PYD-YPG’nin dünkü açıklamasında ABD’nin “Kürtlere ihanet ettiği” ileri sürülerek

Fırat'ın doğusu...

PYD-YPG’nin dünkü açıklamasında ABD’nin “Kürtlere ihanet ettiği” ileri sürülerek


Türkiye’nin ‘güvenli bölge’ yapmak istediği Kuzey Suriye’den ABD’nin çekilmesi ve Türkiye’nin askerî harekâtına alan açılması, son derece önemli bir gelişmedir, fakat gözden kaçmaması gereken riskler de bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlı tavrının bu “güvenli bölge” gelişmesinde etkili olduğu şüphesizdir.

Türkiye’nin yıllardan beri istediği bir gelişmedir bu.

Madalyonun öbür tarafından ise ABD’nin çıkarlarının da bunu gerektiriyor olması vardır. Trump, özellikle DEAŞ yükünden kurtulmak istiyordu, şimdi bu yükün önemli bir kısmını Türkiye üstlenecektir.

 

15.000 KİLOMETRE KARE

Evvela, ABD Suriye’den çekilmiyor. Sadece ortalama 30 km. derinliğinde bir şeritten çekilecek, burayı Türk askeri kontrol altına alacak.

Fırat ve Zeytin Dalı operasyonlarında toplam 4 bin kilometre karelik alanı kontrol eden Türkiye’nin “güvenli böge”de kabaca 15.000 kilometre karelik bir alanı kontrol altına alması gerekecek.

ABD Türkiye’ye Kuzey Suriye’nin havasını kapattı, veri akışını durdurdu! Uzmanlar Türkiye’nin Suriye hava sahasına girmeden de 30 km. derinliği kontrol edebileceğini söylüyorlar fakat ABD’nin tavrı hiç de iyiye işaret değildir.

Megalomanyak Trump’ın dün Türkiye’yi terbiyesizce tehdit ettiğini, güvenilmez biri olduğunu da hiç unutmamak lazım.

Ortada hayati sorular var.

ABD’nin ağır silahla teçhiz ettiği 60 bin kişilik PYD/YPG güçleri ne olacak? Türkiye ile çatışacaklar mı?
Yoksa daha petrolce zengin güneye mi çekilecekler? Orada ne yapacaklar?

PKK-PYD konusunda Esat ve Moskova’nın tavrı ne olur?

Suriye için anayasa çalışmalarında nasıl bir devlet yapısı ortaya çıkacak?

Gerçekçi olmak lazım: 60 bin kişi yok edilemez, ancak ABD ile sıkı iş birliği ile ellerindeki ağır silahlar alınabilir.

Güvenli bölge kurulduğunda, işlevi Türkiye’ye sızıp terör eylemi yapmalarını önlemek olacaktır.

Suriye’nin yeni statüsünü belirlemede Ankara’nın Şam’la artık diyalog kurması gerektiği de açıktır.

 

DEAŞ VE DİĞERLERİ

Türkiye’nin diğer sıkıntısı DEAŞ ve İdlib’deki terör unsurlarıdır.

Trump, açıklamasında, Avrupa kökenli DEAŞ’lıları Avrupa hükümetlerinin kabul etmediğini belirterek  “DEAŞ’lıları ABD’deki hapishanelerde tutmamızı ve çok büyük paralar ödememizi istiyorsunuz” diye Avrupalıları eleştiriyordu.

Trump’un tivitinin devamı şöyle:

“Türkiye, Avrupa, Suriye, İran, Irak, Rusya ve Kürtler şimdi ne yapacaklarını ve mahallelerindeki ele geçirilen IŞİD savaşçılarıyla nasıl başa çıkacaklarını bulmalı.”

Erdoğan’la Trump’ın telefon görüşmesinde Fırat’ın doğusu konusunda konusunda anlaştıklarını açıklayan Beyaz Saray bildirisinde de şu satırlar yer alıyor:

“IŞİD’in yenilmesinin ardından son iki yılda bölgede yakalanan IŞİD savaşçılarından Türkiye sorumlu olacak.”

Erdoğan da ABD’nin tavrını “DEAŞ’lıların kontrolünü kendi elimizden çıkarmalıyız, artık yetti diyorlar” diyerek açıkladı.

Dört bini silahlı 10 bin DEAŞ’lıyı Türkiye ne yapacak?

“Güvenli bölge”nin dışındaki DEAŞ’lılardan Türkiye sorumlu tutulabilir mi?

PYD-YPG’nin dünkü açıklamasında ABD’nin “Kürtlere ihanet ettiği” ileri sürülerek bu durumun “DEAŞ’la mücadeleyi olumsuz etkileyeceği” söyleniyordu. PYD bundan sonra IŞİD’le birlikte mi terör yapacak?

Ayrıca, İdlib’de sayılarının 50 bin olduğu söylenen terörist gruplar ne olacak? Bunlar her zaman Türkiye’ye en azından “göç tehdidi”dir. Bu konuda Rusya’ya güvenilebilir mi?

 

EKONOMİK YÖNÜ

Meselenin ekonomik yönü de hiç gözardı edilemez. Trump’ı yıldıran bir mali yük söz konusu. Türkiye güvenliği için elbette her şeyi yapar fakat stratejik planlamada ekonomin önemli bir yer tutuğu açık.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM’deki konuşmasında Kuzey Suriye’de “uluslararası toplumun desteğiyle inşa edecekleri 5 bin nüfuslu 140 köye ve 30 bin nüfuslu 50 ilçeye bir milyon Suriyeliyi yerleştireceklerini” söylemişti.

Trump’un manyakça bir tivitinin dövizi nasıl etkilediği ortada.

Operasyon maliyetleri bir tarafa, “güvenli bölge”yi alt yapısıyla da güvenli hale getirmek için nasıl bir finansman gerekiyor, belli.

Bunun “uluslararası toplumun desteğiyle” yapılabilecek olması da Türkiye’nin genel dış politikasını gündeme getiriyor.

Yıllar önce söylenmiş olan “dostları arttırma, düşmanları azaltma” sözünün değeri bir kere daha somut olarak kendini gösteriyor.

Bu milli bir meseledir; hükümete destek verilmeli, aynı zamanda hamasetten sakınarak siyasi rasyonalizm hiç ihmal edilmemeli.

TAHA AKYOL / KARAR