl bir sosyal demokrat parti?
-Bir kere dine imana karışmayacak. Sol bize yeni ne söylüyor?
Ne söylemesi gerekiyor?
-Onu ben bulacak değilim. Yeni fikirleri ille de politikacılar bulacak diye bir şey yok. Bu kadar düşünür, profesör, yazar var, herkesin ortaya bir şey koyması lazım. Bak bu sosyalleşme yardım fonunu ANAP koydu, AK Parti siyasi açıdan çok güzel kullandı. Ne diyor CHP… “Siz milleti bedavaya alıştırıyorsunuz, rüşvet veriyorsunuz.” E tamam, belki söylediklerinde haklıdır. Ama bunu alan adam diyor ki, “Bunlar iktidar olsalar bize bir şey vermeyecekler”.
Bir cümlesi daha var toplumun: Bölündük, paramparça olduk…
-Kamuoyu yoklamaları yapan bir adama dedim ki; “Türkiye çok bölündü. Şu İstanbul’da toplum 10 ayrı kompartımanda yaşıyor. Her kompartıman ‘bu ülkenin sahibi biziz, ötekiler vatan haini, def olsun gitsin’ diyor. İşin kötüsü Anadolu’ya da yayılmaya başladı.” Bana dedi ki, “Bir araştırma mı yaptınız?” Yok dedim, sadece politikacıyım. “Biz araştırma yaptık, dokuz kompartıman var” dedi.
Bu neye sebep oluyor?
-En basitinden kanunu kime göre yapacağız? Kültür farklılaşması en büyük problemlerimizden biri. Batı’da en kuvvetli Hıristiyan, en kuvvetli adam. Bizde ise Müslümanlık fakir fukaranın işi. Siz biliyor musunuz ki, Türkiye’de Özal’a kadar Peygamber ve Allah’a sövmek serbestti?
Bilmiyordum…
-Hukuk okuduğum halde ben de bilmiyordum. Benim teklifimle oldu.
HÜRRİYET