Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı dünyayı nasıl değiştiriyor?

1990'larda yeşeren barış umutları yok oldu

Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı dünyayı nasıl değiştiriyor?


Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı dünyayı nasıl değiştiriyor?

Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı dünyayı bir günden diğerine değiştirdi. Putin'in savaş planlarının, başkaları için de ilham kaynağı olmasından endişe ediliyor.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Rusya'nın saldırısını "Uluslararası hukukun bariz ihlali" olarak nitelendirdi ve "Putin, Avrupa'nın barış düzenini sorguluyor" dedi. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Ukrayna'nın işgalini "Bugün farklı bir dünyada uyandık," sözleriyle değerlendirirken AB Güvenlik ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Josep Borrell "Avrupa için İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en kara gün" yorumunda bulundu.

1990'larda yeşeren barış umutları yok oldu

Şiddetsizlik, sınırların dokunulmazlığı, kendi kaderini tayin... Bunlar, savaş sonrası düzenin temel direkleriydi. Soğuk Savaş sırasında, ağır şekilde silahlanan iki blok karşı karşıya geldi: Bir yanda NATO, diğer yanda Sovyetler Birliği liderliğindeki Varşova Paktı. Pek çok kişi 1989/90'da sosyalizmin sona ermesi ve 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla Avrupa'da savaş tehlikesinin tümüyle sona erdiğini düşünüyordu.

Ancak bu düşünce, iyi niyetli bir temenniden öteye geçemedi. Daha 90'ların ilk yarısında Yugoslavya'nın parçalanması sırasında Avrupa'nın orta yerinde şiddetli bir savaşa şahit olduk. Sonra uzun yıllar gerçekten de silahlar sustu. Ta ki Kırım Yarımadası'nın Rusya tarafından ilhakına kadar. Bu süreç, nihayetinde Ukrayna'nın Rus ordusu tarafından işgal edilmesine kadar uzandı.

Ukrayna ve Rusya bu aşamaya nasıl geldi?

Baltık ülkeleri güvende mi?

Son gelişmeler, NATO ve AB üyesi üç Baltık cumhuriyetinde de büyük bir endişeyle izleniyor. Eskiden Sovyetler Birliği'nin bir parçası olan Estonya, Letonya ve Litvanya topraklarında Rusça konuşan güçlü azınlıklık grupları yaşıyor. Bu ülkelerin, Rusya ve onun müttefiki Belarus ile sınır komşu olmaları da durumu daha hassas hale getiriyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, bu üç ülkenin endişelerini gidermeye çalışarak, Kuzey Atlantik İttifakı'nın, tüm müttefikleri korumak için her türlü imkânı seferber edeceğine dair güvence verdi.

Ancak Baltık ülkeleri söz konusu olduğunda, Batılı askerî uzmanlar duruma şüpheyle yaklaşıyor. NATO, bu üç devleti gerçekten de koruyabilir mi? ABD'li düşünce kuruluşu RAND tarafından 2016 yılında yapılan ve eski NATO komutanı Egon Ramms'in de katkıda bulunduğu bir araştırmada, Rusya'nın üç Baltık devletinin dış dünya ile bağlantısını kolayca kesebileceğine ve dolayısıyla NATO desteğinin buralara ulaşmasını engelleyebileceğine dikkat çekiliyor. Olası bir savaş durumunda, Baltık ülkelerindeki NATO'nun piyadelerinin geri çekilmeye dahi fırsat bulamadan, düşman kuvvetleri tarafından olduğu yerde imha edilmesinin kuvvetle muhtemel olduğu öngörüsünde bulunuluyor. Tek seçeneğin Baltık bölgesinde askerî kontrolü tümüyle ele geçirmek olduğu, ancak bu yönde bir girişimin de büyük olasılıkla felaketle sonuçlanacağı belirtiliyor.

Sovyetler'in dağılışından 30 yıl sonra yeni nesil ne düşünüyor?

Pandora'nın kutusu

Sınır ötesi askerî operasyonlar ve sınırların değiştirilmesine yönelik işgal eylemleri uluslararası toplum tarafından tolere edilirse, Pandora'nın kutusu açılabilir ve başkaları da bu durumdan ilham alabilir. Örneğin Çin, Tayvan üzerinde hak iddia ediyor. Rusya ile iyi ilişkilere sahip olan Sırbistan ise topraklarını, Bosna-Hersek'teki Sırp Cumhuriyeti'ni de kapsayacak şekilde genişletmeye kalkışabilir.

Alman Bilim ve Politika Vakfı (SWP) uzmanlarından emekli Albay Wolfgang Richter, tüm bu olasılıklar konusunda Deutsche Welle'ye şu değerlendirmeyi yaptı: "1990'da Avrupa sınırlarının olduğu gibi kalması konusunda uzlaştık. Barış ve dostluk içinde yaşayan, birbirlerinin çıkarlarına saygı duyan egemen devletlerin, güvenlik konusunda iş birliği yapacağına itimat ettik. Şimdi bu sınırları değiştirmeyeceğiz. Zira bu sadece kaosa yol açar ve muhtemelen Avrupa'nın her köşesinde savaş çıkar."

Almanya fazla mı iyi niyetli davrandı?

Ukrayna'nın işgali, özellikle Almanya'nın on yıllardır inandığı tüm değerleri alaşağı etti. Geçmişteki karanlık Nasyonal Sosyalizm deneyimi ve bu ideolojinin neden olduğu İkinci Dünya Savaşı nedeniyle, Federal Almanya hep uzlaşmacı ve anlayışlı bir politika izledi. Ukrayna'nın Berlin Büyükelçisi Andriy Melnyk, "Şimdi Almanya'nın da uyanma zamanı geldi. Çünkü daha önce yapılan tüm uyarılar, Almanya dahil, Batı dünyasında kulak ardı edildi" diye konuşuyor.

Bazı Alman politikacılar da bunu kabul ediyor. Örneğin Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) Genel Başkanı Friedrich Merz, "Almanya'da hepimiz muhtemelen biraz fazla iyi niyetliyiz. Buna kendimi de dahil ediyorum" itirafında bulundu.

Almanya'nın eski başbakanı Helmut Kohl, Kafkasya'ya Haziran 1990'da yaptığı bir ziyarette Sovyetlerin eski lideri Mihael Gorbaçov ile bir araya gelmişti

Almanya'nın eski başbakanı Helmut Kohl, Kafkasya'ya Haziran 1990'da yaptığı bir ziyarette Sovyetlerin eski lideri Mihael Gorbaçov ile bir araya gelmişti

Merz'in partili arkadaşı, eski Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer ise daha da net konuştu: "Çok kızgınım çünkü tarihî bir başarısızlığa imza attık. Kırım'ın ilhakından sonra bile gerçek bir caydırıcılık sağlanamadı. Eski Başbakanlar Helmut Schmidt ve Helmut Kohl için de müzakereler her zaman öncelikliydi. Ancak her iki politikacı da müzakerelerde elinin güçlü olması için, askerî olarak da güçlü olunması gerektiği biliyordu."

"Avrupa'da güvenliğin garantörü hâlâ ABD"

İşgal, Washington'un dış politika rotasını değiştirmesini de gerektirebilir. Başkan Joe Biden, ABD ve müttefiklerinin "birlik ve kararlılık içinde hareket edeceğine" söz verdi. Ancak selefi Donald Trump döneminde, İttifak içindeki birlik ve kararlılıktan pek eser kalmamıştı. Zira Trump, NATO'nun varlık gerekçesini ve stratejini ciddi şekilde sorguluyordu. Böylece ABD, kendi kendini Avrupa'dan uzaklaştırdı ve Avrupalılardan- özellikle de askerî noktada- İttifak içinde daha fazla sorumluluk üstlenmesini talep etti. Biden döneminde ise ses tonu yeniden uzlaşmacı hale geldi, ancak yine de aradaki soğukluk ve tarafların birbirine karşı temkinli tutumu tam olarak giderilemedi.

Halle Üniversitesi'nden dış politika uzmanı Johannes Varwick, "Washington'un plan ve beklentilerinin aksine, ABD hâlâ Avrupa güvenliğinin garantörüdür. Şimdi Rusya'ya karşı eski ‘çevreleme politikasını' yeniden etkinleştirmeliyiz. Bu, NATO'nun doğu kanadını güçlendirmemiz ve böylece sahip olacağımız caydırıcılıkla Putin'e sınırlarını göstermemiz gerektiği anlamına geliyor" diyor.

Şimdiye kadar dışarıda olanlar yine dışarıda kalacak

Peki ya NATO şemsiyesi altına girip Rusya'ya karşı kendini güvenceye almak isteyen Ukrayna veya Gürcistan gibi Doğu Avrupa ülkelerinin durumu ne olacak? Dış politika ve güvenlik alanında çalışmalar yürüten "European Council on Foreign Relations" adlı düşünce kuruluşundan güvenlik uzmanı Rafael Loss, Deutsche Welle'ye verdiği demeçte vahim bir saptama yapıyor: "Avrupa'nın bir kısmı için 1990'larda kurulan düzen şu anda tarumar oldu. Dışarda olan ülkeleri entegre etmeye çalışmaktan ziyade, birdenbire İttifak üyesi ülkeleri savunmak zorunda kalabiliriz.”

"Küresel iç savaşa davetiye"

Federal Alman Meclisi Bundestag Başkanı Bärbel Bas, Ukraynalı mevkidaşı Ruslan Stefançuk'a hitaben şunları yazdı: "24 Şubat 2022, Avrupa ve tüm uygar dünya tarihine kara bir gün olarak geçecek."

Ukrayna'da sınırdaki köylüler anlatıyor: "Korkuyoruz"

Gerçekten de 24 Şubat 2022, çok şeyi değiştirdi. Özellikle de dünyanın nasıl olduğu veya nasıl olması gerektiği konusundaki fikirleri. İllüzyonları yok etti; belki de en çok Almanya'daki bakış açısını değiştirdi. Siyaset bilimci Johannes Varwick şu uyarıyı yapıyor: "Ülke sınırlarının askerî güç kullanarak değiştirilmesi bir istisna olarak kalmalı.  Aksi takdirde gerek Avrupa gerekse dünyanın başka bölgeleri yangın yerine döner. Bu da küresel bir iç savaşa davetiye çıkarmak olur."

Christoph Hasselbach

 Deutsche Welle Türkçe