QHA KURUCUSU GAYANA YÜKSEL: DÜNYAYA KIRIM TATAR HALKINI ANLATMAYI GÖREVİM VE MİSYONUM BİLİYORUM

“AJANSIN İLK HABERİ, 1944 KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ KURBANLARININ 2006 YILINDAKİ MATEM MİTİNGİYDİ”

QHA KURUCUSU GAYANA YÜKSEL: DÜNYAYA KIRIM TATAR HALKINI ANLATMAYI GÖREVİM VE MİSYONUM BİLİYORUM


Asif Aliyev / QHA Kıyiv - Gayana Yüksel, en tanınmış Kırım Tatar gazetecilerden biri. Eşi İsmet Yüksel ile birlikte ilk Kırım Tatar haber ajansı olan Kırım Haber Ajansını (QHA) kurdu. Yüksel, QHA’ya verdiği demeçte, gazetecilerin işgal sırasında Kırım’da nasıl çalıştıklarını, ajans çalışanlarının işgalciler tarafından uğradığı takibatı, Kıyiv’de eşine yapılan saldırıyı, Kırım’daki evlerindeki soygunu ve Kırım’dan ayrılmalarının nedenlerini anlattı. Kırım Tatar Milli Meclisi (KTMM) üyesi ve Kırım Haber Ajansı kurucusu Gayana Yüksel, ayrıca ailesinin 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı ile ilgili anılarını da paylaştı.

AJANSIN KURULUŞU

-Gayana Hanım, Kırım Haber Ajansı (QHA) Kırım’dan Kıyiv’e geçeli 5 yıl oldu. Bize QHA’nın tarihini anlatır mısınız? Ajans nasıl kuruldu?

Ajans kurma fikri 2000’li yılların başında ortaya çıktı. O zaman Kırım’da milli kitle iletişim araçları oluşum sürecindeydi. Kırım’da meydana gelen olaylar ve Kırım Tatar halkıyla ilgili olaylar hakkında hem Kırım’da hem de Kırım’ın dışında çok az şey biliniyordu. Ve genellikle dış kitle için yarımadada bulunmayan medya kuruluşları yazıyordu. Bu nedenle, sağlıklı bilgi almak güçtü ve genellikle önyargılıydı.

Eşim ve ben bir haber ajansı kurma fikrini değerlendirdik. Kırım’da olup bitenler hakkında Kırım Tatarlarının kendilerinin anlatması gerektiğini ve bunu profesyonel şekilde yapmaları gerektiğini düşündük. Bu, halkımız için büyük bir gereksinimdi. 2004 yılında bu fikrimizi, Kırım Tatar halkının milli lideri, dönemin Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile paylaştık. O da bizim fikrimizi destekledi ve böylelikle bu fikrimizi hayata geçirmeye başladık.

Ajansın projesi, çalışma sistemi üzerinde çalışmaya başladık, her şeyi önce kağıda dökmeye çalıştık. İlk zamanlarda İsmet Beyle ikimiz çalışıyorduk. Ben, hem Rusça hem Türkçe yazıyordum. Daha sonra, inisiyatifimizle, ben ve diğer üç gazeteci, Türkiye’nin en büyük haber ajansı olan Anadolu Ajansında staj yaptık. Anadolu Ajansı, 100 yıldır faaliyet gösteriyor. 1920 yılında kuruldu ve sadece kadrolu çalışan sayısı bin 500. Stajdan sonra Kırım’da gereken izinleri alma süreci başladı. Aralık 2005’te, tüm kayıt prosedürlerini başarıyla geçtikten sonra, Kıyiv’de Ulusal Televizyon ve Radyo Kurulundan enformasyon faaliyetlerini yürütmek için lisans aldık.

Ajansın adına gelince, İsmet’le birlikte bulduk. Kırım Tatar dilinde kabul edilebilir ve uyumlu bir isim arıyorduk. Sovyet dönemi isimlerinden uzaklaşmak istiyorduk ve açıkçası Türk dilli haber ajanslarıyla benzerliği takip ettik. Ve neticede ajansa Qırım Haber Ajansı (Kırım Haber Ajansı) adını verme kararı aldık.

Bir sonraki adım; ofis bulmak, web sitesi tasarımı, haber üretim süreci gibi organizasyon işleri oldu.

İlk ofisimiz, Akmescit’te (Simferopol) Puşkin sokağındaydı. Burada yaklaşık bir yılımız geçti. Daha sonra ofis, Akmescit’in merkezinde Sevastopolskaya Sokağı, 30/2’de adresindeki bir daireye taşındı. Bu daire, ünlü Yaşlavlılar soyundan gelen Kırım Tatar sivil toplum erbabı, emektar Safiye Nezetli’ye aitti. O, 2001 yılında vefat etti ve dairesini Türkiye’deki Emel Vakfına (Başkanı Zafer Karatay) miras bıraktı, vakıf da daireyi bize tahsis etti. Aslında her şey makul bir şekilde gerçekleşti. Safiye Nezetli, İsmet’i çok severdi, onu oğlu olarak görüyordu, çünkü kendi çocuğu yoktu. Sahip olduğu her şeyin Kırım Tatarlarına fayda getirmesini istediğini her zaman söylerdi. İşte ajans da, 2006-2014 yılları arasında onun dairesinde faaliyet gösterdi.

“AJANSIN İLK HABERİ, 1944 KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ KURBANLARININ 2006 YILINDAKİ MATEM MİTİNGİYDİ”

Ajansımızın ilk haberinin 18 Mayıs 2006 tarihinde, 1944 Kırım Tatar Sürgün Kurbanlarını Anma Günü dolayısıyla yapılan matem mitinginin haberi olması da çok sembolik oldu. Akmescit’teki meydandan canlı yayın yaptık. O zaman canlı yayın yapmak yeni bir şeydi. Şimdiki teknoloji o zaman hiç kimsede yoktu. Sosyal ağlar bu kadar gelişmiş değildi, ama biz meydandan canlı yayın yaparak genelde 2-3 saat devam eden mitingin atmosferini sayfamız üzerinden yansıtabildik. O zaman bu, hem Kırım’da hem Kırım’ın dışında büyük ilgi çekti.

Başlangıçta, sitede beş dilde haber yapmayı planlamıştık, ancak site açıldığında üç dilde çalışıyordu: Rusça, İngilizce ve Türkçe/Kırım Tatarca. Böylelikle Slav dillerinde, İngilizce ve Türkçe konuşan kitleyi kapsıyorduk.

Ajansın açılışının halkımızın gelişiminin, milli basın  yayın organlarımızın gelişiminde çok önemli bir aşama olduğunu düşünüyorum. Karşılaştırmak için küçük bir örnek: Türk dünyasında 250 milyon kişi yaşıyor, 7 bağımsız devlet, 13 özerk cumhuriyet ve Kırım Tatarları gibi kendi devletçiliği olmayan 56 halk. Kendi devletçiliği olmayan halklar arasında enformasyon alanında profesyonel şekilde çalışan haber ajansı yani kitle iletişim aracı sadece Kırım Tatarlarında vardı, bu da QHA idi.

Tam da bu yüzden Kırım Haber Ajansımız 2007 yılında, bağımsız Türk devletlerinin haber ajansları ve Tataristan ile Başkurdistan’dan iki ajansın yer aldığı Türk Dilli Haber Ajansları Birliğine (TKA) girdi. Bu sadece bir örnek. Hayata geçirdiğimiz sayısız projeden, çalışanlarımızın ve ajansın aldığı ödüllerden bahsetmiyorum bile.

-Kırım’ın Rus işgalinden önce Ajans nasıl çalışıyordu?

O zaman, ana topraklarımızdan, yaşam alanımızdan, hem habercilerimiz hem haber kaynaklarımız olan yurttaşlarımızdan ayrı değildik. Ve en önemlisi, işgal yoktu. Sorunlar vardı, ama onlar tamamen farklıydı. O zaman, Kırım Tatar halkı evlerine, tarihi ana vatanlarına dönüyor ve hakları için mücadele ediyordu. Haklarımızın iade edilmesi, dilimizin resmileşmesi, Kırım Tatarlarının sosyal ve günlük sorunlarının çözümü ile altyapının oluşturulması gibi meselelerden söz ediyorduk. Ve dahası, ajans sadece bir haber ajansı değildi. Birçok projenin geliştirilmesine yardımcı olduk, bir nevi danışmanlık merkeziydik.

Türk devlet televizyonu TRT için 89 bölümlük “Kırım’dan Yansılar” programını hazırladık. Bu sadece Türkiye’de 80 milyon izleyici demek. En önemlisi de bu programımız Kırım Tatar dilindeydi. Eşim TRT’nin Ukrayna muhabiriydi. Bizimle BBC, CNN, Al Jazeera Turk çalışıyordu. Al Jazeera Turk ile Kırım Tatar sürgünü hakkında, Azak Denizi’nde vahşice batırılan Kırım Tatarlarının trajedisini konu alan “Coming Back” filmini çektik. TRT ile birlikte ajans, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük mimarı Mimar Sinan’ın çalışmaları hakkında “8 Ülke, 8 Yönetmen ve Sinan” filmini çekti. Mimar Sinan’ın Kezlev’deki (Yevpatoriya) eseri olan ve günümüze kadar ayakta kalan Cuma Camisini anlattık. Filmin bizim bölümümüzün yönetmenliğini Ahtem Seytablayev yaptı. Bu film, Türkiye’de 2007 Yılının En İyi Belgesel Filmi ödülünü kazandı.

-Yerel makamların herhangi bir engeli oldu mu?

Biz Ukrayna’nın bir haber ajansıydık ve Ukrayna’nın yasal alanında faaliyet gösteriyorduk. 2014’te olduğu gibi kimse bizi yasaklayamazdı, yasa dışı ilan edemezdi, etkinliklere katılmamıza izin vermemezlik edemezdi. Kırım’ın 2014’te işgalinden önce, Kırım’ın enformasyon alanı tarif edilirken tüm kaynaklarda, raporlarda, yarımadada altı haber ajansı olduğu belirtiliyordu. Mutlaka, QHA’dan da söz ediliyordu. Tabii, belki de birileri profesyonel faaliyetlerimiz ve tutumumuz nedeniyle bizi beğenmiyor olabilirdi, ama biz tam kapasite çalışıyorduk. Akreditasyon almamızı, etkinliklere katılmamızı ve olanlar hakkında bilgi vermemizi  kimse engelleyemiyordu.

-Başlangıçta Ajansın Romence sayfası da vardı?

Romence sayfası vardı, ancak bu sayfa, 2014’ten sonra, biz Kırım’dan ayrıldıktan sonra ortaya çıktı. Romence sayfası 2015’in sonundan 2017’ye kadar vardı. Dünya Kırım Tatar Kongresi üyesi Metin Ömer ile iş birliği yapıyorduk. Romence sayfasının editörüydü, sonra iki çalışan dahil oldu. Kendileri gündemi hazırlıyor, haberler buluyor, çevirileri yapıyorlardı. Zamanla Romence sayfasının Romanya’daki diaspora temsilcilerimiz arasında aktif faaliyetlere başlaması bekleniyordu, zira çeşitli değerlendirmelere göre orada yaklaşık 40 bin etnik Kırım Tatarının yaşadığı biliniyor. Bunun Romanya gibi bir Avrupa ülkesinde oldukça gerekli bir iş olduğuna inanıyorum.

-Kırım Haber Ajansı, Türkiye’de irtibat bürosu olan tek Ukrayna ajansı sanırım. Türkçe sayfasının ve Ankara’daki büronun tarihçesini anlatır mısınız?

İngilizce sayfası gibi Türkçe sayfası da 2006’dan beri çalışıyor, o zamanlar Kırım’daydı ve çeşitli bölgelerde muhabirlerimiz ve temsilcilerimiz vardı: ABD, Japonya, Avrupa ülkeleri, Türkiye ve Orta Asya’da. Misyonumuz sadece Kırım ve dünyadaki olaylar hakkında bilgilendirmek değil, aynı zamanda dünyanın çeşitli üniversitelerinde öğrenim gören gençlerimizin mesleki gelişimi için koşullar yaratmaktı. Türkçe sayfasına Türkiye’de okuyan veya Türkçe bilen gençleri işe aldık. Belli aşamalarda, Türkçe sayfasının yayın yönetmenliğini Türkiye’de çalışan ve yeni bir deneyim kazanmak için Kırım’a gelen profesyonel gazeteciler yaptı. Ankara’da ofis açma imkanı Kırım’ın işgalinden hemen önce oluştu. Ancak Türkçe bürosu 2015’ten sonra gelişmeye başladı.

TÜM ÇALIŞANLARIMIZ FSB’DE SORGUYA ALINDI

-Kırım’ın Rusya tarafından işgali sırasında ajans çalışanları nasıl çalıştılar?

Ajans, tarih için bu kritik günlerde tam kapasite çalıştı. Kırım’da meydana gelen olayları anlattık, diğer medya kuruluşlarından meslektaşlarımıza yardımcı olduk. Kırım’da olup bitenler hakkında yayın yapma hususunda uluslararası gazetecilerle iş birliği yaptık, kaynakların elverdiği ölçüde mümkün olan her şeyi yaptık.

O zaman ajansta, teknik personel, muhasebe departmanı, Ankara’daki ofiste çalışanlar olmak üzere toplam 25 kişi vardı. Gazetecilerimiz Anğara (Perevalnoye), Yalta, Kezlev (Yevpatoriya), Kefe’deki (Feodosiya) askeri birliklerin ele geçirilmesi, Akmescit’teki (Simferopol) yönetim organlarının ve askeri birliklerin ele geçirilmesini anlattılar. Çalışanlarımız saldırılara uğradı, darp edildi, kameraları ellerinden alındı. Daha sonra tüm çalışanlarımız, ki çoğu genç kızdı, FSB’ye (Rusya Federal Güvenlik Servisi)  çağrıldı.

Çalışmak gittikçe zorlaşıyordu. Bir gün tüm çalışanlarımızı toplayıp onlara, “Sözde ‘kolluk kuvvetleri’ organlarıyla herhangi bir sorun yaşarsanız, tüm sorumluluğu üzerime atabilir, bizim yönetimimiz var ve tüm görevleri bize o veriyor, faaliyetlerimizden de onlar sorumludur diyebilirsiniz” dedim. Her şey yapılıyordu; tehditler, web sitemize dos saldırıları ve provokasyonlar…

-Nisan 2015’te, Rusya’nın Akmescit’te (Simferopol) yasa dışı şekilde faaliyet gösteren sözde Aşırılıkla Mücadele Merkezine çağrıldınız. Rus soruşturma görevlileri sizinle ne hakkında konuştu?

Ben ve eşim İsmet Yüksel FSB’nin takibindeydik. Mart 2014’ten sonra ona defalarca Kırım’ı terk etmesi gerektiğini ima etmişlerdi. Onun Türkiye vatandaşı olan bazı arkadaşlarını da takip ediyor, kafalarına çuval geçirip ormanlık alana götürüp darp ediyor ve öldürmekle tehdit ediyorlardı. Korkunç bir şey tabii ki… Hepsi de FSB görevlilerinin  bu tür “sohbetler” sırasında İsmet hakkında çok sorular sorduklarını söylüyordu.

İsmet’i FSB’ye çağırdıklarında, Haziran 2014’tü. Ona ajansla “ilgilendiklerini” ve onu Kırım’dan çıkarmanın yolunu mutlaka bulacaklarını açık açık söylediler. Neticede Kırım’a girişi yasaklandı. FSB, bu kararını 30 Haziran 2014 yılında almış ama kimse bize bunu söylemedi. Daha sonra, 10 Ağustos 2014 tarihinde, Ukrayna’nın ana kısmından Kırım’a girişi sırasında girişine izin vermediler ve Kırım’a giriş yasağı koydular.

Ama onsuz bile Kırım’da kalabileceğimi umuyordum. Son ana kadar Kırım’da evimde kalmayı görevim ve misyonum olarak görüyordum ve hiç ayrılmak istemiyordum. Bu yüzden, Kırım’daki bazı insanlar “kaçanlar” hakkında konuşurken, önce ne söylediklerini bir düşünsünler. Nisan 2015’te “E” merkezine çağrıldığımda (Rusya Federasyonu Aşırılıkla Mücadele Merkezi) ben ve ailemle ilgili her şeyi bildiklerini açıkça belirttiler. Güvenlik güçleri, ajansın internet sayfası üzerinden Rusya Federasyonu’nda yasaklı olan Ukrayna kuruluşları hakkında bilgi dağıtarak yasaları ihlal ettiğime dair bir protokol hazırladılar. Meğer ben, ajansın arşivini kaldırıp, örneğin “Sağ Sektör” (Ukrayna’nın milliyetçi teşkilatı) yazılan yerde parantez içinde “Rusya Federasyonu’nda yasaklanmış bir örgüt” diye yazmalıymışım. Saçmalık… Biz Ukrayna ajansıyız, Ukrayna mevzuatına göre çalışıyoruz, tüm bunları 2014’ten önce yazmışız, ne yapmamız gerektiğini söylemeye ne hakları var? Ama onlara göre her şey mümkün ve yasa da geriye dönük işliyor.

-Sizi Kırım’ı terk etmeye ne zorladı?

Aileme yönelik tehditler… Eşimin Kırım’a girmesinin yasaklandığı andan itibaren, ayda bir veya iki kez İsmet’in yaşadığı Kıyiv’e gidiyordum. Bir Ocak akşamı, geç saatlerde Kıyiv’den eve döndüğümde, evdeki her şeyin darmadağın olduğunu gördüm. Biri eve girmiş, her şeyin altını üstüne getirmiş, dolapları karıştırmış… Şok oldum, korkudan konuşamıyordum, karanlıktan şimdi biri çıkar diye korkuyordum. En ilginci ise doğru düzgün bir şey almamışlar. Sabah gelen polis şaşırdı çünkü genellikle bu tür soygunlarda her şeyi götürüyorlar. Ama bu olayla bana her an evime girebileceklerini anlattıklarının farkındaydım…

Evden parfüm, bazı eşyaları çalmışlar, ancak tüm ekipman, dizüstü bilgisayarlar, kameralar evdeydi. Beni izlediklerini ve istedikleri zaman evime girebileceklerini gösterdiler.

Bu arada eşimin yaşadığı Kıyiv’de başka bir olay yaşandı. İsmet eve döndüğü sırada, tam binaya girerken iki kişi arkadan ona yaklaştı ve sırtına tabanca dayadı. O kişilerden biri bozuk Türkçe’yle eşime yakınlarda duran arabaya binmesini ve sürücünün yanındaki ön koltuğa oturmasını söyledi. Ona kıpırdamaması ve ve yüzünü arkaya dönmemesini söyledi. Arabada oturanlardan biri, ki arabada 4 kişi vardı, onunla konuşmaya başladı. Konuşmanın özü şuydu: İsmet’ten Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu (Kırım Tatar halkının milli lideri) ve Kırım Tatar Milli Meclisi üyelerine karşı ifade vermesi, hepsinin güya hırsız ve suçlu olduğunu söylemesi istendi. Ve sonrasında ancak, İsmet Kırım’a girebilecekti…

Eşim onlara bunu yapmayacağını çok iyi bildiklerini ve bu yüzden kendisine ateş edebileceklerini söyledi… Onlar da kocama, Kırım’da bulunan eşi ve kızına olabilecekleri düşünüp düşünmediğini sordular. Adlarımızı da söylediler. O an eşim durumun ne kadar ciddi olduğunu anladı. Onu bıraktılar ama düşünmesini, bir süre sonra onu mutlaka bulup bu konuyu yine görüşeceklerini söylediler. Eşim, Çubarov (Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Refat Çubarov) ve Türkiye Büyükelçiliğiyle irtibata geçti. O zaman onlar bunu basına yansıtmadı çünkü ben ve kızımız Kırım’da kalıyorduk. En önemlisi de şu ki, ne ben Kırım’da evimize kimliği belirsiz kişilerin girmesi olayını, ne de o Kıyiv’deki olayı birbirimize hiç anlatmamıştık. Elimizden geldiğince birbirimizi korumaya çalışıyorduk. Bu olaylar aynı ay içinde oldu. İsmet beni aradı ve kızımız Canike’yi alarak Kırım’dan çıkmamızı istedi. Gidişimizi, erteleyebildiğim kadar erteledim ve ancak 2015 yılının Mayıs ayında Kırım’dan çıktık.

KIYİV’E TAŞINMA: AJANSIN İKİNCİ DOĞUŞU

-Sizin dışınızda Kırım’dan Ukrayna’nın ana kısmına çıkan gazeteciler oldu mu?

Tüm çalışanlarımıza bunu teklif ettim ama herkesin Kırım’da kalmak için kendi sebebi vardı. Daha önce de söylediğim gibi çalışanlarımızın çoğu bekar genç kızlardı ve onlar ailelerinden ayrılmak istemiyorlardı. Ayrıca onlara Kıyiv’de kalacak yer garantisi veremiyordum. Ama hiçbir çalışanımızı ayrılmaya zorlamadım, onların kararıydı.

-Ajans burada (Kıyiv) hangi zorluklarla karşılaştı? Bina bulmak, bir takım kurmak ne kadar zaman aldı?

Sıfırdan başlamak zorundaydık. Benimle ilk çalışmaya başlayan Nadejda Şaydyuk (İdari İşler Sorumlusu) oldu. Çok sorumluluk sahibi ve gayretli bir kız. Nadya ve ben gazetecileri işe almaya başladık. Bize ilk gelenlerden biri Maksim Stelmah (ajans fotoğrafçısı) ve diğerleri oldu. Onlara çok minnettarım çünkü bize inandılar ve çoğu Kırımlı olmadan Kırım hakkında, işgal hakkında, Kırım Tatar halkının sorunları hakkında yazdılar. Buna paralel olarak ofis aramakla uğraşıyorduk. Kırım Tatar Milli Meclisinin Kıyiv’deki ilk ofisinin binasında, Botanik Bahçesi yakınlarındaki Sedovtsev sokağında bir ofis tahsis edildi. Kıyiv’de çalışmak benim için çok güzel bir deneyimdi. Burada çalışma prensipleri, üretim sürecinin organizasyonu, gazeteciler arası ilişkiler Kırım’dakinden biraz farklı ve bu çok büyük bir deneyim.

SAVAŞ, SÜRGÜN, KIRIM

-Gayana Hanım, 18 Mayıs 1944 tarihi, Kırım Tatar halkının tarihinin en trajik günlerinden biriydi. Kırım’daki her Kırım Tatar ailesi bu soykırımın kurbanı oldu. Bu trajedi sizin ailenizde nasıl bir iz bıraktı?

Hem baba hem de anne tarafından büyükbabalarım ve büyükannelerim sürgünü gördüler.

Büyükbabamın adı İzzet Menseitov’du. 1919’da doğdu, 1941’de cepheye gönderildi ve savaşı sonuna kadar cephedeydi. Savaşa topçu olarak başladı, ardından Karelya cephesine gönderildi ve Prag’dayken savaş bitti. Ailede hepimiz biliyorduk ki savaş bin 418 gün sürdüyse, kartbabam (Kırım Tatarca ‘dedem’ demek)  bin 411 gün savaştı, omzundan yaralandığı için sadece bir hafta hastanede kaldı. Savaştan sonra Kırım’a döndü, göğsü nişan ve madalyalarla dolu ama ailesi yoktu… Kırım’dan sürgüne gönderildi ve daha sonra Taşkent (Özbekistan’ın başkenti) yakınlarında bir şehir olan Çirçik’te akrabalarını buldu.

Babaannem Sabe Cemaledinova, dindar bir ailede doğdu. Büyükbabası molla idi ve bir hainin iftirası üzerine, ailesi Bolşevikler tarafından 1929’da, büyükannem 4 yaşındayken Urallara sürüldü. Bu, Kırım Tatarlarının ilk sürgünüydü.

Ural’da dedem, büyükannem, babam, annem ve Sabe büyükannemin ablası öldü. Yetim kaldığında, birisi annesinin ceketinin düğmelerini kesti ve hatıra olarak ona verdi. Büyükannem hep yanında bu düğmeleri taşırdı… Düşünsenize, bu kadar büyük ve birbirine bağlı bir aileden ona sadece bu kaldı. Ural’dan Kırım’a döndüğünde Özbekistan’a sürgün edildi ve orada da büyükbabamla tanıştı.

İkinci büyükbabam Nafe Yagyayev, müzisyen, halk sanatçısı, folklor uzmanı, bu insanlara “keday” diyorlardı. Kırım’da iyi tanınan biriydi. Savaş başladığında 14 yaşındaydı ve diğer gençler gibi onu da Nazilerin, ostarbeiter (Nazi Almanyası tarafından esir işçi olarak çalışmaya zorlananlara Naziler tarafından verilen isim) dedikleri işçiler olarak Avrupa’ya çalışmaya gönderildiler. Romanya, Avusturya, Almanya’dan geçti. Büyükbabam, savaştan sonra 1945’te, kamplarındaki birçok kişiye Avrupa’da kalmaları, Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmeleri veya Sovyetler Birliği’ne dönmeleri teklif edildiğinde ikincisini seçtiğini, çünkü kendisini ailesi olmadan hayal edemediğini anlatırdı. Sürekli akrabalarını, beş kız ve erkek kardeşini düşünüyordu. Tabii ki dedem, ailesinin çoktan sürgün edildiğini, Kırım’a geri dönmeyeceğini, orada kimsesi kalmadığını bilmiyordu. Aslında, daha çocukken, 19 yaşında Sovyetler Birliğini seçiyor ve neticede Orta Asya’ya, yine bir çalışma kampına ancak bu kez Sovyet kampına gönderiliyor.

Onun Orta Asya’da akrabalarını bulma hikayesi çok ilginç. Günlerden birinde kamptaki tüm mahkumları sıraya dizmişler ve başka bir inşaat alanına götürülmeleri gerektiğini söylemişler. Büyükbabam başka bir şantiyeye gitmeyi kabul etmiş. Götürüldükten bir süre sonra tekrar insanlara ihtiyaç olduğunu söylemişler ve dedemin de aralarında olduğu 20 gönüllü Çirçik’teki bir diğer şantiyeye götürülmüşler. Arabadan inince komşusunun kızını görmüş.

Büyükbabam ona “Zeynep!” diye seslenmiş. Kız, dedemi görür görmez koşarak bir yere gitmiş ve bir süre sonra dedemin kız kardeşi ile geri dönmüş. Adı Gulya, şimdi Kırım’da yaşıyor. Düşünebiliyor musunuz, evinden 4 bin kilometre uzakta Orta Asya’da, 5 yıllık ayrılıktan sonra, sürgünden sonra bu şekilde akrabalarını bulmuş. Büyükbabam, gardiyanlardan evine  girip ailesini görmesine izin vermeleri için rica etmiş. Babası o zaman çok hastaymış ve ayağa kalkamıyormuş. Oğlunu gardiyanlarla görünce “Ne yaptın, neden askerlerle geldin?” diye sormuş. Ve dedem de “Ben bir şey yapmadım, merak etme, her şey yoluna girecek.” diye cevap vermiş. Bu, babasıyla son görüşmesi olmuş, zira iki hafta sonra babası vefat etmiş.

Anneannem Urkiye, sürgün sırasında 18 yaşındaydı. Anne babası yoktu: babası 1930’larda kurşuna dizildi, din adamıydı. Urkiye’nin kollarında üç küçük çocuk kaldı. Kendi küçük kız kardeşi ve iki kuzeni. Ve bu genç kız, kendisi ve çocukların hayatta kalması için elinden gelen her şeyi yaptı.

Nasıl olduğunu bilmiyorum ama büyükannem 18 Mayıs sabahı sürgün edileceklerini biliyordu. Galiba, bir Kızıl Ordu askeri onlara acıdı ve uyardı. Evde bulunan sıcak giysileri, evrakları ve bazı mücevherleri toplayabildi. Özbekistan’da hiçbir çocuğun ölmesine izin vermedi. Çocukları beslemek için annesinin broşunu bir çuval tahılla değiştirdiğini anlatırdı.

Böylece, Orta Asya’da akrabalarım farklı özel yerleşim yerlerine getirilmişler, ancak neticede hepsi Çirçik’e geldi ve 1980’lerde Kırım’a dönene kadar tüm akrabalarımız orada yaşadı.

-Anne babanız nerede doğdu?

Çirçik’te. Babam 1950’de, annem ise 1953’te doğdu. Sürgünden sonra doğan ilk nesil çocuklardı. 1956’ya kadar Kırım Tatarları, özel yerleşimci statüsüne sahipti ve ancak özel izinlerle hareket edebiliyorlardı. Daha sonra gençlerin üniversitelere girmesine izin verildi ancak gazetecilik, tarih, siyaset bilimi gibi “ideolojik” alanlar onlar için yasaktı. Annemle babam, nispeten özgürce hareket edilebildiğinde yüksek öğrenim gördüler ama yine de etnik nedenlerle defalarca ayrımcılığa uğradılar. Babam Zair Menseitov gençlik yıllarında profesyonel olarak atletizmle uğraşıyordu, iyi sonuçlar gösteriyordu, hatta Özbekistan şampiyonluğunu kazandı, ancak Sovyetler Birliği çapındaki yarışmalara katılmasına izin verilmedi, çünkü o bir Kırım Tatarıydı.

-Aileniz Kırım’a ne zaman döndü?

Kırım’a dönüşümüz çok zordu. İlk gidenler 1988’de anne tarafımdan Nafe dedem ve Urkiye ninem. Canköy’e geldiler. Ben ise Kırım’a 1990’da geldim. O yaz annemle birlikte 100 gün boyunca Kezlev (Yevpatoriya) Belediyesinin önünde grev yaptık. Meşhur Yevpatoriya greviydi, konut inşaatı için toprak talep ediyorduk. Toprak verilmedi ve eylül ayında Kırım Tatarları toprağı zapt etti. Ve şimdi o yerde İsmail Bey adında 10 bin Kırım Tatar ailesinin yaşadığı kasaba var. Her şey zorluklarla başladı, birçok aile gibi bizim ailemiz de iki yıl boyunca gaz, su ve elektrik olmadan yaşadı.

O yıl Canköy’e büyükanneme gönderildim, okulu orada okudum. Okuldan mezun olduktan sonra, 1993 yılında Kırım’da Kırım Tatar çocuklarının Türkiye’deki üniversitelerde okumak üzere seçildiğini duyurdular. 300’den fazla kişiden, ben dahil sadece yedi kişi seçildi. Ancak, gidiş gecikti, bir süre beklememiz söylendi.

Vakit kaybetmemeye ve Gazetecilik Fakültesi’ne girmek için Rostov-na-Donu şehrine (Rusya) gitmeye karar verdim. Türkiye’ye çağrıldığımda ise her şeyi bırakıp oraya gidecektim. Üniversiteyi kolay kazandım ve birinci yıl Türkiye’ye gitmeyi bekledim. Ancak üniversiteden mezun olduktan sonra öğrendim ki, kim oldukları belli olmayan aracılar benim Türkiye’ye gitmem için ailemden 300 dolar istemişler. Ailemin o kadar parası yoktu ve bu yüzden Türkiye’ye gidemedim.

KURULTAY VE DEMOKRATİK SEÇİMLER

Kırım Tatar Milli Meclisine nasıl üye oldunuz?

-2013 yılıydı. O zaman, ilk defa tüm Kırım Tatar nüfusu arasında doğrudan gizli oyla Kurultay delegesi seçimleri yapıldı. Seçimlere yaklaşık 95 bin kişi katıldı. Bu, oy hakkına sahip Kırım Tatarlarının neredeyse yüzde 60’ı demek. Seçimler Kırım’ın farklı bölgelerinde bir ay boyunca yapıldı ve aslında seçimlerin tüm ilkeleri ve yasaları ile gerçek demokratik seçimlerdi. Sandık merkezlerine gittik, seçmenlerle görüştük, kampanya yürüttük ve mücadele ettik. Seçimler karışık bir oylama sistemine göre yapıldı: parti ve çoğunluk. Seçimlere girdiğim parti barajı geçti ve Kurultaya (Kırım Tatar Milli Kurultayı) girdik. 250 kişiden oluşan Kurultay ise Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı ve üyelerini (33 kişi) seçti. Oylama sonuçlarına göre en yüksek reytinglerden biriyle, kadınlar arasında en yüksek reytingle geçtim. Toplamda, meclise dört kadın girdik.

Halkımın yararına daha sistematik ve organize bir şekilde çalışmak istediğim için Meclise girdim. Çalışmalarımı enformasyon, araştırma ve eğitim alanlarında yürütmek istiyordum. Meclisin yeni kadrosuyla aktif çalışma yürütüyor, bölgeleri ziyaret ediyor, oralardaki sorunları  öğreniyorduk,  vs. Sonra ise Şubat 2014 geldi.

-2018’de Kırım Haber Ajansı yönetiminden çekildiniz. Kısa süre sonra Gençlik ve Spor Bakanının danışmanı oldunuz ve 2019 parlamento seçimlerinde Yeşiller Partisi’nden aday oldunuz. Ajanstan ayrılmanız, yeni kariyerinizin başlangıcı mıydı?

Hayatta geçilmesi gereken bazı aşamalar vardır. Devlet kurumlarında çalışma ve nasıl çalıştıklarını görme fırsatım oldu. Parlamento seçimlerinde de deneyim kazandım. Bu deneyimi kazanmak benim için önemli olduğu için seçimlere katıldım.

-Şimdi Yeşiller Partisi ile işbirliği yapıyor musunuz?

Evet. Partinin ideolojisi bana yakın, sadece ekoloji ve doğa koruma kompleksi meselelerini değil, aynı zamanda insan haklarının, yerli halkların korunmasını, dolayısıyla Kırım Tatarlarının sorununu da kapsıyor. Şimdilik Ukrayna’daki Yeşiller Partisi, Almanya ve Belçika gibi Batı ülkelerindeki kadar popüler değil. Örneğin Finlandiya Dışişleri Bakanı, Yeşiller Partisi üyesi Pekka Haavisto’dur.

-Gayana Hanım, geleceğe dair planlarınız neler?

Şimdi üzerinde çalıştığım birkaç fikir ve proje var. Henüz onlardan bahsetmek istemiyorum. Ama ne yaparsam yapayım Kırım, Ukrayna konularından, halkımın sorunlarından uzaklaşmayacağım. Hepimizi ortak fikirler birleştiriyor; vatandaşlarımızın haklarının yeniden sağlanması, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün yeniden tesis edilmesi, kültürümüzün canlandırılması, kimliğimizin korunması.

QHA.COM.TR