“Seçim Sonucuna Herkes İstese de İstemese de Uymak Zorunda”

“Türkiye’nin eksen kayması haksız eleştiri”

“Seçim Sonucuna Herkes İstese de İstemese de Uymak Zorunda”


“Seçim Sonucuna Herkes İstese de İstemese de Uymak Zorunda”

İSTANBUL - AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’ncü yılında yönetim sisteminde belirleyici olacak 14 Mayıs’taki seçimlere ilişkin kamuoyu gündemindeki kaygılar, iddialar ve tartışmalara karşın demokratik standartlarda seçim yapılacağını söyledi.

AK Parti’nin geçmiş yirmi yılı aşkın iktidarı itibariyle demokrasi bağlamında, kadın hakları, Cumhuriyet değerleri açısından kaygılar duyulmaması gerektiği düşüncesindeki Kurtulmuş, 14 Mayıs’ta hem Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ni hem de 28. Dönem TBMM Genel Seçimi’nde parlamento çoğunluğunu kazanacakları görüşünde.

Buna rağmen eğer muhalefet cephesi Cumhurbaşkanlığı’nı dolayısıyla iktidarı kazanırsa varsayamı içinse Kurtulmuş, “Türkiye’nin demokratik kazanımlarına gözümüzün içi gibi bakacağız ve hiçbir şekilde milletin iradesinin üstünde hiçbir söz söylemeyeceğiz. Söylenmesine de müsaade etmeyeceğiz” dedi.

Kurtulmuş’a göre, sonuçta AK Parti iktidarı sürecek ve o zaman muhalefet sonuca saygı duymalı ama millet iradesi aksi yönde olursa, “Baş göz üstüne diyerek eyvallah” denilecek.

Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na HDP-Yeşil Sol Parti desteği verilmesi gerekçesiyle ve terör örgütünce de destek açıklaması yapıldığı iddiasıyla muhalefete yönelik “terör” suçlamasını gerekçelendirdi.

Bu noktada “CHP ile İYİ Parti seçmenleri ve HDP’nin çok geniş kısmı” için “terörist” suçlamasında bulunmadıklarını kaydeden Kurtulmuş, AK Parti’nin Cumhur İttifakı olarak yürüttüğü HÜDA PAR ile işbirliği açısından ise partiler arasında farklılıklar olduğunu belirterek, “Her parti kurumsal kimliğini sürdürüyor” yaklaşımında.

Benzer şekilde kadın hakları açısından 6284 sayılı yasayı kaldırmak gibi AK Parti’nin bir gündemi olmadığını söyleyen Kurtulmuş, “Kadın haklarında geri dönüş olmayacaktır, milletimiz rahat olsun” sözünü paylaştı.

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partideki vekili konumundaki Numan Kurtulmuş, VOA Türkçe’nin sorularını şöyle yanıtladı:

“Türkiye’nin eksen kayması haksız eleştiri”

VOA: Türkiye, NATO üyesi, Avrupa Birliği’ne aday bir ülke. Ancak son dönemde Rusya'yla yürütülen ilişkiler nedeniyle de eksen kayması tartışmaları çok sıkça yaşandı. Rusya - ABD denkleminde Türk dış politikasını siz nasıl yorumluyorsunuz?

Numan Kurtulmuş: Türkiye’nin eksen kayması, işte Batı, Avrupa Birliği, NATO ekseninden kaydığı şeklindeki haksız bazı eleştirilere katılmamız mümkün değil. Bizim seçim beyannamesinde de ifade ettiğimiz dış politika başlığı Türkiye eksenidir. Türkiye, Avrupa’nın, Amerika’nın, Rusya’nın, Çin’in vs. Başka ülkelerin ekseninde değildir. Türkiye kendi eksenini tahkim etmeye çalışıyor. Dünyada herhalde biricik diyebileceğimiz bir jeopolitik avantaja ve tehlikelere, risklere sahip olan bir ülkeyiz. Balkanların, Kafkasların, Karadeniz’in, Doğu Akdeniz’in, Orta Doğu’nun, Avrupa’nın, Asya’nın arasındayız. Böyle bir yerde dünyanın bütün çelişkilerinin, çatışmalarının, mücadelelerinin ortasındayız. Burada Türkiye’nin kendi milli eksenini tahkim etmekten başka bir seçeneği yoktur. Özellikle Rusya ve Ukrayna Savaşı’nda Türkiye’nin pozisyonu dolayısıyla ve NATO’ya üye olmak isteyen Finlandiya ile İsveç’e karşı politikalarımız dolayısıyla bu konu gündeme geliyor. Ama bu bir haksız değerlendirmedir. Yani Türkiye, komşumuz olan, her ikisiyle de ilişkilerimiz olan Rusya ve Ukrayna arasında taraf tutmak durumunda değildir. Savaşın en şiddetli olduğu dönemlerde hem Rusya ile hem Ukrayna ile konuşabilen tek ülke Türkiye’ydi. Tek siyasi lider de Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’dı. Bazı batılı ülkeler Ukrayna - Rusya Savaşı'na ateşe benzinle giderken Türkiye su dökmeye çalışıyor, köpük dökmeye çalışıyor. Bu ateşin bir an evvel söndürülmesini istiyor. Çünkü biliyoruz ki eğer bu savaş devam ederse sadece potansiyeli itibariyle Batı ile Rusya arasında bir savaş haline dönebilecek. Dolayısıyla burada Türkiye kendi milli menfaatleri ekseninde, nasıl adım atması gerekiyorsa o adımı atıyor ve yoluna devam ediyor.

Yabancı basın yorumu: "Psikolojik harekat"

VOA: Cumhuriyet’in 100. Yılı arifesinde Türkiye seçimlere gidiyor. Bu aslında bir sistem oylaması gibi de gözüküyor tarafları itibariyle. ‘Dış mihraklar’ ifadesiyle de özdeşleşmiş bir şekilde dünyanın Türkiye'deki seçimleri bu kadar yakından izlemesi sanki rahatsızlık yaratmış gibi görünüyor AK Parti’de. Siz ne düşünüyorsunuz?

N. Kurtulmuş: Türkiye’nin yakından izlenmesi, takip edilmesinden hiçbir şekilde rahatsızlık duymayız. Bizim rahatsızlık duyduğumuz ve tepki gösterdiğimiz şey, dışarıdan bazı mihrakların Türkiye seçimine müdahale etme girişimidir. Türkiye seçiminde bir şekilde tarafgir olarak, yani Erdoğan’ın karşısında cepheye destek vermeleri, ‘Erdoğan gitsin, diktatörlük yıkılsın, Türkiye'de tek adam rejimi son bulsun’ şeklinde yapılan yayınlardır. Özellikle son dönemde, dünya çapında The Economist, Le Figaro, Le Express, Der Spiegel gibi dergilerin manşetlerine taşıdığı, kapaklarına taşıdığı yayınlar asla kabul edilemez. Fevkalade önemli psikolojik harekat unsuru olduğunu görüyoruz. Ve hepsine bakıyoruz, çok detaylı çalışılmış. Erdoğan'ın yüz ifadeleri ve bir takım görsel efektlerle son derece kötü, karamsar, hatta korkutucu bir hale getirilmiş. Şimdi bütün bunlar düşmanlıkla yapılan işlerdir. Bu halk kime oy verirse baş göz üstüne. Demokraside halktan, milletten başka söz sahibi, karar sahibi yoktur. Türkiye’nin seçimlerini yakından izleyin, tarafsız bir şekilde izleyin.

Bunun ne demokrasiyle, ne karşı tarafa saygı duymakla, ne ülkelerimiz arasındaki iyi ilişkileri geliştirmekle en ufak bir alakası yoktur. Bunun adı, bu manşetlerin hepsinin ortak başlığı aslında husumettir. Şunu demek istiyorlar: Biz güçlü ve büyük Türkiye’nin olmasından rahatsızlık duyuyoruz. Onun için Türkiye'nin bu yürüyüşünün, Erdoğan'ın önderliğinde yürüyen bu istikametin yönünü değiştirmek istiyoruz. Zaten eksen sapması dedikleri şey de odur. Yönünü değiştirmek istiyoruz. Ve bu anlamda da biz Türkiye’de muhalif tarafın kazanmasını istiyoruz. Gelsinler, faaliyetlerimize katılsınlar. Yine eleştirel bir gözle bunlara yaklaşıyorlar, buna bir şey demeyiz. Bu milletin en temel özelliklerinden birisi de kendisine dışarıdan uzatılan dostane eli sımsıkı sarılır, onu sıkar ama kendisine düşmanca yaklaşıldığı zaman da bunun gereğini yerine getirir ve söylenenlerin tam tersini yapar. Bu anlamda kabul edilebilir bir şey değildir. Şiddetle kınıyoruz.

“AK Parti’nin Cumhuriyet’in temel değerleriyle problemi olmadığı aşikar”

VOA: AK Parti iktidarı devam ederse Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı nasıl bir yüzyıl alacak? Daha demokratik mi? Kadın haklarına daha saygılı mı? Seküler anlamdaki değerlerin daha fazla korunduğu bir cumhuriyet mi göreceğiz? Yoksa AK Parti’nin içerisinde bulunduğu ittifaklar itibariyle kaygı duyulduğu ve iddia edildiği üzere cumhuriyet çizgisinde değişim mi olacak?

N. Kurtulmuş: Bunu söylemek için AK Parti’nin hiç iktidarda olmamış olması gerekir. Yani 21 yıldır iktidar olmuş, çok farklı sınamalardan geçmiş ve istikameti, çizgisi belli olan bir siyasi partiden bahsediyoruz. Yani denenmemiş bir partiden bahsetmiyoruz. AK Parti’nin bu anlamda Cumhuriyet’in temel değerleriyle, Anayasa’daki o temel ilkelerle en ufak bir problemin olmadığı aşikardır. Kadın hakları konusuna geldiğiniz zaman, kadınların hak ve hukukunun korunması konusunda önemli gelişmeleri sağlayan, bu konuda da kendi müktesebatı fevkalade olumlu olan bir siyasi partiyiz. Kadının güçlü olması, siyasette, ekonomide, eğitimde güçlü olması, Türkiye’nin güçlü olması demektir. Rakamlara baktığınız zaman 21 sene evvel kadının siyasete katılımıyla, Türk kadının eğitim alanındaki varlığıyla, Türk kadının iş dünyasındaki varlığıyla, bugünkü arasında varla yok arasında bir farklılık vardır. Yani muazzam bir şekilde kadınlar hem siyasete hem iş dünyasına hem eğitim dünyasına büyük bir şekilde katılmışlar ve bunu sağlayan da AK Parti’nin bu iktidar iklimidir. Önce kendi partimizle bunu çok açık bir şekilde ortaya koyuyoruz. Kadın siyasetçi arkadaşlarımızın sayısını artırarak geliyoruz. Ve onları da partide söz sahibi etkili siyasetçiler konumuna getiriyoruz. Dolayısıyla yani biz şunu biliyoruz: Kadın ve erkek toplumun yarısı yüzde elli erkek varsa yüzde elli de kadın var. Dolayısıyla bunun sadece sözlerle değil, eylemlerle de gerçekleştirmiş olan bir siyasi hareketiz ve istikametimiz, çizgimiz bellidir. Özellikle de kadına karşı şiddetin mümkün olduğunca azaltılması, önlenmesi, hatta sıfıra indirilmesi için tedbirlerimizi alıyoruz. Ama bunu yaparken ailenin de güçlenmesi için kararlılıkla yolumuza devam ediyoruz.

“Kadın haklarından geriye dönüş olmayacaktır”

VOA: Yeniden Refah Partisi bakımından 6284 sayılı kadın haklarıyla ilgili yasadan vazgeçme olacak mı? Ve hatta medeni kanunda değişiklik olacak mı? Nafaka hakkı gerileyecek mi? gibi pek çok soru gündeme taşınıyor. HÜDA PAR açısından ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son imzaladığı sağlık koşulları nedeniyle bir mahkumu affetme kararı itibariyle Hizbullah terör örgütü dolayısıyla da endişe duyuluyor. Siz bu iki ittifak ortağı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

N. Kurtulmuş: Bir kere dört partinin imzaladığı ittifak sözleşmesi var. Orada AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Büyük Birlik Partisi (BBP) ve Yeniden Refah Partisi müşterek imza atmıştır. HÜDA PAR, AK Parti listelerinden milletvekili olarak girmiştir. Demokratik Sol Parti (DSP) de aynı şekilde AK Parti listesinden seçime girmiştir. En başından itibaren Cumhur İttifakı’nı hep ilkeler bazında ittifakı yürütüyoruz. Ortak hedefimiz nedir? Güçlü büyük Türkiye istikametinde yürümek, Türkiye yüzyılı hedeflerini müştereken benimsemek, özellikle Türkiye’nin yerli bağımsız yürüyüşünü artıracak adımlara destek vermek, Türkiye’nin terörle mücadelesinde destek vermek gibi temel ilkelerde birleşilmiş ve burada bir ittifak oluşturulmuştur. Bu şu demek değildir: Bu dört parti birleşti, tek bir parti oldu. Dolayısıyla partilerin bazı alanlarda farklı fikirleri kendilerini bağlar. Her parti kendi fikrini, kendi farklılıklarını sürdürecektir. Kurumsal kimliklerini sürdürecektir. Dolayısıyla bu ittifak içerisindeki herhangi bir partinin herhangi bir konuda AK Parti’den farklı düşünmesinin son derece doğal olduğunu ifade etmek isterim. AK Parti’nin siyasal anlayışının da çok net olduğu açıktır. Özellikle Türkiye’de kadının hak ve özgürlükleri konusunda devrim niteliğinde adımları gerçekleştirmiştir. Ve bunların hiçbirisinden geriye dönüş olmayacaktır. Burada milletimizin de rahat olmasını isteriz.

VOA: Özlem Zengin'in 6284 ile ilgili "kırmızı çizgimiz" sözü AK Parti’nin erkek yöneticileri tarafından da kabul ediliyor diyebilir miyiz?

N. Kurtulmuş: Şimdi biz bunu erkek, kadın vesaire falan olarak ayırmanın doğru olmadığı kanaatindeyiz. Söylediğimiz şey şudur; herhangi bir şekilde bizim gündemimizde olan bir konu değildir. Başka partilerin farklı düşünmüş olması bizi ilgilendirmez. Kanunlar değişir, rakamlar değişir. Ama mühim olan sizin taşıdığınız istikamettir. Biz bu memlekette bir tek kadınımızın dahi şiddete maruz kalmasını istemeyiz. Biz bu memlekette bir tek kadınımızın dahi haksızlığa uğramasını istemeyiz. Neden kadın diyoruz? Aynı şekilde erkeklerin de uğramasını istemeyiz. Ama kadınlar genelde daha korumasız oldukları için, zaten onları bir koruma şemsiyesi altında tutmak için bu adımlar atılıyor. Örneğin KADES, kadına karşı şiddeti önleyecek mekanizmalar, çok sayıda olayın, yani kadına karşı şiddetin önceden önlenebildiğini biliyoruz. Mühim olan burada, bu tartışmada samimiyetle kadının hukukunu koruyacak adımdan atılmasıdır. Böyle bir konu bizim zaten gündemimizde değildir.

“Demokrasiyi kirleten terör örgütleri gölgesindeki siyaset anlayışı”

VOA: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve yine Cumhur İttifakı ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin mesajlarında muhalefete yönelik çok ciddi bir şekilde terörist ve terörizm suçlaması ağır basıyor görünüyor. Şimdi muhalefet cephesinde en az yüzde kırklık bir seçmen temsili söz konusu. Bu terörist suçlaması sanki kutuplaştıran, ötekileştiren bir dil olarak da yansıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

N. Kurtulmuş: Şimdi kusura bakmayın, siyaset böyle bir laboratuvar deneyi yapılır gibi bir fanusun içerisinde gerçekleşmiyor. Afaki bir tehditten, bir tehlikeden bahsetmiyoruz. Gerçekten çok can yakmış, bugün de can yakan bir Tehditten bahsediyoruz. Türkiye’nin hem sınırının içerisinde hem sınırının dışarısında bir terör tehlikesinin, riskinin varlığı da ayan beyan ortadadır. Ve maalesef bu terör örgütlerine de bazı ülkelerin silah desteği yaptığı, istihbarat desteği yaptığı, siyasi destekler verdiği aşikardır. Türkiye’de örnek olsun diye bugün HDP var, dün başka bir siyasi parti vardı. Hep şunu söylüyoruz; bir eli dağda, bir eli parlamentoda siyaset olmaz. Yani böyle bir partinin varlığı Türkiye demokrasisi için önemlidir. Ama bu arkadaşlarımıza da başından beri hep şu tavsiyede bulunduk; ‘Ya ne olur dönün, terörle aranıza bir mesafe koyun, aşılmaz bir mesafe koyun. PKK, PYD, YPG bunlar terör örgütleridir ve en başta Kürt halkına zarar vermektedir deyin ve böylece demokratik siyasetin içerisinde varlığınızı güçlendirin. Böylece Türkiye siyasetine de katkıda bulunun.’ Ama ne yazık ki bunu yapmadılar, özellikle dağın baskısından dolayı bunu yapamadılar. Şimdi, Allah aşkına Avrupa böyle bir siyaset tarzını kabul edebilir mi? Bir taraf da bombayla, silahla, kurşunla, adam öldürmeyle, ilçeleri yakmakla, köylere, insanlara zarar vermekle, çukur kazıp içini bombalarla doldurmakla uğraşacaksınız. Bir ucundan da efendim parlamentodakilerle kol kola el ele olacaksınız. Terör baronları da ayan beyan Kandil’den şuradan buradan, bu dönemde artık Erdoğan gitmeli, bu tek parti yönetimi, bu diktatörlük sona erdirilmeli. Aday belli olduktan sonra da açıkça Kılıçdaroğlu’na destek vererek bu süreci sonlandırmalıyız diyorlar. Şimdi burada demokrasiyi kirleten terör örgütleri ve terör örgütlerinin gölgesindeki siyaset anlayışıdır. Bizim karşılaştığımız şey budur. Yoksa biz bu memlekette bir tek vatandaşımızın bile oy verdiği siyasi parti demokratik sınırlar içerisinde hareket ettiği takdirde onunla bir problemimiz olmaz, olamaz.

“Seçmenler değil suçladığımız terör örgütü gölgesindekiler”

VOA: Millet İttifakı diyor ki biz 6 partiyiz ve Kemal Kılıçdaroğlu da Millet İttifakı’nın adayı. Aynı zamanda CHP’nin lideri. Şimdi ana muhalefet lideri karşınızdaki aday. Belki ifade ettiğiniz gibi farklı yapılar, destek açıklamış olabilir ama sonuçta o adaylığını Millet İttifakı’nın adaylığı olarak tarif ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın miting meydanlarındaki ifadeleri itibariyle sizce CHP seçmeni, İYİ Parti seçmeni terörist mi?

N. Kurtulmuş: Hayır, hayır. Bu bir kere çok yanlış bir değerlendirme. Biz, bırakın CHP’ye ve İyi Parti’ye oy verenleri, HDP’ye oy verenlerin çok geniş bir kısmını da terörist olarak suçlamıyoruz. Bizim suçladığımız terör örgütlerinin yanında olanlar, terör örgütünün gölgesinde olanlardır. Kalkıyor Kandil’den, ismini vermeyeceğim, bütün dünyanın tanıdığı bir terör baronu diyor ki, ‘Artık kurtulacağız, oylarımız Kılıçdaroğlu’na.’ Bir de milleti kandırmaya gerek yok. Herkes, hepimiz biliyoruz ki HDP’nin oyları olmadığı takdirde Sayın Kılıçdaroğlu’nun ya da altılı masanın bu yarışa ortak dahi olması mümkün değil. Şu andaki Türkiye’nin siyasal matematiği bunu söylüyor. Dolayısıyla başta işbirlikleri açık, ittifakları gizli bir şekilde hareket ettiler. Ama aday belli olduktan ve seçim meydanları ortaya çıktıktan sonra bu sefer bu ittifakları da açık hale getirdiler. Yani biz altılı masayız, yedincisi bizi ilgilendirmiyorlar demeleri çocuk kandırmak gibi bir şeydir. Böyle bir şey olmaz. Herkes ayan beyan görüyor ki HDP de, daha doğrusu Yeşil Sol Parti de bütün gücüyle sahaya asılmıştır ve desteğini ifade ediyor. Eski genel başkanları, şu anda cezaevinde olan genel başkanları, eski önemli siyasi aktörlerinin hepsi hem de çok sert üsluplarla Kılıçdaroğlu’nun yanında olduklarını ve Erdoğan dönemini bitireceklerini ayan beyan ifade etmektedirler. Dolayısıyla gizli kapaklı bir ittifaktan bahsetmiyoruz. Van’daki miting o kalabalığı sağlayan çok açık biçimde Yeşil Sol Parti ya da HDP’nin seçmenidir. Bunu herkes biliyor ben de biliyorum Kılıçdaroğlu da biliyor. Kılıçdaroğlu, HDP’siz bir miting yapmaya kalksa herhalde bir avuç insan toplayabilir.

“Millet iradesi başımız üstünde, millet iradesi de sandıklarla gerçekleşir”

VOA: 14 Mayıs gününü, gecesini Türkiye'de nasıl yaşayacağız? Hani elektrik değil de artık günümüz teknolojisinde geldiğimiz noktada sosyal medyayı yine yavaşlatma kararı alınabileceği, internette kesinti olabileceği kaygıları ifade ediliyor.

N. Kurtulmuş: Seçim yaklaştıkça bu tür dedikodular kasıtlı olarak artırılmaya başlandı. En başta da seçim güvenliğiyle ilgili bazı endişeler ortaya konulmaya çalışıldı. Bunların hepsi yanlıştır. Türkiye’nin yaptığı en önemli işlerden birisi, en başarılı yaptığı işlerden birisi seçimdir. Yıllar boyunca böyledir. Türkiye’de yüksek bir seçime katılım oranı vardır. Vatandaşımız bu seçimde de ümit ediyorum ki yüzde 90'ları da yaklaşan, belki aşan bir katılım ortaya koyacaktır. Her partinin sandıktan başlayarak binalarda, ilçe seçim kurulunda, il seçim kurulunda, Yüksek Seçim Kurulu’nda (YSK) gözlemcileri vardır. Ayrıca vatandaşlarımız her sandığı artık açık oy, gizli tasnif devri geride kalmıştır. Bir tek oyumuzu bile yani biz sadece kendi partimize oy verenlerin değil, oyunu ortaya koyan hiçbir vatandaşımızın bir oyunun bile ziyan olmasını istemeyiz. Bunun için sandıkların, seçim sürecinin güvenliği açıktır ve bunun için de her türlü gücümüzle biz parti olarak sandıklarda var olmaya devam edeceğiz. Diğer partiler de zaten var olacak. Kaldı ki bu süreci yürüten YSK da Türkiye’nin üst mahkemesidir. şimdiye kadarki bütün seçimlerde de çok şükür birkaç böyle ufak şeyin dışında üzerinde hiç tereddüdü olmayan süreci başarıyla yürütebilir bir ülkeyiz. Seçim güvenliği bakımından herkesin rahat olmasını ifade etmek isterim. Seçim akşamında da yine bizim siyasi terbiye tecrübemiz şunu gösteriyor. Biz seçimde sonuç ne olursa olsun buna baş göz üstüne diyerek eyvallah deriz. Çünkü milletin iradesinin, sözünün üstünde hiçbir söze itibar etmeyiz. Ve milletin iradesinin ancak ve ancak sandıklar yoluyla gerçekleşeceğine inanırız. Ümit ediyoruz, gördüğümüz o siyasi tecrübeyle anladığımız da 14 Mayıs’ta sandıklar açıldığında inşallah Recep Tayyip Erdoğan yeniden Cumhurbaşkanı seçilecek. AK Parti’de açık ara birinci parti olarak TBMM’de yer alacak. Cumhur İttifakı da birinci ittifak olacak. Biz bu şekilde hazırlanıyoruz. Milletimizin oyunun nihai belirleyici merci olduğunu biliyoruz. Milletin üstünde söz ve karar sahibi hiçbir kimse, hiçbir merci yoktur. Hakem de hakim de millettir. Dolayısıyla herkesin 14 Mayıs’ta çıkacak her sonuca saygılı olması, nihayetinde millet oy verdi, yapacak bir şey yok. Bütün partilerin bunu içselleştirilmesi ve demokratik olgunlukla seçim sonuçlarına göre Türkiye’nin inşallah 15 Mayıs’tan itibaren ‘Ya Allah’ diyerek yoluna devam etmesini sağlayacağız. Hiç kimse endişe etmesin. Bu tür spekülasyonların son derece kasıtlı, manipülatif olduğunun altını çizmek isterim. Demokratik standartları yüksek bir seçimi inşallah idrak edeceğiz. Seçim sonuçlarına da herkes istese de istemese de demokratik bir olgunlukla uymak zorunda kalacak.

“Türkiye’nin demokratik kazanımlarına gözümüz gibi bakacağız”

VOA: Türk milleti farklı tercihler de gösterdi, iktidarları bazen baraj altı bıraktığı dönemler de oldu sürpriz bir şekilde. Varsayalım ki 14 Mayıs gecesi Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefet adayı kazandı ve iktidarı değişimi sulh içinde gerçekleşir mi? Yoksa yeniden oyları sayalım gibi bir takım hamleler olur mu? Yani AK Parti Cumhurbaşkanlığı makamını bırakmaz iddiası var. Bunu nasıl yanıtlarsınız?

N. Kurtulmuş: Bu da tam bir kara propagandadır. Bu varsayımsal sorunuz karşısında inşallah 14 Mayıs’ta Tayyip Erdoğan sandıklardan çıkacağını ve yeniden Cumhurbaşkanı seçileceğine inanıyorum.

VOA: Millet iradesi tabii..

N. Kurtulmuş: Tabii ki millet iradesi yani bizim inancımız. Bizim sahada gördüğümüz bu gidişattan anladığımız şey budur. Sonuçta sistemin gereği yüzde 50+1 gerekiyor. Şimdiye kadar girdiği bütün seçimlerde kazanmış olan bir AK Partiden ve Recep Tayyip Erdoğan’dan bütün referandumlarda büyük bir başarıyla çıkmış olan bir siyasi hareketten bahsediyoruz. Ama bu siyasi hareketin en temel özelliklerinden birisi demokrasiye saygı duymaktır. Tayyip Erdoğan 1989'da Beyoğlu Belediye Başkanlığı’nı kazandı ama sandık başında yapılan hilelerle belediye başkanlığı elinden alındı. 91'de milletvekili seçildi. İki gün sonra mazbata değiştirildi ve onun yerine başkası milletvekili oldu. Yine aynı şekilde 1994’te halkın oyuyla İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı seçildi. Ama siyasi yasaklı hale getirildi. Refah Partisi kapatıldı, Fazilet Partisi kapatıldı. Yani kurumsal olarak siyasi yasaklı hale Tayyip Erdoğan’ın da bizim kadrolarımızın da getirildiği dönemler oldu. Hiçbirisinde gık çıkarmadık. Hiçbirisinde demokrasiye halel getirecek en ufak bir söz, en ufak bir eylem içerisinde olmadık. Hukuki anlamda hepsiyle mücadele etmeyi sürdürdük. Yani biz yasaklarla, siyasi engellemelerle mücadele ede ede bugünlere geldik. Geldiğimiz noktada demokratik kazanımlarımızın ne kadar değerli olduğunu herkesten daha iyi biliyoruz. Onun için Türkiye’nin demokratik kazanımlarına gözümüzün içi gibi bakacağız ve hiçbir şekilde milletin iradesinin üstünde hiçbir söz söylemeyeceğiz. Söylenmesine de müsaade etmeyeceğiz. Bizim tavrımız, tarzımız budur.

“Bürokrasi artışına tedbir alınmalı, Meclis’le ilişki güçlendirilmeli”

VOA: Varsayalım ki millet iradesi yine AK Parti’den yana tecelli etti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin revize edilmesi de gündemde. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan da söyledi. Sizce bu sistemdeki hem ittifaklara mecbur bırakması boyutuyla hem de revizyon ihtiyacı var dediğiniz yerler neresi?

N. Kurtulmuş: Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi’nin Türkiye’de ciddi bir yönetimde etkinlik sağladığını ve özellikle pandemi sürecinde yaşadıklarımız karşısında test ettik. Çok hızlı cevap verebilen, çok hızlı çözüm üretebilen bir sistem olduğunu gördük. Ama aynı zamanda bazı alanlarda eksikliklerin olduğunu, bunların da düzeltilmesi gerektiğini görüyoruz. Çok ciddi bir çalışma yapıldı. Anayasal ya da yasal bazı değişikler belki çok az yerde yapılabilir ama esas itibariyle uygulamadan kaynaklanan bazı tıkanıklıklar var. Bunların aşılması lazım. Örneğin bürokrasinin azaltılması ile ilgili bir adımdı bu. Bazı yerlerde bürokrasiyi artırdığı görülüyor. Bununla ilgili tedbirlerin alınması lazım. Özellikle yasama ile yürütme arasındaki ilişkilerin daha yakın, daha birbirinden etkilenen ve birbirleriyle iç içe yani fikir alıp veren bir noktaya doğru çekilmesi lazım. Yeni sisteme göre bakanların parlamentoya gelmesi gerekmiyor. Mesela bu noktada bir adım atıldı. Nöbetçi bakanlık sistemiyle bakanlarımız parlamentoya 15 günde bir gelmeye başladılar. Bunun çok büyük faydası görüldü. Milletvekilleri hangi partiden olursa olsun o bakanlıkla ilgili taleplerini, halkın beklentilerini aktarma imkanı oldu. Sistem bakanların milletvekili olsa bile ayrılmasını gerektiriyor, parlamento dışından olmasını gerektiriyor. Ama bundan sonra bakanların parlamentoya gelmeleri, en azından kendi bakanlıklarına ilgilendiren yasalar konuşulduğunda hem komisyonlara hem meclis genel kuruluna gelmeleri ve böylece kim ne diyor, hangi teklifi var diye bunu söylüyor, bunları çok daha yakından dinleyerek istifade etmelerinin daha doğru bir yol olduğu kanaatindeyiz. Bu aynı zamanda Meclis’i güçlendirecek, yasama ve yürütme arasındaki dengeyi de, ilişkiyi de daha kuvvetli bir hale getirecektir. Yine mesela önceden bir müsteşarlık sistemi vardı, şimdi bakan yardımcılığı sistemi var. Bu tekrar gözden geçirilebilir. Yani kendi bakanlığının bürokrasisine hakim olan belki bakan yardımcılarından birisi özel bir bakan yardımcısı statüsü ne kavuşabilir. Bu sistemin ana fikri etkin, hızlı ve gerçekten doğru bir yönetim modeli olabilmesi idi. Bununla ilgili istikameti bozmadan bunu engelleyen, buraya zarar veren hangi hususlar varsa bunlar iyi niyetle konuşulur, tartışılır ve revize edilir.

Yıldız Yazıcıoğlu / VOA