Rênas Sîno: Türkiye, Suriye'nin mayın tarlasında yürüyor

Sino, insan hakları ve demokrasi alanındaki çalışmalarına Brüksel'de devam ediyor.

Rênas Sîno: Türkiye, Suriye'nin mayın tarlasında yürüyor




Rênas Sîno, TEVIN adlı projesiyle, Kürtlerin Orta Doğu’daki hak ve özgürlük taleplerinin daha net duyulması için çabalıyor. İnsan hakları ve demokrasi savunuculuğuna Brüksel’de yaptığı çalışmalar ile devam eden Sîno ile, Suriye’nin 10 yılının özetin konuştuk. Sino, "Türkiye, Suriye'de muhalefeti destekliyor. Rusya, Suriye hükümetini destekliyor. Libya'da Türkiye meşru hükümeti destekliyor. Rusya ise Libya’nın doğusunu elinde tutan General Hafter'i destekliyor. Mayın her an bunlardan birinde patlayacak. Şu anda Türkiye ile Rusya arasında İdlib'de yaşanan tam olarak bu. Türkiye, Suriye’nin mayın tarlasında yürüyor" diyor.

Sino, insan hakları ve demokrasi alanındaki çalışmalarına Brüksel'de devam ediyor.

DUVAR – Rênas Sîno, dokuz kardeşli bir evin gazeteci olma hayalleriyle büyüyen oğlu olarak Serêkaniye’de doğdu. Ama Halep Üniversitesi’nde hukuk eğitimi alarak avukat oldu. Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’nde çalıştı, Ashokan Kütüphanesi’nin kuruluşunda emek verdi, Qamişlo’daki öğrenci hareketlerine liderlik yaptı ve bu tecrübesi ona, Suriye’deki iç savaşın ilk yıllarında sivil toplum hareketlerine destek vermesi öngörüsüyle yol alması gerektiğini söylüyordu.

 

2011’de devrim umuduyla yola çıktıkları ülkelerinde son yılların en büyük savaşı yaşanacak, dünyanın en azılı savaşçıları kentlerini yerle bir edecek, dev kapital arzular hak ve özgürlerini pazarlık konusu yapacaktı. Tam da bu öngörüyle savaşın ilk yılında, bir grup arkadaşı ile birlikte Sivil Toplum ve Demokrasi Merkezi CCSD’yi kurdu. CCSD, istikrar ve barışı sağlamanın yanı sıra talep edilen değişikliklerin gerçekleşmesi için de mücadele etmeyi amaçladı. Suriye Ulusal Konseyi’yle birlikte hareket eden Rênas Sîno, CCSD ile sivil toplum çalışmalarına ağırlık vermek için buradan çekildi. CCSD ile onlarca proje gerçekleştirdi ve 10 yılın ardından onu dostlarına emanet ederek yeni projesine yelken açtı.
Rênas Sîno, TEVIN adlı projesiyle, Kürtlerin Orta Doğu’daki hak ve özgürlük taleplerinin daha net duyulması için çabalıyor. İnsan hakları ve demokrasi savunuculuğuna Brüksel’de yaptığı çalışmalar ile devam eden Sîno ile, Suriye’nin 10 yılının özetini, Türkiye’nin bu çatışmanın içindeki yerini, göç krizini ve son İdlip harekâtını konuştuk.

‘HER ŞEY  DEVRİMLE BAŞLADI ESASINDA’

Suriye’de savaşın başladığı 2011’de, CCSD’yi kurdunuz. Önceleri uzaktan uzlaşmaya dayalı, toplum temelli destek sağladınız. 2012’de ise Haseke, Şam ve Şam’ın kırsalında merkezler kurarak insanları bu süreçte bilgi akışı sağladınız. Savaş henüz yeni başladığında öngörünüz neydi? 

Her şey savaşla değil devrimle başladı esasında. Yaşadıklarımızı başlatan şey devrimdi. Bunun sonucu olarak da yavaş yavaş savaşa dönüştü.
CCSD’yi bir grup arkadaşımla birlikte kurduk. Ben sadece ekibin parçasıyım. Birçok gönüllü destek verdi bu kuruluşa ve yardımcı oldu. Öngörümüz; bölgedeki hareketliliği düzenlemeye yardımcı olan bir sivil toplum örgütü olmaktı. Demokrasiyi teşvik etmek için iç içe geçmiş olan yapıları güçlendiren sivil kurumların varlığının önemini hatırlatmaktı. Yavaş yavaş şiddete çekilmenin yanı sıra derin ve sürdürülebilir bir strateji eksikliğini de fark ettik o günlerde ve tüm bu sebeplerle CCSD’yi kurduk.

Uzakta olduğunuz ülkenize bu şekilde yardımcı olabilmeyi mi amaçladınız?

Rênas Sîno

 

Tunus’ta devrim başladığında, olasılıkları incelemeye başladım. Ben Ali düştüğünde, bunun önemli bir an olduğunu anlamıştım. Bölgenin geleceğine dair olasılıklar ne tür adımlar atılması gerektiğini gösteriyordu aslında. Her Suriyeli gibi geçmişi geçmişte bırakmak istiyorum. Ama bugün en baştan düşününce bu kadar komplike bir noktaya ulaşacağını sahiden tahmin etmemiştim.
İktidar rejiminin değişmesini, daha demokratik bir biçimde yaşamayı istedik sadece. İnsan haklarına saygı temelinde yaşamak istedik. Ve son sekiz yılda yaptığımız işlere baktığımda bu yoldan asla ayrılmadığımızı görüyorum. Talep olarak hala aynı noktadayız.
Savaşlar ve çatışmalar sırasında sivil toplum çalışmaları çok önemli. İnsani yardımın sağlanmasına yardımcı olan, hizmetlerin sürdürülmesini destekleyen, eğitim ve hak savunuculuğuna destek veren, sağlıklı haberciliğe alan açan ve en önemlisi azınlıkların/ötekilerin insan haklarını destekleyen ve bu alandaki hak ihlallerini belgeleyen sivil toplumu kurmak istedik. Bu ihlalleri ancak bu yolla durdurabilirdik. Çatışmanın tarafları her gün farklı stratejiler geliştirdiği için sivil barışı destekleyen kurumlar toplumsal bölünmeleri engelliyor, tansiyonu dengeliyor ve gerginliği azaltıyor.

‘Hadi Tartışalım’ isimli bir program kapsamında aktivist gruplar kurarak, sahada güvenlik başta olmak üzere, çatışma çözümleri üzerine çalıştınız. O dönem bu kadar erken örgütlenen pek fazla sivil toplum örgütü yoktu. Siz ilk yıllarda savaşın bu kadar uzun süreceğini düşünmüş müydünüz? O yıllardaki tahminleriniz neydi?

Açıkçası yaklaşık 10 yıl önceye gittiğimde, değişimin hızlı olmasını beklediğimizi hatırlıyorum. Ancak bu değişimin aynı zamanda merkez Suriye hükümeti tarafından büyük bir biçimde gerçekleşmesini bekledik, umut ettik. Ancak muhalefet de kendini savunmak için güçlü cevaplar verdi. Doğal olarak bu daha çok şiddete yol açtı ve sosyal bölünmeler hızla artmaya başladı.
Bu nedenle, temel konularda toplumsal ve ulusal diyaloglar oluşturmak, mezhep şiddeti ile mücadele etmek, sivil barış ve geçiş süreci adaletini sistemli biçimde oluşturmak amacıyla bir “Hadi Tartışalım” programını oluşturduk. Kamışlo, Halep ve Şam olmak üzere üç ayrı valilikte çalışmalar düzenledik. 2012-2013 yıllarında 1.200’den fazla vatandaşa birebir ulaşarak geçiş süreci adaletine dair yaklaşımlarını araştırdık ve yayınladık.

‘TÜRKİYE SURİYE GİRDABINDAN GİRDİĞİ GİBİ ÇIKAMAYACAK’

‘Arap Baharı’ ile başlayan ve hala süren adeta bir 3. Dünya Savaşı yaşıyoruz. Türkiye ise hepsinin ortasında. Bir şekilde kendini gündemin ortasına atabiliyor… Suriye savaşında Türkiye’nin eli ne kadar kirlendi sizce?

Birçok aktörü içeren bir vekalet savaşı… Türkiye bu aktörlerden biri ve Suriye ile 800 km olan en uzun sınırlara sahip olması nedeniyle savaşı derinden etkilemekte ve doğal olarak etkilenmektedir.
Türkiye’nin rolü en başından beri NATO ve Batı ülkelerinin protesto hareketlerini destekleme pozisyonunu benimseyerek başladı. Esad ile Müslüman Kardeşler arasında arabulucu rolünü oynamaya çalıştı. Sonrasında şiddetten kaçan birçok mülteciyi aldı ve muhalefete karşı bu insanları kullandı. “Suriye Halkının Dostları Grubu” ile koordinasyon kurarak, askeri ve lojistik destek sağladı. Yani tüm partiler birbirinden yararlandı. Muhalefet de Türkiye’nin ona verdiği destekten son derece faydalandı. Ayrıca önemle altını çizmek gerekiyor ki, Türkiye; NATO’nun tüm jeopolitik ve ekonomik düzeylerinden elde ettiği faydadan hiç söz etmedi ama Suriye’de varlık kurmak için muhalefeti de kullandı.
Türkiye, özellikle IŞİD’le mücadelede ana kalkan olduktan sonra Suriye Kürtlerinin etkisinin artmasıyla politikalarını değiştirmeye başladı. Rus uçağının düşmesi ve Astana grubuna katılıp bundan faydalanmasının ardından politikasında büyük bir değişime tanık olduk. Fırat Kalkanı operasyonunu uygulamak için Rusya ve İran’la yapılan takas oyunlarından sonra petrol tahsis etti ve karşılığında Barış Pınarı operasyonuyla Halep, Ghouta, Idlib, Homs ve Hama’daki muhalefeti terk etti. Türkiye bugün Suriye’nin yaklaşık %15’ini kontrol ediyor. Türkiye, Suriye’de Afganistan ve ABD’de Rusya ile olduğu gibi bir girdaba girdi. Son zamanlarda ekonomik krizden mustarip olduğu için de Türkiye Suriye girdabından girdiği gibi haliyle çıkamayacak.
Türkiye’de hak ve özgürlükler geçmişten daha kötü durumda. Muhalefetin etkisi zayıf. Tüm bunlar istikrarsız bir duruma yol açıyor. Bence Türkiye’nin sihirli değneği olan bir büyücüye ihtiyacı var.

‘İDLİB’DE İNSANLAR ACI ÇEKİYOR’

Türkiye’nin IŞID’i desteklediği yönündeki haberler Türkiye’de büyük gündem oldu. Sizin Suriye’deki Türkiye-IŞİD ilişkisine dair gözlemleriniz ne yöndeydi?

Dediğiniz gibi Türkiye’nin IŞİD’e verdiği destek hakkında pek çok haber yayınlandı. Ancak aynı zamanda bununla ilgili hukuki pencere açabilecek kanıtlar eksikti. Musul’daki Türk diplomatları tutuklandıktan sonra Türkiye ve IŞİD arasında bir çok iddia edildi ancak hiçbirinin hukuki kanıtları olmadığı için doğruluğu yönünde yorumlanmadı.
Savaşın ilk yılında Türkiye üzerinden yurtdışına çıkarken, ilginç tanıklıklarım oldu. Tunus ve Libyalı grupların Türkiye’ye girişlerinde kontrolsüz uygulamalar olduğunu gözlemledim. Bu ‘fazla hoşgörü’ birçok soru işaretine sebep olmuştu bende.
800 kilometrelik sınır çizgisine sahip Türkiye’nin, şüpheli davranışları ve her ne kadar emin olsak da basın raporları ve videolarla da görsek dahi ‘kanıtsız’ olarak yorumlanan bir terör desteği barındırıyor. Türkiye sınırlarını kontrol edememekten yakınıyor ancak hatırlarsınız kilometrelerce beton duvarlar örerek sınır oluşturan da kendileriydi. Bugünlerde İdlib’deki yüz binlerce insan hala acı çekiyor ve sınırı geçemiyor.
Tüm bunların sebeplerinden emin olmak için araştırma yapmak şart.

Türkiye-ABD-Rusya ilişkilerinin Suriye’nin geleceğindeki rolünü nasıl tahayyül ediyorsunuz?

Şu anda Türk-Rus ilişkileri en kötü düzeyde. Türk helikopterlerinin Rus helikopterini vurmasının ardından büyük değişiklikler yaşandı. Türkiye izole olduğunu hissetti ve Rusya’ya çok fazla ödün verdi. Astana’nın bir parçası haline geldi. Jarablus ve Afrin gibi birçok muhalefete ait alanı tersine çeviren bir stratejiyle Suriye’de kazançlı pozisyona geldiler. Fakat bu savaşta yoğunluklu Türk askerleri hayatını kaybetti.
Suriye’nin kuzeybatı kesimiyle ilgili aralarındaki anlaşmazlığın ardından ise ilişki düzelmedi. NATO ve ABD, müttefiklerini geri kazanmak için Türkiye’ye destek vermeye çalışıyor.

İdlib’te 36 Türk askerinin hayatını kaybettiği çatışmaların ardından Türkiye, Suriyeli mültecilere Yunanistan sınır kapılarını açarak Avrupa’ya mesajını gönderdi. Son gündemi nasıl yorumluyorsunuz?

Suriye bir mayın tarlası. Ve Erdoğan burada yürüyor. Türkiye Suriye’de muhalefeti destekliyor. Rusya, Suriye hükümetini destekliyor. Libya’da, Türkiye meşru hükümeti destekliyor. Rusya ise Libya’nın doğusunu elinde tutan General Hafter’i destekliyor. Mayın her an bunlardan birinde patlayacak. Şu anda Türkiye ile Rusya arasında İdlib’de yaşanan tam olarak bu.
İdlib bugün yaklaşık 3 milyon Suriyeli barındırıyor. Bunların çoğu İdlib dışından ve Halep, Guta ve Suriye hükümeti tarafından kontrol edilen diğer şehirlerde yerinden edilmiş nüfustur. Bugün sivillerin durumu çok kötü. Gidecek yeri olmayan 1 milyondan fazla göçe zorlanan insan var. Rusya ve rejim tarafından sürekli bir yaylım ateşi altında ve Al-Nusra Cephesi tarafından da taciz edilmekte.
Türkiye, Astana anlaşmalarıyla Al-Nusra Cephesini feshetme sözü verdi. Ancak olan şey, kurtuluş hükümetini kurması ve İdlib’deki tüm yaşam tesisleri üzerinde kontrol sahibi olması. Tabii ki, bu Rusya’nın geri çekilmesi için yeterli bir neden. Ayrıca Suriye hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri arasında müzakereler var ve bu Türkiye’yi son derece kızdırıyor.
Tuzağa çekilen Türk askerleri gündemi güncelini koruyor evet ama bu büyük anlaşmaların başlangıcında olduğumuzu gösteriyor. Çünkü Türkiye’nin söylemi NATO’nun desteğine bağlıdır ve mülteci silahının kullanılmasına rağmen bu gerçekleşmeyecektir. Herhangi bir doğrudan çatışmayı ekarte ediyorum, çünkü bu bir vekalet savaşı.

Senatör Lindsey Graham, Barış Pınarı Operasyonu’nun ardından Suriye’deki Kürt güçleriyle petrol sahalarını modernize edecekleri bir girişimde bulunabileceklerini dile getirmişti hatırlarsanız. Siz bunun bölge halkında nasıl bir karşılığı olduğunu düşünüyorsunuz?

Tüm tarafların başlıca ulusal kaynaklardan biri olarak kabul ettiği üzere petrol, terörün elinin uzandığı her yerde kendi kendini finanse edebilme avantajını sağlıyor. Suriye rejimi, Rusya ve diğer partilerle süren bu geçiş dönemi için petrol bir baskı aracıdır.
Sorunlu olan şu; bu müttefik politik değil mi taktiksel mi? Zira, Suriye Demokratik Güçleri sırf Türkiye reddediyor diye siyasi operasyonun bir parçası olarak görülmüyor.
Ekonomik kaynaklardan elde edilen bu kazanımlar SDF tarafından bölgenin korunması, IŞİD tutsaklarını içeren hapishanelerdeki yüksek güvenlik önlemleri ve bunun sürdürülebilirliği adına çok önemli.
Siyasi adımlarla ilgili olmadığı sürece uzun vaadeli kazanımlar görünmüyor. Şimdilik araştırma için kuzeydoğu Suriye bölgesinde Saudi Aramco var ve sürece dahil olacak. Sonunda gelecekte bu ilişkilerin Rusya, Amerika ve Türkiye ile diğer yeni partiler arasında nasıl gelişeceğine hep birlikte tanık olacağız. Daha da karışık bir hikaye göreceğimize şüphem yok.

‘SAVAŞ SUÇLARI GÖZ ARDI EDİLEMEYECEK BOYUTTA’

Yatırım amaçlı savaş söylemleri sizce savaş bölgesindeki sosyo-psikolojik yapıyı ne yönde etkiliyor?

Suriye’deki durum değişti, bugünlerde Avrupa Birliği, İtalya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin yapılanma süreçlerini destekliyor. Bu da mültecilerin evlerine geri dönmelerine yardımcı olacak.
Avrupa Birliği’nin örgütler tarafından temsil edilen üçüncü bölümü destekleme eğilimi ve yargılamalarda gördüğümüz gibi -insani destek ve hesap verebilirlik gibi diğer bölümler- bazı ülkelerde rejim ve muhalefet tarafındaki liderliğe karşı gerçekleşmiştir.

 

ABD’nin net bir izole etme politikası var ve Trump’ın sahip olduğu bir seçim kampanyasıyla bu geri çekiliyor.
Diğer bir karmaşıklık, bu ülkelerin ilişkilerinin bölgesel olarak etkisi ve Suriye’deki ilişkilerine yansımaları, örneğin Libya’daki Rus-Türk ilişkileri ve Yemen’deki Suudi-İran ilişkileri ve bu siyasi anlaşmazlıkların Suriye’ye nasıl yansıdığıdır.
Günümüzde radikal sağ dikkat çekiyor. Suudi Arabistan ve BAE Yemen’de yer alırken, Rusya ve Türkiye ve İran en ilginç olanlar. İran ve Rusya eski müttefikler ama ABD’nin güç varlığı ile kuzeydoğu Suriye’de biraz farklı konular üzerinde çalışıyorlar. Özellikle ABD’de iç siyasetinde, Suriye’den çıkma politikalarını isteyen muhalefet, kendi çıkarlarını korumaya ve siyasi sürece bir şekilde katılmaya çalışıyor.
Tüm taraflar Suriye’de siyasi süreci ve istikrarı desteklediklerini iddia ediyor. Ancak aralarındaki vizyonlar çok farklı ve karmaşık.
Suriye’de hala çatışma ve ölüm bitmedi. Güvenlik ihtiyacı hala en üst seviyede ve çözülmedi zira koşullar buna izin vermiyor. Tüm bu savaş suçları ve güvenilmez atmosfer, işlenen büyük ihlallere ek olarak küçük çözümlerle göz ardı edilemeyecek boyutlarda.

Suriye göçü yaklaşık 10 yıldır hız kesmeden devam ediyor. İlk durak olan Yunanistan’ın resepsiyon adalarında yaşam korkunç. Entegrasyon zor. Hayalleri yıkılmış onlarca Suriyeli ile söyleşiler yaptım ve göç ettiği için pişman olanların sayısı hiç az değil. Ama bu insanlar savaştan kaçtı. Onları bu denli caydıran kamp koşullarını hak etmiyorlar. Üstelik başta Kürtler olmak üzere Suriyeliler Türkiye’de de ciddi ayrımcılıkla mücadele ediyorlar. Bu insanlar nasıl tutunacak? Geri dönme ihtimalleri nedir sizce?

Durum çok zor ve bu koşullar nedeniyle Suriyeliler büyük sıkıntı içindeler. Suriye’ye dönmeyi pek düşünmüyorlar ancak koşullar da onları zorluyor. Tüm tarafların çeşitli ihlallerde bulunduğunu ve bölgede güvenliğin olmadığını görüyorlar. Örneğin, Türkiye Suriye’nin kuzeydoğu tarafına mültecileri geri getirmek için çalışacaklarını iddia ediyordu. Ancak Arap bileşenleri için dahi; sınır ihlali, güvenli olmayan yollar, tutuklanma korkusu, istihdam, diğer ihlal türleri ve demografik değişiklikler gibi sorunlar var.
Dahası, Suriye’de hala 5 milyondan fazla yerinden edilmiş insanımız var. Göçen 6 milyon mülteci dışında. Bu da Suriyelilerin yarısından fazlasının geri dönme umudu olmayan kamplarda yaşayacağı anlamına geliyor maalesef.

Avrupa’nın göçmen politikalarında son yıllarda ciddi sağ eksenli yaklaşımlar söz konusu. Bunun Türkiye ile ilişkilerden de kaynaklandığını söyleyebiliriz. Yunanistan bunun en bariz örneği. Savaş mağdurlarını tehdit unsuru olarak kullanan bir hükümet var. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu yaklaşımları?

Avrupa’daki mülteci krizleri neredeyse birçok hükümetin düşmesine neden oldu. Sağ tandanslı partilerin yükselişi, toplumda birçok ekonomik çatışmaya neden oldu. Özellikle Avrupa, son yıllarda siyasi olarak zayıflıyor. Büyük ihtimalle İngiltere Brexit oylamasının nedeni mülteci kriziydi.
Avrupa ülkelerinin kapısı açan ve kapatmamakla tehdit eden Türkiye bundan uzun vadede bir fayda sağlayamaz. Ancak Erbil dışında Lübnan ve Ürdün gibi diğer noktalarda ciddi baskı var. Ve her şeye rağmen dünya onları desteklemiyor. Erbil hükümeti üzerinde de diğer ülkeler gibi baskı var ancak diğer komşu ülkeleri gibi bunu politikasında nedense kullanmıyor.
Geçen yıl Brüksel’deydik ve Ürdün, Lübnan ve Türkiye gibi farklı ülkelerden birçok grup vardı. Ama 500 binden fazla mülteciye sahip olmasına rağmen Kürdistan’dan yoktu. Suriye’nin geleceği ile ilgili bu bağış desteği konferansları bize bu ülkelerin sahip olduğu kazanımların büyüklüğü hakkında ipucu veriyor. Genel olarak Lübnan’la ilgili yolsuzlukları biliyoruz. Suriyeli mülteciler için eğitim dosyalarında destek istediler ve gerekli fonu aldılar. Sağ kanatlar, kendilerini güçlendirmek için anlaşmaların bir parçası olmaya çabalıyorlar. Bence, bunu aynı zamanda koz olarak kullanıyorlar. Demokratik mekanizmaların yeni koşullara uyum sağlaması için zamana ihtiyaç var.

Suriyeli bir Kürt olarak, Irak Kürdistan Bölgesi’nin savaşın başından bu yana Rojava’ya yönelik tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Irak’taki Kürdistan bölgesi bağımsız bir ülke değil. Denize erişimi yok ve herhangi bir Kürt varlığı fikrine dahi düşmanca bakan ülkelerle çevreli sınırlara sahip. Önemli bir ekonomik güç olarak görülmüyor.
Bu faktörler göz önüne alındığında, Rojava ile başa çıkabilmede denge unsuru olarak varlık gösterdi. Çevre ülkelerle ilişkileri sakin ve kontrol altında tutmakta temkinliydi. Her şeye rağmen, mültecilere insani yardım sunabildi ve aynı zamanda Kobani’de olduğu gibi, uluslararası fırsata sahip olduğu anda askeri olarak destekledi. Ayrıca Kürt Ulusal Konseyi ve Demokratik Birlik arasında arabulucu rolünü oynamaya çalıştı.

Türkiye Kürtlerinin, Rojava’ya dair farkındalığını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Türkiye’deki Kürtler, Rojava’yı kendisi için tehdit olarak gören bir ülkenin vatandaşları. O nedenle bu konuya dair derin analizler yapmadan açıklayabilmek zor. Türkiye’deki Kürtler doğrudan destek sağlayamıyor ancak 100 yıl sonra bu ülkelerden siyasi, kültürel ve sosyal olarak etkilenmiş olmalarına rağmen diğer ülkelerdeki Kürtler gibi bölünmeyi de reddediyorlar. Dışlayıcı politikalara, milliyetçiliğe, hak gaspına maruz bırakılmaktalar. Türkiye Kürtleri dayanışma gösteriyor, iş birliği yapıyor, ağ kuruyor ve siyasi alanı korumaya çalışıyorlar. Ancak Türkiye’deki hükümet, kendi çıkarlarına karşı olduğunu düşündüğü için, bu dayanışma üzerinden Kürtleri hak ihlallerine maruz bırakıyor, tutukluyor.
Bununla birlikte, hükümetin de Efrin ve Serêkaniyê’ye müdahalesinde bölge halkının yerinden edilmesini önlemek adına, tüm siyasi, ekonomik ve sosyal becerilerini kullanarak destek sağladıklarını düşünüyorum.

‘SAVAŞIN BİRÇOK CEPHESİNDE HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRADIM’

Böyle zamanlarda dayanışma en önemlisi. Siz Suriyelileri, sürecin başından bu yana hangi politik hamleler çok şaşırttı ya da hayal kırıklığına uğrattı?

Çatışma sonrası, bu savaşın birçok cephesinde hayal kırıklığına uğradım. Örneğin, kuzeydoğuda yan yana savaşan iki profesyonel yerel parti var. Ancak kuzeybatıda birbirlerine karşı savaşıyorlar. Suriye’nin karmaşık siyaseti göz önüne alındığında bu normal evet ama hayal kırıklıkları bazen de zamanlama ile ilgilidir. Amerika’nın kuzeydoğudan çekilmesi gibi. Tabii bunun olacağını biliyoruz ama zamanlama açısından tehlikeliydi. Çünkü varlığı bir tür siyasi denge yaratıyordu ve aynı zamanda istikrarlı bir güvenlik durumu sağlıyordu. Geri çekilmesi kuzey siyasetindeki süreçle ilişkiliydi. Savaş başlamadan önce Suriye Ulusal Konseyi, Suriye rejimini siyasi manevralarla uluslararası düzeyde tecrit etmeyi amaçlıyordu. Ancak hayal kırıklığı yaratarak silahlanmayı desteklemeye ve bu kaosa yol açan askeri bir yönelim yaratmaya başladılar.

CCSD olarak başladığınız sivil toplum çalışmalarına başka projelerle devam ediyorsunuz. Yaklaşık 10 yılın sonunda bölgedeki istatistikleriniz nelerdir kısa bir özetle?

2011’den beri kuruculardan biri olduğum CCSD sayesinde pek çok rapor yayınladık. Bölgede, sivil toplum kurumlarının güçlendirilmesi ve gelişimi, hak savunuculuğu gibi birçok konuda 5000’den fazla kişiye eğitim verdik. CCSD, kurmuş olduğu ağlar üzerinden siyasi süreçlere katılımda destek sağlamış, kadının toplumsal rolünün geliştirilmesine odaklanan bir politik perspektif ile çatışma süreçlerinde rol almıştı. SUWAR dergisi kurumun yayınlarından biridir. Bunları kurup bağımsızlaştırarak bölge halkının katılımı sağlanmıştır.

‘TEVIN’IN ODAK NOKTASI KÜRTLER’

Yeni projeniz Tevin’den de bahsedin biraz. O da CCSD gibi insan hakları temeline dayalı bir proje mi olacak? Ne gibi çalışmalar yapmayı amaçlıyorsunuz?

TEVIN yeni bir proje. Odak noktası, Kürtler. Üç odak noktası var.
Bunlardan birincisi, Kürt hareketinin diğer gruplar ile koordinasyonunda taraflar arası güven, sağduyu ve ilişkiyi geliştirmek. Çünkü bu kısımda ciddi eksiklikler var. Böylece sağduyulu bir anlayış oluşturmak için ortak alan yaratmaya çalışacağız.
İkinci nokta: Kürtlerin siyasi ve ekonomik olarak, adalet standartlarına dayalı bir biçimde Ortadoğu’da gerçek barışın inşası için nasıl çalışılacağı ile ilgili çalışmalar geliştirmek.
Üçüncü nokta: Hak savunuculuğu çalışmaları ile ilgili. Biliyorsunuz, Kürt nüfusunun maruz kaldığı temel sorunlardan biri, baskı ve zulüm nedeniyle kötü ekonomik koşulları olan birçok ülke arasındaki dağılım. AB ve BM gibi uluslararası düzeylerde Kürt toplumunun haklarını savunmakta hala oldukça zayıfız. Üzerinde çalışacağımız konular elbette sadece Kürtler düzeyinde olmayacak. Ancak temeli bunun üstüne kurulu. Diğer konularımız ise, şirketler ile sivil toplum arasındaki koordinasyonu sağlamak olacak. Ama aynı zamanda Orta Doğu seviyesinde de bu şirketlerde insan hakları hassasiyetini oturtmak. Bu hala geliştirme aşamasında bir girişim, yakında üzerinde çalışmak istiyoruz.

Barışı görebileceğinize dair umudunuz var mı? Sizi motive eden nedir barışa dair?

Daha barışçıl bir aşamaya geleceğimizi umuyorum. Birçok savaş ve uluslararası çatışma çözüldü ve barışa ulaştı. Yeni nesillerin özgürlük taleplerine ulaşması da bu yoldan geçiyor ve barış fikriyle bunun gerçekleşeceğinden eminim.

Yaklaşık 10 yıldır devam eden bu savaşın, insan hakları ekseninde, adil biçimde sonuçlanabilmesi için nasıl bir Suriye yapısı gerekiyor? Hangi sistem halkların huzur içinde yaşamasını sağlar?

Orta Doğu özünde çeşitliliğe dayalı değil. Çok sayıda bileşen var ama tek kültürlü. İktidarın devrimsel nitelikte değişime ihtiyacı var. Bu iktidarın kendi oy sandığı için dahi geçerli. Bu kriz, birçok sosyal bölünme, siyasi anlaşma ve ekonomik krizle birlikte geliyor, bu yüzden büyük bir problem. Güvenlik kontrolü, hak ve özgürlükler vatandaşlarının yaşamını etkiliyor.
Orta Doğu’da ve özellikle Suriye’de bu sistemler veya hükümetler tarafından kontrol edilen tarafsız devlet veya tarafsız kurumlar yok. Ülkeler her zaman güçlerden etkilenir, dolayısıyla Suriye de bunun ortasında ve etki alanında. Tüm bu sorunlar; gerçek bir demokrasi kalkanı ile inşa edilebildiği, kurumların adil olmayı başardığı, anayasanın özgür olabildiği bir ülke kurulmasıyla başarılabilir. Federal sistem olacağına inanıyorum. Bu şekilde denge yaratmak daha kolay olacaktır. Suriye asla eski günlerine dönmeyecek çünkü o şehirler yok edildi. Böylece ekonomik çıkarlar gözetilerek yeniden inşa edilebilir. Çünkü barışın anahtarlarından biri de bu ve toplumlar arasındaki politik çeşitliliği dengeler.

 

Jînda Zekioğlu / DUVAR