Rusya Almanlarının Gulag dramı öncesi
SERMET MUHTAR’IN AHŞAP İSTANBUL’U
Rusya Almanlarının Gulag dramı öncesi
Mehmet Önder Duran’ın Timaş’tan çıkan ‘Türkistan Sınırında Volga Almanları’ kitabı Rusya Almanlarının 1924 öncesi için harika bir tarihçe. Rusya Almanları, Rusya İmparatorluğu topraklarındaki en büyük 8. etnik topluluk. 2. Dünya Savaşı’nda büyük kısmı sürgün edilmiş,aydınlarıysa ya öldürülmüş ya da GULAG kamplarından birine gönderilmiş. Rusya Almanlarının en büyük dramı ‘24 ile ‘53 arasındadır. Kitap, Bolşeviklerin iktidarı ele geçirişlerine kadarki dönem hakkında en iyi tarih kitaplarından biri
TANER AY
1975 yılından beri Stalin Rusyası ve Sovyetler Birliği’nin coğrafyasındaki milletlerin kaderi ilgi alanlarımdan biri oldu, bu konuda ne çıktıysa okumaya çalıştım. O milletlerden biri de Almanlardır, Sovyetler Birliği coğrafyası olarak tanımlanan bölgedeki mevcudiyetlerinin izlerini 10’uncu yüzyıla kadar sürmek mümkünse de, kolonileşmelerinin 16’ncı yüzyıldan itibaren başladığını söylemek daha doğru olacaktır. 18’inci yüzyılın ilk yarısında ilk defa ‘Alman egemenliği’ kavramı ortaya çıkıyor, aynı yüzyılın ikinci yarısındaysa Almanların Rusya’daki varlıkları kalıcılaşıyor. Rusya Almanları genellikle ‘Baltık Almanları’, ‘Şehirli Almanlar’ ve ‘Volga Almanları’ diye üçe ayrılmaktaysa da, ben Mennonit nüfusun onlardan ayrıştırılarak ayrı bir kategoriye dönüştürülmesi gerektiği kanısındayım. Mennonitler en eski Anabaptist kiliselerindendir, bugün daha çok Amerika Birleşik Devletleri’nde, Meksika’da, Bolivya’da ve Paraguay’da bulunuyorlar. Büyük kısmı Bolşevikler zamanında kaçmış olmalıdır, hatta onlardan bazıları Kars’a, Manyas’a ve Kadıköyü’ne gelmişler, yıllar sonra da toplu olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne götürülmüşlerdir. Bizde hatalı biçimde ‘Kazak’ olarak ifâde edilen bu cemaat aslında Mennonit Almanlarıydı.
Mehmet Önder Duran’ın Timaş Yayınları’nın Akademi dizisinden çıkan ‘Türkistan Sınırında Volga Almanları’ kitabı, Rusya Almanlarının ‘24 öncesi için harika bir tarihçe. Ara vermeden okudum ve çok şey öğrendim. Rusya Almanları deyip geçmemeli, 1879 yılında onların nüfusu toplam nüfusun yüzde 1.43’üne ulaşmış, yani Rusya İmparatorluğu topraklarındaki en büyük sekizinci etnik topluluk olmuşlar.
Sovyet rejiminin ‘toplama kampları’ olarak bilinen Gulag’da sekiz yılını geçiren ve 1953’te kamptan ayrılabilen Ukraynalı sanatçı Nikolai Getman’ın daha sonra kampı resmettiği 50 tabloluk Gulag Koleksiyonu’ndan bir eser.
Ancak nüfusları 1914 yılında 1 milyon 645 bine, 1926 yılında 1 milyon 289 bin 549’a ve 1939 yılında da 1milyon 400 bine kadar düşüyor. İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise büyük kısmı yerlerinden sürgün edilmiş, aydınlarıysa ya öldürülmüş ya da GULAG kamplarından birine gönderilmiştir. Kitap maalesef okurunu Stalin Rusyasına taşımıyor, oysa Rusya Almanlarının en büyük dramı ‘24 ile ‘53 arasındadır.
Benim ilgi alanım Stalin Rusyası olduğundan böyle bir eksikliğin hissine kapıldığım muhakkaktır, ama başkalarının ilgi alanı da Bolşeviklerin iktidarı ele geçirişlerine kadarki Rusya İmparatorluğu olabilir. Belki Mehmet Önder Duran ‘24 ile ‘53 arasını ayrı bir kitap yapmayı düşünüyordur. Öncesi sözkonusu olunca da, ‘Türkistan Sınırında Volga Almanları’nı mutlaka edinin derim, çünkü okuyabileceğiniz en iyi tarih kitaplarından biri.
SERMET MUHTAR’IN AHŞAP İSTANBUL’U
Biliyorsunuz, Büyüyenay Yayınları’nın ‘Sermet Muhtar İstanbul Kitaplığı’ dizisinin hayranlarındanım. Geçtiğimiz günlerde bu diziden ‘Eski İstanbul’dan Portreler’ ile ‘Eski İstanbul Hayatında Yeme İçme Kültürü’ çıktı. İkisini de Mustafa Kirenci ile Eren Yavuz yayıma hazırlamışlar. Ancak bu iki kitaptan sadece ‘Eski İstanbul’dan Portreler’i okuyabildim, ‘Eski İstanbul Hayatında Yeme İçme Kültürü’ ise haftaya kaldı. ‘Portreler’ öylesine keyifli ki, şıppadak sizi alıp geçen asrın başlarına bırakıyor; ama kaybolan mahallelerde birazcık dolaştıktan sonra sizler de tıpkı benim gibi Sermet Muhtar’ın ahşap İstanbulundan çıkıp günümüze gelmek istemeyebilirsiniz. Sermet Muhtar’ın kadınlarıysa inanın ayrı bir dert, hangisinin peşine takılsam, ardından bir yığın ‘hayalet’ çıkıyor. Üstadımız bile o güzellerin çoğunun ismini unutmuş ama güzelliklerini asla unutmamış, bu yüzden de örneğin ‘Fuad Paşa Gelini’ deyip yekûn çekebiliyor.
Reşad Ekrem’in ‘İstanbul Ansiklopedisi’ne madde yaptığı o Çerkes kızının ismini hadi ben söyleyeyim: Kayıtlarda Gülbiz İkbal Hanım olarak geçen o Çerkes dilberine 1850 ile 1860 arasında rastlayan çarpılıp kalıyormuş, 1859 yılında zevci Kâzım Bey taşlı köye taşınınca da, din değiştirip Belçika elçisine varmıştır.
Ben hayatı ‘Sinemasal ve Renkli’ yaşamak istiyen herkese, mutlaka Ahmed Rasim, Hüseyin Rahmi, Osman Cemal ve Sermet Muhtar okumalarını söylüyorum. Buna da kitaplıklara Büyüyenay Yayınları’nın ‘Sermet Muhtar İstanbul Kitaplığı’ dizisini yerleştirerek başlanabilir. Dizinin kitaplarını görünce, Mustafa Kirenci’nin ve Eren Yavuz’un ne kadar mühim bir ağırlığı sırtlandıklarınıysa hemen anlayacağınızdan eminim.
CUMHURİYET’İN 100. YILI DERGİLERİ ZENGİNLEŞTİRİYOR
Bu hafta size iki dergiyi önereceğim: Gösteri’yi ve Çelebi’yi. Gösteri’nin 344’üncü sayısında Enis Batur’un ‘Dante’nin Cehennem’inde dolaşmalar’ını, Celâl Soycan’ın ‘Fatma Tülin resmi ya da varlığın biçimsel gizemi’ni, Ertuğrul Tokdemir’in ‘Selçuk Altun’da dil ve okur profili’ni, Korhan Altunyay’ın ‘Öz kurmaca olarak Hilmi Yavuz’un anlatıları’nı ve Orçun Üçer’in ‘2023’te yayımlanan kimi kitaplar üzerine’sini okumak bana iyi geldi. Bu sayı sırf Enis Batur için bile saklanabilir. Ayrıca, Gösteri’nin 344’üncü sayısıyla sanki ‘80 yılının Aralık ayındaki ilk sayıya selâm çaktığı hissine de kapıldığımı söylemeliyim. Gaziantep’te Ali Gezginci, Ahmet Şahin ve Oğuzhan Saygılı isimlerindeki üç kültür fedâisinin çıkardıkları Çelebi dergisinin ise düzenli okuru olduğum biliniyor. Derginin 12’nci sayısının dosya konusunun ‘Türk Dili’ olmasıysa, beni ayrıca sevindirdi. İlk olarak Prof. Dr. Ali Akar’ın ‘Cumhuriyet’in 100’üncü Yılında Türk Modernleşmesinin Dayanağı Olarak Türk Dili’ni, Prof. Dr. Mustafa Argunşah’ın ‘Batı Kaynaklı Kelimelerin Türkçe Yolculuğu’nu ve Mehmet Nuri Yardım’ın ‘Türkçemize Hizmet Eden Abide Şahsiyetler’ini okudum.
‘Makedonya Türküleri’ne, ‘Ömer Asım Aksoy’a ve ‘Türk-Macar İlişkilerinin Tarihi ve Ortak Dil Geçmişleri’ne henüz başlayamadım. Bu güzel sayı için Ali’yi, Ahmet’i ve Oğuzhan’ı kutlarım; başarıları daim olsun...
KARAR