Rus zehirlenmesi
Vladimir Putin bu dönemin Çar’ı olarak yükselip Rusya’yı eski yerine taşıdı
Yeni anayasa Rusya Federasyonu’nu SSCB'nin devamı olarak niteliyor. Ancak merkezin 2.7 milyon kilometrekareye yayılmış bölgelerle ilişkisi açısından devlet kendini 100 yıllık bir geri sıçramayla Çarlığın düştüğü çukura atıyor.
Türkiye’de tek dil, tek bayrak, tek devlet tekçiliğinde selameti görenler, yeni anayasa ile Rusya’nın federatif karakterinde erozyon yaşanacağına ve halkların asimile olacağına dair pek endişeli. Başka ülkeler için demokrat kesilmek gibisi yok. Evet, Rusya geriliyor ama kendi ölçeğinde. Akıl verenler, Rusya’ya ayna tutamayacak kadar kendi vatandaşlarını nefessiz bırakan dar anayasalar biçiyor.
Sovyetlerin dağılmasını izleyen siyasal sersemlik, merkezi güç boşluğunun kırılganlık yarattığını ve özerk cumhuriyetlerin istikrarsızlık kaynağı olduğunu düşünen milliyetçilerin yelkenlerini şişirdi. Vladimir Putin bu dönemin Çar’ı olarak yükselip Rusya’yı eski yerine taşıdı. Rus ulusalcılığını mutmain kılan bir sonuç.
Ancak Rusya toparlandıkça kendine güveni olmayan ülkelere özgü zayıflık tuzağına düşüyor; halklara tanınmış özerklikleri tırpanlıyor. Federatif karakter, büyük bir coğrafyada farklı milletler üzerine kurulmuş devleti bütün halinde tutmak için zorunluluktu ama aynı zamanda bir özgüvenin ifadesiydi.
***
Nereden çıktı bu konu? Yeni yılın başında federal ve yerel meclislerden geçen, korona yüzünden 22 Nisan’da referanduma götürülemeyen anayasa taslağı nihayet halka sunuldu. 25 Haziranda açılan sandıklar 1 Temmuz’da kapanacak.
Taslak daha çok Putin’in 2036’ya kadar başkanlık koltuğunda oturmasının önünü açan yönüyle gündeme geldi. Başkanlık için eski görev dönemleri sıfırlanıyor. Görev süresini üst üste iki dönemle sınırlayan madde ‘iki dönem’ olarak değiştiriliyor. Yani ‘tandem’ yolu kapanıyor. Malum Putin üst üste 2 dönem sınırlaması nedeniyle 2000-2008 arası 2 kez görev yaptıktan sonra Başbakan Dimitri Medvedev’le koltukları değiştirmiş, 2012’de yeniden Kremlin’e geçmişti. 2024’te ikinci dönemi de bitiyor. Yeni değişiklikle birlikte 2024’ten sonra altışar yıllığına iki dönem daha görev yapabilecek. Seçilirse!
Putin’e vedayı zorlaştırsa da yeni anayasa ‘tek adamlık rejimi’ inşa etmiyor! Aksine güçler ayrılığını güçlendiren değişiklikler içeriyor. Metni esas alırsak öyle. Pratikte Putin’e itiraz edecek bir kurum yok elbette. Yeni metinle hükümetin belirlenmesi, istihbarat şeflerinin tayini ve yüksek yargıyla ilgili federal meclisin eli güçleniyor. Anayasa mahkemesi de federal meclisi denetleme yetkisine kavuşuyor.
Buna karşın devleti ‘dış etkiye kapatma’ hassasiyeti belirleyici hale geliyor. Başbakan, bakanlar, vekiller, federal yöneticiler ve yargıçlar dahil üst düzey görevler için ‘yabancı ülke vatandaşı ve oturum kartı sahibi olmama’ şartı getiriliyor. Yani soluğu dışarda almış muhaliflere kapılar kapatılıyor. Başkan adaylığı için son 10 yılda Rusya’da yaşıyor olma şartı 20 yıla çıkartılırken adayların hayatının hiçbir döneminde yabancı pasaport ve oturum kartı almamış olması gerekiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde davalı ülkeler arasında Türkiye ile şampiyonluğu paylaşan Rusya’yı uluslararası anlaşmaların baskısından kurtaracak bir ‘ulusal egemenlik gösterisi’ daha var: Rusya kanunları uluslararası hukuk karşısında üstün sayılıyor. Yeni trendin ruhuna uygun ‘tanrıya inanç’ da metinde.
***
Gelelim taslağın özerk bölgeleri üzen tarafına… Yeni anayasa Rusları ‘kurucu halk’ olarak tanımlanıyor. Halbuki Rusya Federasyonu’na dahil bütün halklar kurucuydu. Yeni metinle devlet etnik-kültürel kimlik ve dil çeşitliliğinin yanı sıra tüm halkların dillerini koruma ve geliştirme hakkını güvence altına alıyor. Cumhuriyetlere kendi resmi dillerini seçme ve kamu kuruluşlarında Rusya’nın yanında bu dili kullanma hakkı da tanınıyor. Fakat bütün bu hakların üzerinde duran madde şu:
“Devlet dili, kurucu halkın dili olan Rusçadır. Rus halkı devlet kurucu bir halk olduğu gibi Rusya Federasyonu’nun ortak hukuka sahip halklarının çok milletli ittifakına dahildir.”
Rus ırkını ve Rusçayı üstün bir yere taşıyan 68’inci madde milliyetçi yükselişi karşılıyor. Beri taraftan bu, Kuzey Kafkasya’daki 7 cumhuriyetin yanı sıra Tataristan, Yakutistan, Başkurdistan, Çuvaşistan gibi özerk cumhuriyet ve bölgeler için çok berbat bir sinyal.
Özerk bölgelerin statüleri Putin döneminde zaten geriledi. Cumhuriyetlerin başkanları artık halk tarafından seçilmiyor, Kremlin’den atanıyor. Atanan başkan göstermelik olarak yerel meclisten onay alıyor. Başkanların üzerinde bir de bölge valileri var. Farklılıklar barındıran bütün yerel yasalar federal yasalara göre törpülendi. Özerkliğin en kritik unsuru anadilde eğitimdi, o da 2018’de darbe aldı. 35 resmi dilden 34’ünde yani Rusça dışındakilerde anadilde eğitim seçmeli derse dönüştürüldü. Haftada zorunlu 9 saat Rusça dersine karşın seçmeli iki saat anadil dersi. Cumhuriyetlerin anadilde müfredatı düzenleme yetkisi de iptal edildi. Yani asimilasyon sürecini hızlandıracak bir yasal çerçeve oluşturuldu. Şimdi Rus ve Rusçanın üstünlüğü anayasal bir metne kavuşuyor. Öteki halklar da “Peki biz neyiz” diye soruyor.
***
Taslağın yerel parlamentolardan da hızla geçmesi merkezileşme sürecinin sancısız sindirildiği sonucunu verebilir. Görünürde! Putin’in Kuzey Kafkasya’da neden yüzde 90’ların üzerinde oy aldığını bilenler taslağın da neden sorunsuz geçtiğini anlayabilirler. Çeçenistan’ın üzerinden geçen silindir öylesine ezen ve susturan etkiler bıraktı ki kimse merkezle uğraşmak istemiyor. Dağıstan başta olmak üzere hak taleplerinin yükseldiği bölgelerde polis-istihbarat rejimi fütursuz hale geldi.
Kafkasya genelinde ulusal davalar geriletildi. Sivil hareketler istihbaratlar tarafından kontrol altına alındı. Yerel kurumların içleri boşaltıldı. Bunlar yerelin cesaretini kıran, merkezin elini rahatlatan bir iklim oluşturdu.
Yerel siyaset yolsuzluk, kayırmacılık, klancılık ve kifayetsizlik ile malul hale geldi. Yani Putin’in törpülediği yerele yerelde inanç kalmadı.
Yine denilebilir ki Rus egemenliğinin inşa edildiği dönemlerdeki ‘bağlılığa karşılık özerklik’ dengesini gerektiren koşullardan da eser kalmadı.
Fakat bütün bunlara rağmen halkların kendi haklarından gönüllü-gönülsüz feragati yanıltıcı da olabilir. Son zamanlarda kimlik davasının gençler üzerinden gündemleştiğini görüyoruz. Şimdilik ‘bağımsızlıkçı’ yönelimler barındırmasa da aidiyeti yeniden tanımlama ve kültürel kimliği inşa etme çabası dikkat çekiyor. Bunlar zaman zaman dışarıya etnik gruplar arasındaki çelişkiler olarak da yansıyor. Fakat en nihayetinde kendi etnisitesine tutunma çabası yavaşça kök alıyor. Kuzey Kafkasya özelinde konuşursak, bu yükseliş kendine yerelde bir hasım etnik karşıtlık bulsa bile itirazın asıl muhatabı merkezdir, Moskova’dır.
Adıge, Çerkes, Kabardey ve Şapsugh olarak farklı idari yapılara bölünmüş Çerkesler (Adıgeler) eylüldeki nüfus sayımında kendilerinin tek isimle kayda geçirilmesini istiyor. Bu talebe tarihi Çerkesya’nın kurulması fikri eşlik ediyor. Bu tür tartışmalar giderek yaygınlaşıyor. Başka bölgelerde de kımıldanmalar var.
“Rusların üstünlüğü” ve “Rusçanın egemenliği” bu eğilimleri daha da kamçılayacaktır.
***
Velhasıl “güçlü olmak için yerele güç aktaran” evvelki siyasal akıl ile “güçlü olmak için tüm gücü merkezde toplayan” yeni siyasal akıl kademeli olarak yer değiştiriyor.
Yeni anayasa Rusya Federasyonu’nu SSCB’nin devamı olarak niteliyor. Ancak merkezin 2.7 milyon kilometrekareye yayılmış bölgelerle ilişkisi açısından devlet kendini 100 yıllık bir geri sıçramayla Çarlığın düştüğü çukura atıyor.
Şimdi sesleri cılız çıksa bile bu gidişat, kendi özerk alanında oyalanan cumhuriyetleri huzursuz bir döneme taşıyor. Dış güçlerin müdahalesi konusundaki yüksek hassasiyet, kendi elleriyle müstakbel ‘sıcak bölgeler’ inşa ediyor.
“Egemenliğin taşıyıcısı ve hakimiyetin tek kaynağı Rusya Federasyonu’nun çok uluslu halkıdır” ifadesinin yerine geçen ‘kurucu Rus’ vurgusu özerk bölgeleri ne kadar ana gövdeye perçinleyebilir?
“Çeçenya korkuluğu” ne kadar daha işe yarayabilir?
Özerklik sembolik hale geldikçe korktukları bölünme senaryosuna daha da yaklaşmış olacaklardır.
Suriye’ye çıkış yolu olarak esnek federasyon önermişken, Kırım’ı daha yeni ilhak etmişken kendi gidiyor tersine. Hayli yatay bir coğrafya için bu kadar dikey hakimiyet eninde sonunda gövdeyi parçalar.
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te muhabir olarak başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Bir dönem Ajans Kafkas’ın kurucu editörü olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya dek İMC TV’de dış politika programları yaptı. Gazete Duvar ve Al Monitor’da köşe yazılarına devam ediyor. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
DUVAR