Ortadoğu notları (13): Şeyh Seyyid Ahmed Şerif Senusi ve Ömer Muhtar (1)
Ahmed Şerîf es-Senûsî’nin Tarsus Yenice Tren İstasyonu’nda Mustafa Kemal Atatürk tarafından karşılanışı
Altan Tan Independent Türkçe için yazdı
Sıkça tekrarladığım bir gözlemim var.
Bugün, Libya'dan Suriye'ye; Mısır'dan Irak'a, Filistin'den Yemen'e kadar Ortadoğu'da; 21’nci yüzyılın başlarından itibaren yaşamakta olduklarımız, bir asır önce 20’nci yüzyılın başlarında yaşadıklarımızın, neredeyse birebir aynısı.
Çoğu kez kim için ve ne için savaştıklarının, kimler tarafından kullanıldıklarının farkında olmayan ve bizzat kendi elleriyle kendi felaketlerinin hazırlayıcısı olduklarının bile ayırdında olmayan, onlarca parti ve örgüt birbirleriyle boğuşuyor.
Tıpkı, Birinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi, Libya ve Irak üçe, Suriye ise beşe bölünüyor;
Tarih, acımasızca bir kez daha tekerrür ediyor ve biz, geçmişte yaşadıklarımızdan hiçbir ders çıkarmamış kişiler olarak aynı yanlışları bilmem kaçıncı kez tekrar tekrar işlemeye devam ediyoruz.
Kuran-ı Kerim'de, yeri geldikçe geçmiş kavimlerin başlarına gelenlerden bahsedilir. Hz. Adem'den başlayarak birçok peygamberin; özellikle de Ulul-Azm peygamberler olan Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa'nın hayatlarından, yaşadıklarından örnekler verilerek ders alınması öğütlenir.
Ancak her ne hikmetse insanoğlu Hz. Adem'den beri aynı hataları milyonlarca, milyarlarca kez tekrarlamaktan yorulmaz, bıkmaz, usanmaz!
20'nci yüzyılın başları, 1900'lü yıllar tıpkı bugün olduğu gibi Ortadoğu'nun cayır cayır yandığı, yakıldığı yıllardır.
Bütün bir coğrafya baştan sona alevler içindedir.
Ve bir avuç insan da bu yangını azıcık da olsa söndürebilmek, söndüremese de azaltabilmek için canlarını dişlerine takmış bir şekilde çırpınmaktadır.
Bugün birçoğunun adını bile bilmediğimiz, tarihin karanlıklarında kalmış, birçoğu bilerek kasten unutturulmuş bu can feda şahsiyetlerden biri de Libyalı büyük alim ve mücahit Seyyid Ahmed Şerif es-Senusi'dir.
Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında aynı anda Libya'da, Fransız, İtalyan ve İngilizlere karşı savaşarak destanlar yazmış, Türkiye'de Milli Mücadele'ye büyük destek vermiş bir mücahittir.
Tam künyesi, Seyyid Ahmed eş-Şerîf bin Muhammed eş-Şerîf bin Muhammed bin Alî es-Senûsî (1873-1933) olan Şeyh, 1873 yılında Senusi Tarikatı'nın merkez zaviyesinin bulunduğu Libya'nın Cağbub beldesinde doğdu.
Babası, Şeyh Muhammed Şerîf es-Senûsî, dedesi ise Senusi Tarikatı'nın kurucusu Seyyid Muhammed b. Ali es-Senusî'dir.
Onun büyük kahramanlıklar ve fedakarlıklarla süren ve ne yazık ki acılarla biten hayatını anlatmadan önce; içinde büyüdüğü aileyi ve bu ailenin kurucusu olduğu Senusi Tarikatı'nı anlatmak gerekir.
Senusi Tarikatı’nın kurucusu, Sidi (Seyyid) Ahmed Şerif’in dedesi olan; Şeyh Seyyid Muhammed bin Ali, 22 Aralık 1787’de; Cezayir’in Vehrân vilayetine bağlı Vâsıta’da doğdu.
Aile kökeni Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hasan’a ulaştığından Haseni, doğduğu bölgenin geçmişte Seyyid İdris’in kurucusu olduğu İdrisi Devleti’ne bağlı olması hasebiyle İdrisi ve dedelerinin memleketi olan Tilimsan şehri yakınlarındaki Esnus Dağı’ndan dolayı da Senusi künyesini kullandı.
Henüz iki yaşında iken babasını kaybetti ve ilk eğitimini halası ve aile çevresinde amcazadelerinin yanında tamamladı.
Fas’ın, Fes şehrine giderek Karaviyyin Medreselerinde eğitimini ilerletti, bir müddet sonra aynı medresede ders vermeye başladı.
1818 yılında Fas’tan ayrılarak memleketine döndü. İrşat faaliyetinde bulunmak için Cezayir’in güneyindeki Sahra bölgesine gitti ve ilk evliliğini burada yaptı.
Birkaç yıl sonra Cezayir’in Fransızlar tarafından işgal edilmesi üzerine Trablusgarp ve Bingazi üzerinden Kahire’ye gitti.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve Paşa’ya bağlı Ezher uleması ile fikir ayrılıkları ve tartışmalarından dolayı Kahire'yi terk etmek zorunda kalarak Mekke’ye geçti.
Yaklaşık yirmi yıldır Mekke’de yaşamakta olan Faslı Şazeli Şeyhi, Ahmed bin İdrisi’ye bağlandı.
Vehhabilerin, Hicaz’da gittikçe nüfuzlarının artmasından rahatsız olan Şeyh Ahmed İdrisi, Mekke’den çıkarak; Mekke ile Yemen arasındaki Asir bölgesine gidince, yerine halife olarak Şeyh Muhammed bin Ali es Senusi’yi bıraktı.
1837 yılında 50 yaşındayken, Mekke’deki Ebû Kubeys Dağı’nda kendi zaviyesini açarak irşat faaliyetlerine başladı. Böylece 1837 yılı Senusi Tarikatı’nın kuruluş yılı oldu.
Hac için İslam ülkelerinden ve özellikle de memleketi Cezayir’den gelen Müslümanlar üzerinde etkisinin giderek artması ve Cezayirli Hacıları Fransız işgaline karşı direnişe yönlendirmesi, Hicaz’daki Osmanlı idaresinde rahatsızlık uyandırdığından 29 Şubat 1840 yılında Mekke’den tekrar Kahire’ye gitti ve kısa bir müddet sonra da memleketi Cezayir’e gitmek üzere Kahire’den ayrıldı.
Halkı, işgale karşı Seyyid Emir Abdülkadir'in yanında cihada çağırdığından, Fransa, Cezayir’e girmesine izin vermeyince, geri dönmek zorunda kaldı.
Dönüş yolu üzerindeki Trablusgarp’ta tanıştığı Osmanlı Valisi Ali Asgar Paşa, kendisine yakın ilgi göstererek Bingazi ile Derne arasındaki bölgede zaviyeler inşa etmesine izin verdi.
1843’te Beyza Zaviyesi ile birlikte üç zaviye daha açtı.
1846 yılında çocuklarını Beyza’da bırakarak hac için Hicaz’a gitti ve 1854’e kadar Mekke’de kaldı.
Muhammed b. Ali es-Senûsî, kurucusu olduğu Senusi Tarikatı’nın esaslarının; İdrîsiyye, Kādiriyye, Nâsıriyye ve Şâzeliyye tarikatlarına dayandığını ve bunların hepsine Tarikat-ı Muhammedîye denildiğini söyler.
Buna göre tarikatın; Ahmed bin İdris, Abdülkadir-i Geylani ve Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî’ye ulaşan üç ana silsilesi bulunmaktadır.
Bazı kaynaklarda Senûsîyye’nin, Hıdıriyye, Üveysiyye ve Nakşibendiyye silsilelerinin de olduğu yer almaktadır.
Şeyh Muhammed bin Ali Senusi, 1854’te Libya-Mısır sınırındaki Cağbûb’da, büyük bir zâviye inşa ettirerek buraya yerleşti.
Sirenayka, Trablusgarp, Tunus ve Hicaz’daki halifelerini çağırarak yeni bir teşkilatlanma başlattı.
Çok küçük bir yerleşim yeri olan Cağbûb, bir iki yıl içinde bir şehir haline gelerek, Mısır ve Fas’tan sonra tasavvuf, felsefe, kelam, fıkıh, tarih, tıp, hadis, tefsir, edebiyat, astronomi… ile ilgili kitapları içeren 8 bin ciltlik kütüphanesi ile Kuzey Afrika’nın en önemli eğitim merkezi haline geldi.
Hicaz, Mısır, Cezayir, Libya ve Tunus’ta, yirmi iki zaviye açtı.
Zaviyeler, özellikle güneydeki Orta Afrika Sahra bölgesinden kalkan kervanların kuzeydeki Akdeniz limanlarına, batıda Fas ve Cezayir’den gelen kervanların ise Mısır’a ve Hac için Mekke’ye gidiş güzergahlarındaki sulak vahalara inşa edildi.
Bu zaviyeler öncelikle dini ibadet ve irşat merkezi olmakla beraber, aynı zamanda da tüccarlar (kervanlar) için bir konaklama yeriydi.
Müritler eğitim ve ibadet dışında düzenli ve sistemli olarak ziraat, hayvancılık, demircilik, marangozluk ve dokumacılık gibi el sanatları ile de uğraştıklarından, zaviyeler aynı zamanda da ciddi bir üretim ve ticaret merkezleriydi.
Bu sistemle her bir zaviye birkaç yıl içinde orta boy bir şehir haline geldi.
Kısa bir zamanda Akdeniz kıyısındaki Trablusgarp ve Bingazi’den, Çad’ın güneydoğusundaki Veday
Sultanlığı’nın merkezi Abeşe şehrine kadar binlerce kilometrelik bir yolda tam bir güven sağlandı ve bütün bir Orta Afrika ve Akdeniz ticareti Senusilerin kontrolüne girdi.
Kardeşlik ve yardımlaşma Senusiyye’nin en temel ilkeleriydi. Çalışmak, öğrenmek ve bildiklerini kardeşlerine öğretmek nafile ibadetlerden daha önemli görülürdü.
Her Senusî’nin, gücü yettiği sürece çalışması, iş göremez hale gelince de diğerlerinin ona bakması esastı.
İhvan (Kardeş) adı verilen müritler, cuma (perşembeyi cumaya bağlayan gece) ve pazartesi (pazarı, pazartesine bağlayan) geceleri zaviyelerde toplanır, “mukaddim” denilen şeyhin öncülüğünde Kur’an okurdu.
Senusiyye Tarikatı, yarım asır içinde İstanbul’dan Endonezya’ya, Afrika içlerinden Akdeniz sahillerine kadar çok büyük bir alana yayıldı, müritleri vasıtasıyla tüm İslam dünyasındaki gelişmeleri yakından takip eden hızlı bir haberleşme ağı oluşturdu.
22 yıllık irşat döneminin sonunda beş milyon putperest Afrikalının Müslüman olduğu, müritlerinin sayısının elli milyona ulaştığı Şeyh Muhammed bin Ali es-Senusi; 7 Eylül 1859’da Cağbub’da, 72 yaşında vefat etti.
Seyyid Muhammed bin Ali es-Senusi, Ehli Sünnet mensubu tarikat kurucusu sûfî bir şeyh olmasının yanında, içtihada ve cihada çok önem veren özelliğiyle tarikatını; dini, fikri, ekonomik, sosyal ve siyasi bir hareket olarak örgütledi.
Klasik tarikatlardan çok farklı bir şekilde, Hz. Muhammed’in hayatı doğrultusunda ‘dünya hayatının tüm gereksinmeleri ile ahireti birleştiren’ bir yol izledi, ‘Derviş-Mücahid’ kişiliğini yerleştirdi, İngiliz, Fransız ve İtalyanlara boyun eğmedi.
Vefatından sonra yerine 16 yaşındaki oğlu Muhammed Mehdi es-Senusi geçti.
Muhammed Mehdi’nin, 14 yaşındaki kardeşi Muhammed Şerif ise ağabeyinin yardımcısı oldu.
İki kardeşin ölene kadar süren ve her konuda ortak karar veren örnek kardeşlikleri müritler arasında büyük bir motivasyon sağladı.
Annesi Seyyid Ahmed bin Ferecullah’ın kızı Fâtıma olan Seyyid Muhammed Mehdi, 1843 yılında Bingazi ile Derne arasındaki Mâsse’de doğdu. Öğrenimini memleketinde tamamladı.
Babasının kurduğu mükemmel sistemi aynen uygulamak için büyük gayret gösterdi.
Babasının vasiyeti üzerine tarikatı; Akdeniz sahillerinden, Nijer, Çad ve Sudan’ın güneyine kadar tüm Orta Afrika’da yaymaya çalıştı.
Fas’tan, Suriye’ye; İstanbul’dan Hindistan’a, Mısır’dan Nijer’e, Nijerya’dan, Tuareglerin (Tevarik) ülkesine, Yemen’den Endonezya’ya kadar halifeler gönderdi.
Osmanlı Devleti ile ilişkilerini güçlendirdi, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid tarafından fermanlarla desteklendi.
İtalyanların çok kıymetli hediyelerle kurmak istedikleri ilişkiyi reddetti.
Önüne çıkan en büyük engellerden biri Sudan'da Mehdilik iddiası ile ortaya çıkan Muhammed Ahmed el Mehdi'nin hareketi oldu.
'Sudan Mehdisi', Senusileri kendi Mehdiliğini kabule, en azından; Mısır'daki İngilizlerle iş birliği içindeki rejime karşı birlikte savaşmaya zorladı.
Sudan Mehdisi'nin itikadi görüşleri ve siyasi tavırlarını benimsemeyen Senusiler, bu önerilere karşı mesafeli bir tavır içinde oldular; ancak çatışmaktan da kaçındılar.
Sudan Mehdisi'nin 1885 yılında ölümünden sonra ardılı Abdullah bin Muhammed et-Teayişi, Senusilere aynı ısrarlarını sürdürünce aralarında çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalar her iki harekete de zarar verdi.
Tüm Kuzey Afrika ile birlikte Orta Afrika ve Büyük Sahra'yı kendi aralarında paylaşan işgalci İngiliz, Fransız ve İtalyanlara karşı sürdürdükleri savaşta zayıflamalarına neden oldu.
Büyük Sahra ve Orta Afrika'da Fransızlara karşı savaşan Senusiler, Osmanlı Devleti ile ilişkilerini sıkılaştırdılar.
Sultan Abdülmecid, Senusiyye şeyhi Abdürrahîm el-Mahcûb’u,1856 yılında İstanbul’a davet etti ve Senusuleri destekleyen bir ferman çıkardı.
Aynı şekilde 31 Ekim 1860’ta İstanbul’a gelen Bingazi Zâviyesi şeyhi Ebü’l-Kāsım Muhammed el-Îsevî' vasıtası ile Şeyh Muhammed Mehdî es-Senûsî’ye ulaştırılan ferman ile Senusilere destek verildi.
Sultan Abdülaziz'in 6 Ekim 1865 tarihinde Hicaz, Trablusgarp ve Bingazi valilerine gönderdiği fermanda da Senusilere her türlü destek ve kolaylığın sağlanması emredildi.
Şeyh Ahmed Şerif'e, vezir rütbesi ile birinci dereceden Mecîdî nişanı, amcası oğlu Muhammed İdrîs’e Rumeli Beylerbeyiliği payesi, Seyyid Ali el-Hattâb ve Seyyid Muhammed Hilâl'e de Rumeli Beylerbeyiliği pâyesi ve birinci rütbeden Mecîdî nişanı verildi.
Çad ve Nijer'in kuzey bölgeleri, Senusilerin çabaları sonucu Osmanlı'nın Trablusgarp Eyaleti'nin Fizan Sancağı'na bağlandı.
Tarihte ilk olarak Büyük Sahra'nın doğusu ve Tuaregler (Tevarik) Osmanlı egemenliğine girdi. Sultan Abdülhamid adına hutbe okundu.
Senusi dervişleri on yıldan fazla bir süre bu bölgede Fransızlarla savaştılar.
Fransızların ağır silahlarla, 20 Ocak 1902’de Bi’rül Alâlî Zâviyesi’ni ele geçirmeleri ile yardımsız ve desteksiz kalan Senusiler kuzeye Libya'ya doğru çekilmek zorunda kaldılar.
Büyük bir üzüntü yaşayan Şeyh Muhammed Mehdî es-Senûsî, 2 Haziran 1902’de Garû’da vefat etti.
Senusi Tarikatı'nın postnişinliğine 1896'da vefat eden kardeşi Muhammed Şerif'in 29 yaşındaki oğlu Şeyh Seyyid (Sidi) Ahmed Şerif es-Senusi geçti, amcasının prensiplerini aynen uygulamaya devam etti.
Tarikatın merkezini tekrar Kufra'ya taşıdı, Çad'ı işgal eden Fransızlara karşı gerilla savaşını sürdürdü.
Çad'daki son Senusi zaviyesi, 27 Kasım 1913’te işgal ordusu tarafından ele geçirilerek yıktırıldı.
İtalyanların, 1911'de fiilen Libya'yı işgal etmeleri üzerine Şeyh Ahmed Senusi, Fransızlardan sonra İtalyanlara karşıda cihat ilan etti.
Aralarında Enver Paşa ve Mustafa Kemal'in de bulunduğu Osmanlı subayları ile birlikte İtalyanlara karşı direniş başlattı.
Bir yıl sonra 1912’de, Balkan Savaşı'nda büyük bir yenilgi alan Osmanlı, Libya’yı resmen İtalyanlara devretmek zorunda kaldı.
Senusiler, Osmanlı Devleti’nin 18 Ekim 1912’de imzaladığı Uşi (Ouchy) Antlaşması’yla Trablusgarp ve çevresini İtalyanlara bırakmasına şiddetle itiraz ettiler, Osmanlı Subayı Süleyman Askeri’nin Osmanlı askerlerini geri çekmesine karşı çıkarak çatıştılar.
Büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Şeyh Ahmed Senusi, Cağbûb Zâviyesi’ne gelerek kendisine, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’tan çekilme sebeplerini anlatmaya çalışan Enver Paşa'ya; 'gerekçeler ne olursa olsun anlaşmayı tanımadığını' söyleyip, Libya'da kalan sınırlı sayıdaki Osmanlı askeriyle birlikte, sömürgeci İtalyanlara karşı savaşmaya devam ederek;
16 Mayıs 1913’te General Mombretti kumandasındaki İtalyan ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı.
İtalyanlar, Şeyh Ahmed Şerîf’e muhalif kabile reisi Ramazan eş-Şitâvî’ye para vererek direnişi kırmaya çalıştılar; ancak 29 Nisan 1915’teSirte yolunda ağır bir yenilgiye daha uğradılar.
Osmanlı Devleti, Sidi Ahmed Şerif Senusi’ye Trablusgarp ve Bingazi Valiliği unvanını verdi, bölgede halk arasında halife naibi olarak görülmeye başlandı.
Osmanlı Devleti, Almanların yanında Birinci Dünya Savaşı'na girince, Osmanlı Devleti ve Almanya Şeyh'e, Mısır'daki İngilizlere saldırması yönünde baskı yapmaya başladı.
Böyle güçsüz bir zamanda bu saldırının İtalyanlara karşı vermekte olduğu mücadeleyi zayıflatacağını söylediyse de etkili olamadı.
Şeyh Ahmed Şerif, İngilizlere saldırı emrini vermek zorunda kaldı. 1915 Kasım'ında Sellûm ele geçirildi.
Ancak 24 Mart 1916’da, İngilizler Sellûm’u geri aldı ve Senusi kuvvetleri büyük kayıplar verdi.
Şeyh, Trablusgarp bölgesine çekilerek direnişi orada sürdürmek amacıyla önce Cağbûb’a, oradan da Sirtika’ya gitti.
Ancak bir darbe de bölgedeki Osmanlı subaylarından yedi.
Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Bey ile Osmanlı Meclisi’nde Trablusgarp milletvekili olan Süleyman Bârûnî, ondan önce giderek bölgeyi Şeyh'in karşıtlarından Ramazan eş-Şitâvî’ye bağladılar.
Şeyh AhmedŞerîf, Birinci Dünya Savaşı yıllarında İtalyanlarla Libya'da, Fransızlarla Nijer ve Çad'da, İngilizlerle ise Mısır sınırında savaşıyordu.
Fransız misyonerlerinin önde gelen isimlerinden papaz Charles de Foucauld, 1 Aralık 1916’da Tevârikler tarafından öldürüldü ve Nijer’in kuzeyindeki Agâdes Sultanlığı, 1 Aralık 1916-3 Mart 1917 tarihleri arasında Fransız işgalinden kurtarıldı.
Şeyh Ahmed Senusi, Osmanlı'nın en zayıf düştüğü dönemde bile Osmanlı ile ilişkisini kesmedi, ancak bir müddet sonra aile içinde görüş ayrılıkları ve farklı arayışlar başladı.
Birinci Dünya Savaşı boyunca Şeyh Ahmed Senusi ile birlikte hareket eden kardeşi Muhammed Hilal İtalyanlarla, amcası büyük Şeyh Muhammed Mehdi'nin oğlu, Muhammed İdris ise hem İtalyanlarla, hem de İngilizlerle görüşmelere başladı.
Amcası oğlu Muhammed İdris, 1917 yılı Nisan ayında Tobruk yakınındaki Akrama’da; İtalyanlarla uzlaştı, 25 Ekim 1920’de er-Recîme, 11 Kasım 1921’de de Ebû Meryem anlaşmalarını imzaladı.
Şeyh İdrîs’e, bu antlaşmalar doğrultusunda 64 bin İtalyan lireti, onunla birlikte hareket eden Senûsî ailesinin ileri gelenlerine de konumlarına göre maaşlar bağlandı.
Bu anlaşmalara göre İtalyanlar, Bingazi ve çevresinin (Merke Cidabiye olmak üzere, Cağbub, Ucle-Calu, Kufra) yöneticisi (Emiri) olarak Muhammed İdris'i kabul ediyor, o da İtalyan işgalini tanıyordu.
İdrîs sömürge kanunlarının uygulanmasına yardım edecek, silahlı mücadeleye devam eden bütün Senûsîler’e silâhlarını bıraktıracaktı.
Trablusgarp bölgesinde ise, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Bey’in desteklediği Ramazan Şitavi ve Süleyman Baruni İtalyanlarla anlaşarak 18 Kasım 1918’de Trablusgarp bölgesinde Musallata’da bir yönetim oluşturdular.
İtalyanlar, 1 Temmuz 1919’da başkenti Aziziye olan Trablusgarb Cumhuriyeti’ni tanıdılar.
4 Kişilik Başkanlık Konseyi’ne Süleyman Baruni, Ahmed bin Ali, Abdul Nabi Belker ve Ramazan Bey Suveyhli seçildi.
Bu son gelişmeler üzerine İtalyanlara karşı yalnız kalan Şeyh Ahmed Şerîf, 1918 yılı Ağustos ayında İstanbul’a gitmek üzere Libya'dan ayrıldı.
Bir Alman denizaltısı ile Avusturya'nın Adriyatik'deki Pola Limanı’na, oradan da Balkan treni ile 30 Ağustos 1918’de İstanbul’a gitti.
İstanbul’a gelişinin ikinci günü Eyüp Sultan’da, Sultan Vahdettin'in kılıç kuşatma merasiminde yeni padişaha kılıç kuşattı, kendisine paşa rütbesi verildi.
2 Eylül 1918'de Sadrazam Talat Paşa, Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi ve Harbiye Nâzırı Enver Paşa’yı ziyaret etti.
30 Ekim1918'de imzalanan Mondros Anlaşması'ndan hemen sonra, 5 Kasım 1918'de Sultan Vahdettin tarafından Bursa'da mecburi ikamete gönderildi.
Bursa'da Ali Fuat Cebesoy ve Celal Bayar gibi Mustafa Kemal'in yakın arkadaşları ile görüşmeler yaptı.
Bursa’nın 8 Temmuz 1920'de Yunan ordusu tarafından işgali üzerine, önce Konya'ya, 15 Kasım 1920’de ise Ankara’ya gitti; Mustafa Kemal ile görüştü ve Milli Mücadele'ye destek verdi.
25 Kasım’da TBMM'de şerefine bir yemek verildi.
Şeyh Senusi, Mustafa Kemal'e, üzerinde;
"Kuran-ı Kerim aramızda sadakat ve muhadenet (samimiyet-dostluk) teşkil edecektir. Bunu halaskar-ı İslam (İlam’ın kurtarıcısı) olan sana hediye ediyorum. Kitabulllah önünde yemin ederim ki, hayatta bulundukça sana yardım edeceğim" yazılı bir Kuran-ı Kerim hediye etti.
Mustafa Kemal de yaptığı konuşmada Şeyh’e;
"Afrika'nın en tabii reisi ve en selahiyetdar (yetkili) Hükümdarı Senusi Hazretleri..." hitabında bulundu.
Şeyh Ahmed Şerîf Senusi, 1 Şubat 1921 Cuma günü Sivas’ta Câmi-i Kebîr’de Milli Mücadele'ye destek için toplanan İttihad-ı İslam Konferansı’na da başkanlık etti ve Hindistan'dan, Cava'ya (Endonezya) kadar bütün Müslümanları Milli Mücadele'ye destek olmaya çağırdı.
II. İnönü zaferinden sonra Nisan 1921’de Mustafa Kemal’e bir tebrik telgrafı gönderdi:
Düşmanın bozguna uğrayarak perişan olduğunu evvelce rüya âleminde görmüş ve bunun müjdesini zât-ı devletlerine arz etmiştim...
...
Mahsus gözlerinizden öper ve arz-ı hürmet eylerim, biz tek bir şahıs gibiyiz, aramızda ayrılık görmüyorum...
Ankara hükümeti, İngiliz ve Fransızların Irak ve Suriye’deki işgal faaliyetlerini engellemek üzere Şeyhi, içinde Siverek milletvekili Mardinli Abdülgani Ensari’nin de bulunduğu bir heyetle bölgeye gönderdi.
Şeyh Ahmet Senusi, 18 Mart 1921’de Diyarbekir’e ulaştı. Halk kendisine büyük sevgi gösterilerinde bulundu.
1922 yılının sonuna kadar başta Urfa ve Mardin olmak üzere tüm bölgede Arap ve Kürt aşiretlerini dolaşarak vaaz ve irşatta bulundu.
İngilizlerle iş birliği içindeki Irak Kralı Faysal ve İngilizler aleyhinde bildiriler bastırarak Irak’ta dağıttırdı.
Cumhuriyetin ilanından sonra, Milli Mücadele dönemindeki İslami söylemin tamamen zıddı bir yönde yaşanan uygulamalar karşısında, hayal kırıklığına uğradı.
Mustafa Kemal tarafından, Mersin’de bir Hıristiyan köyünde zorunlu ikamete tabi tutuldu.
1926 yılında, yurt dışına sürgün edilmiş Osmanlı Hanedanı mensuplarıyla temas içinde bulunduğu gerekçesiyle Türkiye’den ayrılması istendi, Mersin’den Şam’a gitti.
Şam’da ünlü Cezayirli mücahit Emir Abdülkadir’in torunu Emir Said’in konuğu oldu.
Fransızlar, Şeyh’in halktan gördüğü büyük ilgiden rahatsız olarak 24 saat içinde Suriye’yi terk etmesini istediler.
Şeyh, Filistin’e giderek İslami direnişe destek oldu. Bu sefer de Siyonistleri destekleyen İngiliz idaresi rahatsız olunca Hicaz’a gitmek zorunda kaldı.
Kral Abdülaziz bin Suud da, Şeyh’in; güçlü ve karizmatik kişiliğini kendi iktidarına karşı bir tehlike olarak gördüğünden Mekke’de ikametinden tedirgin oldu.
Bunun üzerine Seyyid Ahmed Şerif es-Senusi, Yemen İmamlığı ile Suud Krallığı arasında tampon bölge olan Asîr’de hüküm sürmekte olan akrabası, İdrisi İmamı’nın yanına gitti ve inzivaya çekildi.
10 Mart 1933 tarihinde Hz. Peygamber’i ziyaret için gittiği Medine’de vefat etti.
Şeyhi terk eden Süleyman Baruni ve arkadaşlarının İtalyan desteğinde kurdukları Trablus Cumhuriyeti 1922’de dağıldı ve ülke tamamen İtalyanların kontrolüne girdi.
İtalyanlar, Şeyh Ahmed Şerif Senusi’nin amcası oğlu Muhammed İdris Senusi ile yaptıkları bütün anlaşmaları bozdular.
İdris, İngilizler tarafından Kahire’ye mecburi ikamete gönderildi.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar orada kaldı.
Libya’da, tamamen öndersiz kalan mücahitler, Şeyh Ömer Muhtar’ın etrafında toplandı ve İtalyanlara karşı direnişin lideri, İtalyanlara teslimiyeti reddeden Ömer Muhtar oldu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve SEHITLEROLMEZ.COM VE Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe’