Putin’in Karabağ satrancı: Kremlin içinde fikir ayrılığı

Avrasya uzmanı Dr. Orhan Gafarlı Dağlık Karabağ’da yaşanan gelişmelere Rusya’nın yaklaşımını kaleme aldı.

Putin’in Karabağ satrancı: Kremlin içinde fikir ayrılığı


Putin’in Karabağ satrancı: Kremlin içinde fikir ayrılığı

28 Eylül’de başlayan Karabağ Savaşı’nda, 10 Ekim sabaha karşı Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya Dışişleri Bakanları’nın 11 saatten uzun süren görüşmeleri sonunda dört maddelik ateşkes beyannamesi imzalandı. Ateşkes, Minsk Grubu’nun temel prensiplerini teyit ederek, bu çerçevede devam edileceğini garanti etti ve tarafların mutabakat sağlamasını mümkün kıldı. Bu süreçte Azerbaycan, işgal altındaki toprakların bir kısmında kurarak, cephe hattında yirmi yıldan daha uzun süredir devam eden statükoyu değiştirmiş oldu.

28 Eylül’den itibaren devam eden Karabağ Savaşı’nda Kremlin, Başkan ve Dışişleri Bakanlığı düzeyinde tarafsız kalmaya çalıştı. Putin, “komşuların iç işlerine karışmıyoruz” ve “savaş Ermenistan topraklarında yapılmıyor” açıklamalarıyla üstü örtülü bir şekilde Azerbaycan’ın işgal altında 7 rayon da egemenliğini teyit etmiş oldu.

Rusya’nın 30 yıl sonra ilk kez, açık şekilde Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki tarafsızlığını vurgulayan tutumu dikkat çekti. Zira bu tavır aynı zamanda, Ermenistan’da Renkli Devrim sonucu iktidara gelmiş olan Paşinyan’a ve de Ermeni halkına bir mesaj niteliği taşıyor. Paşinyan’ın Batı yanlısı olması ve Putin’in Erivan’daki iktidarı Soros’un uzantısı olarak görmesi, Rusya’nın tarafsız tutumunun temel nedenidir. Ancak Putin’in tutumunun yalnızca bu nedenle açıklanması da yeterli değildir. Putin’in Karabağ Savaşı’ndaki tavrının, eski Sovyet ülkelerine yönelik bir mesaj içerdiği de iddia edilebilir. Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya, Ukrayna’nın Kırım ve Doğu bölgesindeki Donbas sorunları ile Belarus’ta seçim sonrasında ortaya çıkan krizle ilgili de bir mesaj da içermektedir. “Topraklarınızdaki egemenliğiniz ve iç politikadaki istikrarınız, Rusya’nın tavrına bağlı” mesajı açık bir şekilde verilmektedir. Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan örnekleri, Rusya ile kurulan iyi ilişkilerin bölgede devletlerin egemenliği ve istikrarı açısından ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

 ***

Sovyetler Birliği sonrası dönemde Azerbaycan’ın Rusya ile ilişkileri; Karabağ savaşı, Rus ordusunun ülkeden çıkarılması ve enerji politikaları gibi çeşitli nedenlerle inişli-çıkışlı süreçler geçirdi. 2008–2009 yıllarından itibaren Bakü – Moskova ilişkilerinde iyileşme dönemi ve ilişkilerde güven inşa etme aşaması başladı. Haydar ve İlham Aliyev dönemlerinde dengeli bir dış politika çizgisi temel alındı. İlham Aliyev’in, Moskova ile kurduğu ilişkileri güven inşası çerçevesinde geliştirmesi ve Putin ile arasında iyi bir diyalog kurması, Ermenistan’da 2018 yılında başlayan “Renkli Devrim” sonrasında sonuç verdi. Rusya, eski Sovyet ülkelerinde algıladığı “Renkli Devrim” tehdidini tüm yönleriyle kullanmayı başardı. Diğer taraftan Paşinyan iktidara geldiği yıl ilk aşamada liberal bir çizgi izledi ve hatta Karabağ sorunun çözümü için Aliyev’in de ifade ettiği gibi ‘‘zaman istedi’’. Fakat Paşinyan, siyasal açıdan güçlendikçe liberal ve barışçı vizyonundan kopmaya başladı. Ermeni milliyetçisi ve popülist bir eğilime doğru kaydı. Erivan güçlendikçe “Karabağ Ermenilerindir” tezini işledi ve barış görüşmelerine Hankenti’nde kurulan de-facto, tanınmamış Ermeni idaresinin de katılması gerektiğini vurguladı. Karabağ Barış Görüşmeleri’nin Minsk Grubu çerçevesinde kabul edilen temel prensiplerini sorgulayarak ortaya yeni bir format attı.

***

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki bu gerilim, yeni bir kriz yönetimini ve statükoyu sorgulamak için kurulan stratejik Ankara – Bakü – Moskova diyalog hattının inşasını, bu üç devletin ortak tehdit karşısında buluşmasını sağladı. 6 Ekim 2020 tarihinde Karar Gazetesi’nde yayımlanan yazımda da ifade ettiğim gibi ‘‘Üç Silahşorlar ve D’Artagnan Dengesi’’ sorgulanır oldu. Rusya, Ermenistan, İran ve Fransa’nın buluştuğu jeopolitik ittifak, artık anlamını ve işlevselliğini yitirdi. Öte yandan, madalyonun öbür yüzündeki üç silahşor olan Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan arasındaki ittifakın da, bölgesel sorunların çözümüne değil statükoya hizmet ettiği anlaşıldı. Bakü’nün ülkeleri ittifaklar değil, tehditler ekseninde buluşturma stratejisi; Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı saldırgan tavrı ile birlikte ilk olumlu dönüşümü başardı. Tehditler karşısında ortak hareket etmenin ve kısa dönemli taktiksel ittifakların yalnızca reel-politik bir ekseni değil; kültürel, kimliksel ve yönetim zihniyetinde olan bir boyutu da vardır.

***

13 günlük savaş sırasında Rus basını ve sosyal medya kanalları üzerinden yapılan gözlemler çok ilginç sonuçları ortaya çıkarmıştır. Karabağ Savaşı sırasında Ermenistan basınının Türkiye ve Suriyeli cihatçılara karşı savaşıldığı yönündeki iddiası, Rus basınında ve sosyal medyasında destek buldu. Özellikle Rusya’da çok popüler olan Telegram’da, kanalı bulunan bazı grupların savaşların yaşandığı bölgeye gitmesi ve aktif şekilde yayın yapması dikkat çekti. Bu yayınlar taraflıydı, özellikle Suriye’deki Rus blogerların desteğiyle Sultan Murad ve Al- Hamza tümenlerinin savaşçılarının Karabağ’a Ermenilere karşı savaşmak için getirildiği iddiası ortaya atıldı. Daha önce Suriye’den haber veren kanallar, Karabağ’da tamamen Ermeniler için çalışmaya başladı. Buna ek olarak, PYD/YPG gruplarından destek geldiğine dair montajlanmış görüntülerin hazırlanması ve yayılması; bu işin arkasında sadece Ermenilerin değil bir Rus grubunun da desteği olduğu izlenimini uyandırdı. Bu gelişmelerin sonucunda Rusya Dışişleri Bakanlığı, Ermenistan ve Azerbaycan’ın adlarını anmadan bölgede var olan yabancı savaşçılarla ilgili rahatsızlıklarını ve kaygılarını dile getirdi. Bu açıklamadan birkaç gün sonra Rusya’nın Dış İstihbarat Bürosu Başkanı Sergei Narişkin, ihtiyatlı bir açıklamayla Suriye’den gelen cihatçılarla ilgili duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. 

***

Narişkin’in bu açıklaması, Kremlin içindeki siyasi gruplar arasında Ermenistan konusunda fikir ayrılığı olduğunu ortaya koydu. Açıklamayı yapan kişiye baktığımızda “Silovikler (Güvenlikçi Grup) Putin’in tarafsız kalmasından rahatsız mı?” sorusu akla gelmektedir. Yoksa Putin sopa ve havuç (ödül ve ceza) oyunu mu oynamaktadır? Bu gelişmelere baktığımızda, kanımca Kremlin kuleleri arasında bir fikir ayrılığının olması daha olasıdır. Çünkü eğer yaşananlar “havuç ile sopa” oyunu olsaydı, Putin Narişkin’in açıklamasına destek verirdi. Akla gelen ikinci bir senaryo ise Rusya’nın, cihatçıları bahane ederek bölgeye ateşkesin sağlanması amacıyla barış gücünü getirebilecek olmasıdır. Fakat 10 Ekim’de imzalanan Barış Anlaşması ile birlikte barış gücü konusunda Rusya’dan herhangi bir açıklamanın gelmemesi bu varsayımı da yanlışlamaktadır. Ayrıca algı operasyonu yapan gazeteci ve blogerların hâlâ Karabağ’da kalarak işlerine devam etmesi; Silovikler ile Putin arasındaki fikir ayrılığı algısını daha da güçlendirmektedir.

***

Telegram bloglarında kısa zaman önce Lavrov’un görevinden alınacağı ve yerine Narişkin’in getirileceği bilgisi yayıldı. Bu bilgi aynı zamanda Rus gazetelerinde de haber olarak paylaşıldı. Narişkin’in neden dış politikaya yön vermeye çalıştığı ve hatta bakanlık makamına göz diktiği, hangi konudan rahatsız olduğu soruları üzerinde durulması gereken meseleler olarak ortaya çıkmaktadır. Kremlin kuleleri arasındaki rekabetin yansımasını Karabağ Savaşı’nda gördük. Hatta bu durum, Suriye’den yayın yapan Telegram kanalların arkasındaki ismin kim olduğunu da ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla Rusya dış politikasına yön vermek isteyen gruplar içinde etkin olan Silovikler’in Türkiye karşıtı politikada yer alması ve daha ilginci, Paşinyan’a rağmen bunu yapması, Kremlin içindeki dengelerin ne kadar çetrefilli olduğunu göstermektedir.

***

Silovikler’in Güney Kafkasya, Azerbaycan, Rusya ve Türkiye ekseninden duyduğu rahatsızlığın, Suriye’de kendisini göstermesi mümkündür. Kremlin içindeki Sivil Bürokrasi (ulusalcı)  kesiminin ise Azerbaycan ve Türkiye ekseninde ortak bir tehdit algısı üzerinde buluştuğunu iddia edebiliriz. Burada özellikle vurgulanması icap eden ve unutulmaması gereken nokta, Silovik grubunun milliyetçilik temelli, Türk ve Batı’yı “Öteki” olarak gören bir anlayış üzerinden kimlik inşasına sahip olduğudur.

***

Karabağ Savaşı, Kremlin içindeki fikir ayrılıklarını ve rekabeti ortaya çıkarması bakımından oldukça dikkat çekicidir. Fakat Rusya’nın yalnızca Putin merkezli okunmaması gerektiği vurgulanmalı, buna rağmen son kararın yine de Başkan tarafından alındığı unutulmamalıdır. Çünkü Batıcı, sivil bürokrasi ve Silovik olarak değerlendirilen gruplar arasında yaşanan rekabetin değişik sorunlarda öne çıkması, aynı zamanda Putin’e taktiksel ve stratejik konularda karar vermesi için sunulan önerilerle de bağlantılıdır.         

KARAR