Özal’ın dört eğiliminden Babacan’ın ana akımına: DEVA arayışı…
Doç. Dr. Tercan Yıldırım Independent Türkçe için yazdı
Doç. Dr. Tercan Yıldırım Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Öğretim Üyesi
2019 yılından itibaren Abdullah Gül ve Beşir Atalay gibi önemli isimlerin destekleriyle çalışmalarını yürüten Ali Babacan ve arkadaşlarının kuracağı parti merak konusuydu.
Birkaç kez kuruluş tarihi ertelense de -hatta vazgeçtikleri hususunda çeşitli spekülasyonlar yapılsa da- 09 Mart 2020 tarihi itibariyle İçişleri Bakanlığı'na resmi başvurunun yapıldığı açıklandı.
Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) adıyla kurulan partiyle birlikte Türkiye’deki siyasi parti sayısı 83’e ulaştı.
Partiye konulan ismin ve özellikle kısaltmasının hayli dikkat çekici olduğunu söylemek lazım.
DEVA Partisi'nin tanıtım toplantısına denk gelen sıcak koronavirüs gündemi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti İl Başkanları Toplantısında yaptığı ve birçok kanalda canlı yayınlanan konuşmasına denk gelmesi aylardır kuruluş tarihini erteleyen Babacan ve arkadaşları için hayli talihsiz bir durumu yansıtıyor.
Ancak mevcut durum kamuoyunda DEVA denilince akla ilk gelenin yeni kurulan partinin olduğunu söylemek zor.
Her ne kadar TV kanallarında yer bulamasa da yeni partinin kuruluş toplantısı sanal medya platformlarından canlı olarak verildi.
Ancak yoğun gündemde periferide kaldığı, beklenen etkiyi yapamadığı açık.
DEVA Partisi kurulmadan önce en çok merak edilen konulardan birisi partinin Turgut Özal’ın Anavatan Partisi (ANAP) gibi dört eğilimi yansıtıp yansıtmayacağı idi.
Zira ilk bakışta Ali Babacan ile merhum Turgut Özal arasında her konuda olmasa da ekonomi ve icraat merkezli politikaya yatkınlık açısından kurulabilecek benzerliğin partiler arasında da olabileceği düşünülmekteydi.
Özellikle partinin toplumun tüm kesimlerine hitap edecek bir kapsayıcılığa erişmesinin anahtarının dört ana eğilimi yansıtması olduğu üzerinde Türk siyasi tarihinde bir konsensüs olduğu bilinmekte.
AK Parti'nin özellikle ilk dönemlerinde dört eğilimin kavramını en iyi anlayan partiler arasında olması da bu duruma en güçlü örnek.
Mevzuya tarihsel bir perspektif kazandırmakta fayda var. Şöyle ki; 24 Ocak 1980 tarihinde alınan kararla, iç piyasaya dönük ithal ikameci ekonomik sistemden serbest piyasa ekonomisine geçilmişti.
Dönemin başbakanı Süleyman Demirel, müsteşarı Turgut Özal’ı yetkilendirerek bir tür istikrar paketini yürürlüğe koymuştu.
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle sekteye uğrayan istikrar paketi 06 Kasım 1983 seçimlerinde Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi’nin yüzde 45,14 oy oranıyla iktidara gelmesiyle ekonomi politikalarının ve dolayısıyla birçok yapısal dönüşümün temelini oluşturmuştu.
Darbe sonrası askeri rejim tarafından kapatılan partilerden doğan boşluğu milliyetçi sağ, muhafazakar/mütedeyyin sağ, liberal sağ ve kısmen merkez solu temsil eden siyasetçilerden oluşan ANAP doldurmuştu.
Zira askeri yönetim tarafından Adalet Partisi (AP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milli Selamet Partisinin (MSP) eski vekil ve yöneticileri siyasi yasaklı idi.
Bilindiği üzere 1980 öncesi ideolojik kutuplaşmasının getirdiği sağ-sol çatışmalarının tekrar yaşanmaması için askeri yönetim, toplumsal alanda depolitizasyon sürecine giriş bulunmaktaydı.
Bu durumun farkında olan Özal, siyasi arenadaki geçmiş bölünmelerin izlerini silmek ve siyaseti yeniden tasarlamak için harekete geçmişti.
Bu maksatla merhum Turgut Özal, tipik bir “catch all” partisinin en önemli özelliklerinden birisi olan ideolojisiz olma nosyonuna önem veriyordu.
Kalkınmaya dönük ve merkezine ekonomik meseleleri aldığında askeri yönetim tarafından kendisine yol verileceğini ve ağır meşruiyet krizini aşacağını biliyordu.
İdeolojik meselelerin ülkeyi ne hale getirdiğini kısa süre önce görmüştü ve ideoloji yerine proje demekteydi.
Hamaset ve retorik üretiminden icraata yönelen Özal, siyasi ve toplumsal faydayı ön plana çıkardı.
Böylece temel prensiplerini düşünce, teşebbüs, din ve vicdan hürriyetinin oluşturduğu ANAP herkesi yakalayan, toplayıcı bir parti olarak Türkiye’de büyük bir dönüşümün öncüsü oldu.
O gün bugündür özellikle liberal sağ kesimde Özal bir idol olarak anılmaktadır.
Kuşkusuz ANAP ile ilgili öne çıkan en önemli özellik dört eğilimi bir araya getirerek Türk siyasi tarihine damgasını vurmuş olmasıdır.
Toplumun tüm kesimlerine hitap etmek ve tabanını genişletmek için sonradan kurulan siyasi partiler için modası geçmeyen bir örnek teşkil etmiştir.
Bunun en güzel örneğini ise belli dönemlerde Erdoğan ve AK Parti’nin izlediği siyasette bulmak mümkündür. Öyle ki 28 Şubat süreciyle birlikte Refah Partisi'nin (RP) ve devamı niteliğindeki Fazilet Partisi'nin (FP) kapatılmasıyla yeni bir parti hazırlıklarına giren Erdoğan ve arkadaşlarına sorulan soruların başında kuracakları partinin dört eğilimi yansıtıp yansıtmayacağı ve buna verilen cevabın ise bu durumu onaylayan bir mahiyette olmasıdır.
Hatta 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi AK Parti'nin dört eğilimi yansıtacak şekilde birçok transfer yapması, bu anlayışın kitle partileri için ne ölçüde faydalı olduğunun önemli bir göstergesidir.
Öyle ki bu seçimde AK Parti, oy oranını yaklaşık yüzde 47’ye çıkarmış ve mecliste ezici bir çoğunluk kazanmıştı.
Peki, dört eğilime benzer bir uygulamada kimler partiye davet edilmişti: CHP’de bir dönem önemli görevler üstlenmiş Ertuğrul Günay ve Haluk Özdalga; Alevi kesimin önde gelen temsilcilerinden Reha Çamuroğlu; ANAP’ın etkili isimlerinden Ülkü Güney; eski YÖK başkanı ve RP-DYP koalisyonunun Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam; anayasa Profesörü Zafer Üskül; Ülkücü ve merkez sağdan birçok isim…
Ve böylece AK Parti, Özal’ın yaptığı gibi farklı ideolojilere ilişkin birleştirici bir tutum sergileyerek merkeze yerleşen bir “catch all” partisi olmuştur.
Günümüze gelindiğindeyse, AK Parti'nin ilk dönemlerinin aksine farklı bir eksene oturduğu düşüncesinden hareketle Babacan’ın kuracağı partinin Özalvari dört ana eğilimi yansıtma misyonunu üstleneceği yönünde birçok yorum ve soruya rastlamak mümkün.
Ancak Babacan, çeşitli platformlarda kendisine bu durum sorulduğunda 1980’li yıllardaki gibi artık Türk siyasetinin sağ-sol kompartımanı ile tanımlanamayacağını, o günden bugüne siyasi terminolojinin çok değiştiğini ve partisinin ana akıma hitap edeceğini söylüyor.
AK Parti iktidarını doğrudan hedef almadıklarını, siyasi yelpazenin tam ortasında gerginleşmeden ve kutuplaşmadan uzak bir siyasi hareket olduklarını vurguluyor.
Kullandığı bu terminoloji, aslında, dört eğilimin günümüze uyarlanmış şeklinde başka bir şey değil.
Partinin kurucular kuruluna bakıldığında; AK Parti'de bakanlık yapmış Sadullah Ergin, Nihat Ergün ve Selma Aliye Kavaf gibi isimler ile önemli mevkilerde bulunmuş bürokratlar; Ülkü Ocakları Kurucu Genel Başkanı ve bir dönem MHP’de liderlik yarışına katılmış Ramiz Ongun ve BBP’de merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun yardımcısı Musa Malik Yıldırım; Kürt meselesi ile hemhal olmuş isimler, liberal muhafazakar Mustafa Yeneroğlu ve İslamcı kanattan Prof. Dr. İbrahim Gezer gibi isimler bu durumu doğruluyor.
Bunların yanında kamuoyunun henüz tanımadığı ve partinin TBMM’deki şimdilik tek temsilcisi olan Mustafa Yeneroğlu’nun ifadesiyle AK Parti'ye hiç oy atmamış genç isimlerin de kurucular kurulunda yer alması pergelin iki ucu arasındaki mesafenin ne kadar geniş tutulduğuna iyi bir örnek.
Hasılı, ilerleyen günlerde merhum Turgut Özal’ın dört ana eğilimi ile Ali Babacan’ın ana akımı arasında sık sık karşılaştırma yapılacağa benziyor.
DEVA partisi ile ilgili ilk izlenimlerime gelirsek;
İlk bakışta partinin daha çok şehirli, okumuş, genç merkez sağ ve sol seçmene hitap edeceği söylenebilir.
Ancak bu tür söylemler için henüz erken. İl ve ilçe teşkilatlarından da farklı isimlerin geleceğini hatırlatmakta fayda var.
Babacan açılış konuşmasını yaptığı gün Medyascope’da Ruşen Çakır’a verdiği söyleşide kurdukları partide klasik liderlik anlayışının yerine paylaşımcı liderliğin olacağını ifade etti.
Ülkemizdeki siyaset sahnesinde bu durumun “güçsüz liderlik” olarak görüleceğini şimdiden söylemek lazım.
Genellikle ilke ve değerlere vurgu yapılan ve ideolojik bir tutum almaktan bağımsız bir parti görünümünde DEVA Partisi.
Bir tür kadro hareketi olarak isimlendiriliyor. Ancak kurucular kuruluna bakıldığında Ali Babacan ve Mustafa Yeneroğlu’nun dışında dikkat çeken isme pek rastlanmıyor.
Sadullah Ergin, Nihat Ergün ve Fatma Aliye Kavaf gibi isimlerinse kamuoyunda çok da yıldız oyuncu gibi görünmediği aşikar.
Özellikle eski bakan Beşir Atalay ve eski Anayasa mahkemesi başkanı Haşim Kılıç’ın kurucular arasında yer almaktan imtina etmeleri de başka bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Vikipedi’de dünyada en çok alıntı yapılan ilk 10 ekonomist arasında gösterilen Prof. Dr. Daron Acemoğlu, Anayasa mahkemesi eski raportörü Prof. Dr. Osman Can ve kamuoyunun yakından tanıdığı ekonomist Prof. Dr. Özgür Demirtaş gibi isimlerin de partinin tekliflerini kabul etmemeleri DEVA beklentilerinin sorgulanmasına yol açtı.
Tüm bunların yanında yeni kurulacak partiyi destekleyen eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün önerdiği isimlerin kurucular kurulunda yer almaması da iki isim arasında problemli bir durumun olduğu iddialarını gündeme getirdi.
Anlaşılan o ki Babacan emanetçi görünmenin Türk siyasetindeki sakıncalarının farkında ve partiye kendi rengini verdiği düşüncesini yaymak istemiş.
Bunların yanında kurucular kurulunun üçte ikisinin daha önce siyaset yapmamış ve kamuoyunun tanımadığı isimlerden oluşması partinin en büyük handikapı olsa gerek.
Bu duruma verilen cevaplarda Anavatan Partisi'ndeki isimlerin de siyaset sahnesine çıktıklarında tanınmadığına odaklanacak olanlara günümüz konjonktürünün çok farklı olduğunu şimdiden hatırlatalım.
Anlaşılan o ki Babacan, kuracağı partinin “küskün” ağırlıklı olmasından uzak durmuş ve AK Parti'nin bir devamı niteliğinde olunduğuna dair yaygın algıyı kırmaya çalışmış.
Farklı bir vitrin sunma adına siyasi pragmatizmden uzak durmanın ilerde çok tartışılacak olduğu ve bazı önemli isimlerin/vekillerin partiye davet edilerek bu sorunun aşılmak isteneceği şimdiden gözüküyor.
Hele hele bazı isimlerin malum korkuları sebebiyle şimdilik partiden uzak durmasının Ali Babacan tarafından da ifade edilmesi ve bu durumun normal görülmesi ayrı bir tartışma konusu…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.