Reisi'den sonra Türkiye-İran ilişkilerini ne bekliyor?

Reformcular mı gelir muhafazakârlar mı?

Reisi'den sonra Türkiye-İran ilişkilerini ne bekliyor?


Reisi'den sonra Türkiye-İran ilişkilerini ne bekliyor?

İran'da Reisi'nin ölümünün ardından kimin geleceği merak konusu. Yeni Cumhurbaşkanı dış politikayı ve Türkiye ile ilişkileri nasıl etkileyebilir?

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin ölümünün ardından İran'ın ve bölgenin nasıl etkileneceğine dair tartışmalar sürüyor. Reisi sonrasındaki dönemde, çıkarları zaman zaman çatışsa da diplomasiyi her zaman sürdüren Türkiye ile İran ilişkilerinde köklü bir değişiklik beklenmiyor.

Helikopter kazasında hayatını kaybeden Reisi, dini lider Ali Hamaney'in potansiyel halefleri arasında en önde gelen isim olarak görülüyordu.

İran İslam Cumhuriyeti anayasasına göre Cumhurbaşkanı'nın ölmesi durumunda cumhurbaşkanlığı birinci yardımcısı göreve getiriliyor. Bu çerçevede Reisi'nin ölümünün resmen açıklanmasının ardından Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Muhbir geçici cumhurbaşkanı olarak atandı.

Cumhurbaşkanının ölümünden sonra en geç 50 gün içinde ise erken seçime gidilmesi gerekiyor.

Türkiye-İran ilişkileri ne kadar etkilenir?

İran Cumhurbaşkanı Reisi'nin ve beraberindeki heyetin ölümü nedeniyle milli yas ilan edilen Türkiye'de Reisi'nin ölümü ile bağlantılı gelişmeler yakından takip ediliyor.

Reisi'nin ölümünün ardından yerine kimin geleceği, cumhurbaşkanının dış politikadaki etkisi ve önümüzdeki dönemde ülkenin genel dış politikası kadar Türkiye ile ilişkilerin etkilenip etkilenmeyeceği gibi soruların yanıtları aranıyor.

Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ezgi Uzun, İran'da cumhurbaşkanlığı makamının genel olarak dış politikayı etkilediğini belirterek, buna örnek olarak önceki cumhurbaşkanları Hasan Ruhani ya da Muhammed Hatemi dönemlerinde daha ılımlı ve reformcu denilebilecek bir çizgi takip edildiğini hatırlatıyor.

"Bu kişilerin Batı ile ilişkileri, özellikle ABD ve Avrupa ile ilişkileri, hatta çevre ülkelerle ilişkileri çok daha farklı" diyen Uzun, her ne kadar cumhurbaşkanının etkisi olsa da İran'da dış politikada tek belirleyicinin bu makam olmadığına dikkati çekiyor. Uzun bu nedenle Türkiye ile ilişkilerde köklü bir değişiklik beklememek gerektiğini şu sözlerle aktarıyor:

"Gelecek olan kişinin dış politikada büyük bir değişiklik yapmasını çok fazla beklemiyorum. Özellikle de bölge politikası söz konusu olduğunda zaten o dosya Devrim Muhafızları'nda. Türkiye ile ilişkileri de biraz bu kapsamda düşünmek gerek. Bu tür durumlarda genellikle değişen dış politika AB ve ABD ile ilişkiler, Batı dünyasıyla ilişkiler oluyor. Türkiye ile ikili meselelerin çerçevesi zaten belli ve bu nedenle keskin dönüşler beklemiyorum."

Reisi ile birlikte aynı helikopterde bulunan ve ülkenin önemli siyasi figürlerinden Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan'ın da hayatını kaybetmesi dış politika açısından önemli bir etken olarak görülüyor.

Reisi dış politikada nasıl bir çizgideydi?

Peki Reisi'nin dış politikadaki çizgisi nasıldı ve Türkiye-İran ilişkilerini bu çizgi nasıl etkiledi?

İran uzmanı Arif Keskin Reisi'nin Cumhurbaşkanlığı öncesi ve sırasındaki en önemli vurgularından birisinin aslında komşu ülkeler olduğunu ve kendisinden önceki Hasan Ruhani'ye en önemli eleştirisinin de komşularla yeterince iyi ilişkiler kurmadığı yönünde olduğunu hatırlatarak, şunları belirtiyor:

"Reisi'nin komşularla çok yakınlaşacağı, hatta komşularla bir tür ortak güvenlik halkası oluşturulacağı, komşuların dış politikanın merkezinde olacağı söyleniyordu. Ancak Cumhurbaşkanı olduktan sonra komşularla bu iddia edilenleri yapamadı. Bunun en önemli nedeni Reisi'nin İran siyasetinde radikal muhafazakâr çizgiye mensup olmasıydı."

Keskin, bu çizginin dış politika prensiplerini dört maddede şöyle özetliyor:

"Birincisi dini lider Hamaney'e aşırı itaat. Ayrıca Devrim Muhafızlarını dış politikada daha etkin hale getirmek, İran devriminin temel değerlerini dış politikaya hâkim kılmak, ABD karşıtlığı ve ayrıca bölgedeki direniş ekseni olarak bilinen Yemen'den Irak'a kadarki hattı güçlendirmek."

Reisi'nin bu prensipler nedeniyle Türkiye dahil komşularla istediği iyi ilişkileri kuramadığını belirten Keskin, "Çünkü saydığım bu unsurlar aslında İran'ın komşularıyla ilişkilerinde önemli sorunların kaynağı. Türkiye ile olan ilişkilerinde de bu etkiliydi. Ortadoğu'dan Kafkasya'ya kadar uzanan yelpazede Türkiye ile rekabet içinde olduklarını düşünüyorlardı" yorumu yapıyor.

Keskin, Türkiye-İran ilişkilerinin ne Ruhani ne de Reisi döneminde sahip olduğu kapasiteye ulaşabildiğini belirterek, bundan sonrası için ise şunları söylüyor:

"Cumhurbaşkanının kim olduğu dış politikada ya da Türkiye ile ilişkilerde etkili olur ama belirleyici olmaz. Makro, köklü bir değişikliğe yol açmaz. Ama etkili olabilir. Sonuçta gelen kişinin radikal veya reformcu kimlikte olması dış politikada da etkisini gösteriyor. Ama bu etkiyi fazla abartmamak gerek. Çünkü İran dış politikasının ana parametreleri dini lider tarafından belirlenir."

Reformcular mı gelir muhafazakârlar mı?

Uzmanlara göre İran'da yapılacak seçimlerde reformcuların mı yoksa yine muhafazakâr kanadın mı iktidara gelecek olması dış politika için de önemli olacak.

Uzun, 4-5 yıldır muhafazakarların iktidarda olduğunu ve mecliste de çoğunluklarının artık sabitlendiğini söyleyerek, "İçerde aykırı, rejim ve İslam rejimi karşıtı sesler arttıkça, biraz daha safları sıklaştıralım ve rejimi korumaya yönelik olan isimleri alalım, tek tip bir sistem olsun isteniyordu" diyor.

Bu nedenle dini lider Hamaney ve muhafazakarların Reisi'yi desteklediğini anımsatan Uzun, şöyle konuşuyor:

"Muhafazakarların Reisi yerine yeni adayının kim olacağı şu an belli değil. Bence şu an biraz onun krizi yaşanıyor. Eğer yine bu kanattan birisi başa gelirse dış politikada ve ilişkilerde keskin bir dönüşüm olmaz. Çünkü ciddi dönüşüm olması için fraksiyonel bir değişim olması, yani iktidarın muhafazakarlardan reformculara geçmesi lazım."

İran'da seçimlere katılımın 2018'den itibaren kademeli olarak çok düştüğünü ve ılımlı kanat seçmeninin sandığa gitmediğini aktaran Uzun, insanların ancak kendilerinin sistemsel dönüşümü destekleyebileceğine inandıkları bir ismin aday olarak kabul ediliyorsa yani veto edilmiyorsa gidip oy kullandığını anlatıyor.

İran'da Anayasayı Koruyucular Konseyi seçimlerde aday olmak isteyenlerin rejime bağlılığı ile siyasi, ahlaki ve dini sabıkalarını inceleyerek yarışa girip giremeyeceklerine karar veriyor. Reformist ve ılımlı muhafazakâr çizgide ülke siyasetinin bazı önemli isimlerine geçmiş seçimlerde yarışma izni verilmemiş ve bu nedenle seçimler bazı kesimlerce boykot edilmişti.

Uzun, reformcuların kendi içerisinde de bir meşruiyet krizi bulunduğuna işaret ederek, bundan sonraki seçimin muhafazakâr kanattan adaylar arasında geçeceği tahmininde bulunuyor ve "Sistem sadece bu rejimi gerçekten koruyacağına inandığı adayları yarışa sokuyor. Geri kalanı çok iyi tanısa bile ya da uzun yıllar bunlar da sisteme çok büyük katkıda bulunmuş olsalar bile şüpheli görürse bir kenara itiyor" yorumu yapıyor.

Bu nedenlerden ötürü Uzun'a göre önümüzdeki dönemde İran iç tartışmalar nedeniyle biraz kendi içine dönüp bölgesel meseleler ve dış politikaya çok ağırlık veremeyebilir.

Reisi Ocak ayında Ankara'daydı

Kazada yaşamını yitiren Reisi Türkiye'ye en son Ocak ayında gelmişti.

Gerek iki ülke ilişkileri gerekse 7 Ekim Hamas saldırılarının ardından yeni bir türbülanslı döneme giren bölge açısından önemli görülen bu ziyaret gerçekleşmeden önce iki kez ertelenmişti.

İki ülke arasında pek çok bakanın katılımıyla yapılan Yüksek Düzeyli İş birliği Konseyi (YDİK) yeni toplantısı bu ziyaret kapsamında Ankara'da düzenlenirken, çeşitli alanlarda 10 belgeye imza atılmıştı.

Ortak basın toplantısında Reisi ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın en önemli gündem maddesi Gazze'de devam eden savaş olmuştu.

Türkiye İsrail-Hamas savaşının bölgeye yayılmasından duyduğu endişe ile acil bir ateşkes ve ardından da iki devletli bir çözüm için çabalarını ortaya koyarken, İran ise İsrail ve yakın Batılı müttefiklerine karşı öteden beri daha farklı ve sert bir politika takip ediyor.

Bu arada Reisi'ye temasları sırasında Ankara tarafından iletilen önemli konulardan birisi PKK ile mücadele alanında olmuştu. 

Türkiye ile İran arasında 385 yıldır küçük değişiklikler dışında değişmeyen 535 kilometrelik uzun bir sınır bulunuyor. Bu nedenle Türkiye İran'dan; PKK ve PKK'nın İran kanadı PJAK gibi örgütlere karşı ortak mücadeleyi etkin şekilde hayata geçirmesini talep ediyor.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler en son Milliyet gazetesine verdiği demeçte Ankara'nın bu rahatsızlığını dile getirmiş ve "İranlı dostlarımız maalesef PKK'lı teröristlere karşı bizimle aynı paralelde bakmıyor. Biz 'Bak kardeşim adamlar şurada, şu evde, adamın kaldığı adres şu' diye veriyoruz, kısa bir müddet sonra cevabı geliyor. 'Efendim biz o adresi araştırdık öyle birisi, birileri yok.' Tabii bu kabul edilir değil" demişti.

dw