Ortak sevinçte buluşalım düşman yaratmayalım
Cannes neden bu kadar önemli?
Ortak sevinçte buluşalım düşman yaratmayalım
Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü alan Merve Dizdar’ın ülkeye ait bir kadının yaşadığı dramı anlatmasında, ülkede yaşanan kadın dramlarının izini sürmesinde nasıl bir art niyet arayabiliriz bilemiyorum. Siyasetin ayırdığı insanlar ortak bir sevinçte buluşabilir, onun içinde sinema biçilmiş kaftan zaten. Bizler bu büyük ödülün sevincini yaşamalıyız, bir düşman yaratmanın karanlığını değil.
ŞULE DEMİRTAŞ / KARAR
Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Kurak Otlar Üstüne, 76. Cannes Film Festivali’ndeki dünya prömiyerinde dakikalarca ayakta alkışlandı. Organizasyonun en çok konuşulan yapımı olan filmin oyuncularından olan Merve Dizdar ise seçimden bir gün önce açıklanan ödüllerde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne uzandı. Dizdar ödülü alan ilk oyuncu ve ilk kadın oyuncu olarak Türkiye tarihe geçti. Dizdar ödülünü alırken, konuşmasında Türkiye’de kadınların yaşadığı zorluklara değindi. Ancak Dizdar’ın konuşması kimi çevreler tarafından hedef alındı.
Kimileri tarafından ise alkışlandı. Şule Demirtaş, Dizdar’ın ödüle uzanmasından yaşadıklarına kadar süreci yazdı:
“Cannes film festivali en az Oscar kadar önemli bir film festivali şüphesiz. Yarışmada dünyanın dört bir yanından büyük yönetmenler Altın Palmiye ve bir dizi başka ödülü kazanmak için kıyasıya bir yarış içine giriyor.
Cannes neden bu kadar önemli?
Cannes kendine münhasır festival kuralları, tüm zamanların en iyi filmlerinin prömiyerlerinin yapıldığı uzun geçmişi, birçok aktristin dünyaca tanınmasını sağladığı olanaklarıyla dünyanın en prestijli film festivali olarak kabul ediliyor uzun zamandır. Festival, Quentin Tarantino, Steven Soderbergh gibi birçok tanınmış film yapımcısının da kariyerini başlattığı mühim bir mutfak. Festival her yıl sınırlı sayıda filme ev sahipliği yapıyor ve bu filmler oldukça hassas ayarlarla seçilmiş filmler. Diğer birçok önemli film festivalinin (Sundance veya Toronto gibi) aksine, Cannes yalnızca endüstriye yönelik bir festival. Festivalin hedeflerinden en önemlisi de elbette elindeki bu büyük marketing, lüks markalar, reklamcılık gibi büyük pazarları korumak. Bu anlamda bir ülkenin tanıtımı anlamında çok büyük prestij elbette.
Bu sebeple festivalin gösterim biletleri halka satılmıyor. Prömiyerlerini kutlamak için festivale katılan veya fon sağlayacak filmler arayan zengin yatırımcılar, yapımcılar partiler düzenliyor, gösterişli otel süitleri kiralıyor, yatlarını partiler için marinaya yanaştırarak festivalin ünlü gece hayatına katkıda bulunuyorlar. Bu anlamıyla en trajik filmlerin, hayat öykülerinin izlendiği festivali fonlayanlar arasında, Fransız Riviera’sına demir atmış zenginlerini görmemiz ayrı bir ironi tabii ki. Bu ironiyi en çok çingenelerin, haksızlığa uğramış azınlıkların filmlerini yapan Gatlif’in plajda o yüksek şaşaa ile Djam filminin prömiyerini yaptığında anlamıştım.
Bu gösteriş birçok eleştiriye tabi tutulsa da sinema gibi maliyetli ve alanı geniş bir sektörü oldukça diri tutuyor haliyle. En pahalı markaların reklam alanı, selebritilerin moda yarışı, magazinin ayyuku derken tüm dünyanın gözü önünde bir oldukça ilgi çeken bir seyire tabi tutuluyoruz. Ön planda o senenin yapılmış en iyi filmleri, arka planda devasa bir marketing alanı.
Elbette bu kadar vitrinde olan, sadece sinema sektörünün değil tüm dünyanın gözü önünde her detayın ses getirdiği festival beraberinde birçok protestoya sahne oluyor. Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Kurak Otlar Üstüne’nin başrol kadın oyuncusu Merve Dizdar’ın 76. Cannes Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü aldıktan sonra yaptığı konuşmayla birlikte, kimimiz bu büyük başarı karşısında hayrete düşerken ve sadece bununla ilgilenirken, kimimiz de ödül sonrası yaptığı konuşmaya odaklandı ve kendisine, oyunculuğuna, vatan severliğine kadar şahsı özelinde edilmiş bir sürü hakarete maruz kaldı.
Bu tür çıkışlar, ödül ithafları gerek sahnede gerek dışarıda Oscar da dahil film festivallerinin şiarı bir bakıma. Cannes’da böylesi bir ödülün ilk kez alınıyor olunuşuna şahit olduğumuz, böylesi bir ödül konuşmasına pek de alışkın olmadığımız için kimilerimiz vaziyeti bir anomali duygusu içinde değerlendirdi, şaşkınlık geçirdi. Oysaki Protestolar, Festivallerin hususen Cannes’ın kısmi rutine haline gelmiş eylemleridir.
Uzaklara gitmeyelim. Daha bu sene Festival’in arka sokaklarında büyük gösteriler başlamıştı bile. Macron’un emeklilik yasalarından memnun kalmayan binlerce kişi Cannes sokaklarında, hususen festival ünlülerinin kaldığı Calrton Oteli’nin önünde ve civarındaki yollarda yürümeye, festivalin hemen önündeki bariyerlerde protestolara başlamıştı.
Pankartlar havada, Macron’un devasa kuklasının elden ele atıldığı büyük gösteri günlerce sürdü diyebiliriz. Cannes’da bu büyüklükte bir protesto en son 2004’te, o zamanki cumhurbaşkanı Jacques Chirac hükümetinin işsizlik yardımı kurallarında getirdiği değişiklikler nedeniyle olmuştu. Öfkeli yüzbinlerce Fransız Cannes sokaklarına dökülmüştü.
Yine bu sene Ukraynalı model Ilona Chernobai’nin kırmızı halıda poz verirken Ukrayna Bayrağı rengindeki elbisesine sembolik olarak kan dökmesi bir diğer savaş karşıtı, diplomatik krize sebebiyet verecek düzeyde bir protestoydu.
Gelelim sahnedeki protestolara. 74. Cannes’da Pio Marmai’nin konuşma hedefi Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’du. Fransız aktör o zaman Fransa’yı derinden sarsan Sarı Yelekliler hareketini ve sağlık çalışanlarının içinde bulunduğu durumu işleyen “La Fracture/Kırılma” adlı filmin başrol oyuncusuydu. Filmin konusu ağır yük altında görevlerini sürdüren sağlık çalışanları, polis tarafından şiddete maruz kalan eylemciler, birbirine geçen sosyal sınıflarla birlikte parçalanmanın eşiğine gelmiş Fransız toplumunun öyküleriydi. Marmai basın toplantısında “Kanalizasyon borularından geçip evine giderek, Macron’un suratını dağıtmak istiyorum” ifadelerini kullanmıştı.
İnsanın kendi ülkesinin en büyük tanıtım festivalinde, ülkesinin büyük bir sorununu anlatmak için çekilmiş protest bir filmde başrol oynaması ve basın konuşmasında ülke cumhurbaşkanına karşı bu tür öfkeli ifadeler kullanması haliyle büyük bir infial. Bu talihsiz konuşmaya akabinde tek eleştiri İçişleri Bakanı Christophe Castaner’den geldi. Twitter hesabından “Şiddet çağrısının bizim toplumumuza asla yeri olmayacak. Sizin sanatçı statünüz şiddeti ne daha akıllı ne de daha kabul edilebilir kılar. Hatta tam tersi, Cannes festivalinde en kaba konuşma ödülünü siz kazanabilirsiniz” sözleriyle vaziyeti kınadı. Ve konu kapandı. Oscar’da Trump için söylenenleri anlatmam başka bir yazı konusu olur. Fakat kendi ülkemizdeki alınganlığa değinmek isterim elbette. Dizdar’ın konuşmasının bir kısmı şöyleydi. “Filmde canlandırdığım Nuray karakteri inandığı şeyler ve varoluşu için mücadele veren ve bu uğurda bedeller ödemek zorunda bırakılmış bir kadın. Onu tanımak ve anlamak için uzun uzun çalışmak isterdim ama ne yazık ki yaşadığım coğrafyada bir kadın olmak Nuray’ın ve Nurayların duygusunu doğduğum günden beri ezbere bilmeyi gerektiriyor.”
İnsanın oynadığı film karakteriyle özdeşleşmesi, ona ve öyküsüne inanması ve onun mücadelesine bürünmesi kadar normal bir durum yoktur. Hele anlatılan gerçek bir hayat hikayesiyse. Dünyanın en iyi kadın oyuncusu denen sıfata layık görülmenin neticesi zaten bu bütünleşik hal. Haliyle Dizdar’ın ülkeye ait bir kadının yaşadığı dramı anlatmasında, ülkede yaşanan kadın dramlarının izini sürmesinde nasıl bir art niyet arayabiliriz bilemiyorum. Konuyu bambaşka yerlere nasıl da çektik o da ayrı bir sosyolojik yazının konusu. Sanatın eleştirisi getirdiği ödülden ve gururdan büyük olmamalı. Siyasetin ayırdığı insanlar ortak bir sevinçte buluşabilir, onun içinde sinema, sanat biçilmiş kaftan zaten. Bizler bu büyük ödülün sevincini yaşamalıyız, bir düşman yaratmanın karanlığını değil. Bu yüzden Dizdar gibi düşünmeyen birisi bir gün Cannes’da ödül alırsa onu da sonuna kadar alkışlayacağız. Ve unutmamalıyız ki Nuri Bilge Ceylan hepimize iyi gelir.’’
KARAR