İsrail ve bir kez daha sözün bittiği noktadayız. İsrail güvenlik görevlilerinin Kudüs’te İslam dünyası için ayrı bir kutsiyet taşıyan Mescid-i Aksa’ya girerek, ibadet eden insanlara gaz sıkıp saldırdığı görüntülerin yarattığı infial karşısında sözcükler yine yetersiz kalıyor.
Üstelik ramazan ayında kutsal bir mekânda ibadet etmeye gelen masum insanlara şiddet uygulamak, İsrail devletini yöneten zihniyetin pervasızlığının, cüretinin yeni bir utanç sayfası olarak bütün insanlığın hafızasına kazınmıştır.
Kınamak, “Lanet olsun” demek, “terör” olarak nitelemek... Galiba bunların hiçbiri ekranlarda tanık olduğumuz görüntülerin tetiklediği duyguları, yarattığı tepkileri anlatmaya yetmiyor.
Bu saldırıların, Doğu Kudüs’ün “Şeyh Cerrah” mahallesinde yaşayan bazı Filistinlilerin İsrail mahkemesinin tek taraflı kararları ile evlerinden çıkartılması girişimlerinin yol açtığı hadiselerin bir uzantısı olarak ortaya çıktığını dikkate aldığımızda, durumun vahameti daha da netleşiyor.
Sonuçta dünya gözlerini ne kadar kapatsa da, Filistin meselesi bütün ağırlığıyla bir kez daha uluslararası politikanın merkezine yerleşmiştir.
SERTLİK YANLILARI GÜÇLENİNCE
Ciddi yolsuzluk suçlamalarıyla köşeye sıkışmış olan, hükümet kurmakta zorlanan Likud Partisi lideri Binyamin Netanyahu, güvenlik meselesinin yeniden ülke gündemini kaplamasıyla birlikte siyasi bekası açısından kendisine azımsanmayacak bir nefes alanı açmıştır.
Keza Hamas, büyük ölçüde alan kontrolüne sahip olduğu Gazze’den gerçekleştirdiği roket saldırılarıyla Filistin cephesindeki bütün inisiyatifi eline alıp başat aktör olarak kendisini tescil ederken, mutedil çizgiyi savunan Filistin Devleti’nin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas kaçınılmaz bir zemin kaybına uğramış görünüyor.
ABD’DEN KONTROLLÜ TEPKİ
Krizin bu şekilde tırmanması nedeniyle köşeye sıkışan önemli bir aktör de Biden yönetimidir. Aslında Filistin meselesinde “iki devletli çözümü” savunan, ancak dış politika hedefleri arasında bu meseleye öncelik vermeyen Biden yönetimi, hadiselerle birlikte ister istemez Ortadoğu sorununun içine çekildiğini görmektedir.
Beyaz Saray, önceki gün yaptığı açıklamada İsrail’in Kudüs’te Filistinlilerin evlerinden çıkartılması uygulamasıyla ilgili rahatsızlığını açıkça belirtmiştir. Beyaz Saray Sözcüsü, aynı açıklamada Hamas’ın İsrail’i hedef alan roket saldırılarını da kınamıştır. Açıklamada “İki devletli çözüm” hedefi tekrarlanarak, Filistin ve İsraillilerin eşit düzeyde özgürlük, güvenlik ve refah hak ettikleri vurgulanmıştır.
“Gerilimin düşürülmesi” çağrısının da yapıldığı bu açıklamanın iki taraf karşısında bir denge kurmaya çalıştığı söylenebilir. Gelgelelim, gelişmelerin ciddiyet derecesine bakıldığında, karşımızdaki tablo bu tür açıklamalarla üstesinden gelinebilecek bir krize benzemiyor. ABD’nin bu çizginin üstüne çıkan çok kuvvetli bir irade ortaya koyması gerekiyor.
İsrail’in de bu ölçüde pervasız bir şekilde hareket edebilmesinin bir nedeni, ABD’nin tepkisinin çoğunluk bu gibi açıklamaların ötesine geçmeyeceğinin hesabını yapıyor olmasıdır. Netanyahu, muhtemeldir ki, Başkan Biden’ın sınırlarını da test etmektedir.
İNSAN HAKLARI SÖYLEMİNDE İNANDIRICILIK
Oysa gelişmelerin akışının Biden yönetiminin doğrudan kendisini ilgilendiren düşündürücü bir yönü de var.
Dünyanın her yerinde demokrasi ve insan haklarının ileri götürülmesi, daha ilk günden itibaren Biden yönetiminin dış politikasının en önemli önceliklerinden biri olarak sıralanıyor. Yönetimin her temel dış siyaset beyanında bu tema vurgulanıyor. Hatta, Başkan Joe Biden’ın 24 Nisan’da “Ermeni soykırımı anma” açıklaması yapması bile Dışişleri Bakanı Antony Blinken tarafından “İnsan haklarını dış politikanın merkezine koyma” anlayışının bir gereği olarak takdim edilmişti çok yakınlarda.
Bugün dünyanın pek çok yerindeki insan hakları ihlalleri hakkında enerjik bir söylem geliştiren Biden yönetimi, konu Filistinlilerin mağduriyeti olduğunda daha kontrollü bir çizgiye yöneliyor.
Bunun gerisindeki bir faktör, İsrail’in Yahudi lobisi üzerinden Amerikan sistemi üzerinde icra ettiği etkidir. ABD’de yönetimler İsrail’in uygulamalarından ne kadar rahatsızlık duysalar da, özellikle Kongre’de bu etkili güç merkezini karşılarına almaktan çekindikleri için genellikle frene basma ihtiyacı duyarlar. Bir önceki Başkan Donald Trump ise zaten her alanda Netanyahu’ya açık çek vermişti.
Bugüne gelirsek, İsrail karşısındaki kontrollü tepkiler, Biden yönetimi açısından bir inandırıcılık sorunu yaratıyor. Burada sergilenen çekingenlik, Demokrat yönetimin insan hakları alanında verdiği mesajların etki derecesini, gücünü de gölgeliyor.
İSRAİL ‘APARTHEID’ POLİTİKALARIYLA SUÇLANIYOR
Bununla birlikte, dün ABD’nin önde gelen gazetelerinden New York Times’ta çıkan bir yorumda, iktidardaki Demokrat Parti’nin genç tabanının ve Kongre’deki temsilcilerinin artan ölçüde Filistin yanlısı bir çizgiye kaymakta olduğu, Kongre’deki bazı demokratların yönetimin İsrail’in üstüne daha kararlı bir şekilde gitmesini talep ettikleri belirtiliyordu.
Bu arada, ABD kamuoyunda özellikle insan hakları alanındaki duyarlı kesimlerde İsrail’in politikalarını sorgulayan çizginin güçlenmekte oluşunu altı çizilmesi gereken bir yöneliş olarak kaydetmeliyiz. ABD’nin insan hakları alanındaki en saygın sivil toplum kuruluşları arasında yer alan “Human Rights Watch”un geçen ayın sonunda İsrail’in “apartheid” (ırk ayrımcılığı) suçu işlediğini savunan bir rapor yayımlaması bu bakımdan dikkat çekicidir.
Bu kuruluşun tam 224 sayfa tutan “Aşılan Bir Eşik” başlıklı raporunda, İsrail için geçmişte Güney Afrika’daki ırkçı beyaz rejimi nitelemek amacıyla kullanılan “Apartheid” kavramına atıf yapılması her bakımdan çok önemli bir gelişmedir. “Apartheid”, uluslararası hukukta da “insanlığa karşı suçlar” kategorisinde tanımlanıyor. Raporda İsrail’in bazı bölgelerde başvurduğu Filistinlileri hedef alan uygulamaların “İnsanlığa karşı apartheid ve zulüm suçları kategorisine girdiği” ifade ediliyor.
Bu nitelemenin önümüzdeki dönemde uluslararası camiada İsrail’in imajı açısından ciddi bir soruna dönüşmesi şaşırtıcı olmamalıdır.
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/ucuncu-dalgada-iki-kritik-tarih-15-mart-29-mart-41808312
İsrail’in eylemleri ve sözcüklerin yetersiz kalması
İsrail ve bir kez daha sözün bittiği noktadayız. İsrail güvenlik görevlilerinin Kudüs’te İslam dünyası için ayrı bir kutsiyet taşıyan Mescid-i Aksa’ya girerek, ibadet eden insanlara gaz sıkıp saldırdığı görüntülerin yarattığı infial karşısında sözcükler yine yetersiz kalıyor.
Kınamak, “Lanet olsun” demek, “terör” olarak nitelemek... Galiba bunların hiçbiri ekranlarda tanık olduğumuz görüntülerin tetiklediği duyguları, yarattığı tepkileri anlatmaya yetmiyor.
Bu saldırıların, Doğu Kudüs’ün “Şeyh Cerrah” mahallesinde yaşayan bazı Filistinlilerin İsrail mahkemesinin tek taraflı kararları ile evlerinden çıkartılması girişimlerinin yol açtığı hadiselerin bir uzantısı olarak ortaya çıktığını dikkate aldığımızda, durumun vahameti daha da netleşiyor.
Sonuçta dünya gözlerini ne kadar kapatsa da, Filistin meselesi bütün ağırlığıyla bir kez daha uluslararası politikanın merkezine yerleşmiştir.
SERTLİK YANLILARI GÜÇLENİNCE
Ciddi yolsuzluk suçlamalarıyla köşeye sıkışmış olan, hükümet kurmakta zorlanan Likud Partisi lideri Binyamin Netanyahu, güvenlik meselesinin yeniden ülke gündemini kaplamasıyla birlikte siyasi bekası açısından kendisine azımsanmayacak bir nefes alanı açmıştır.
Keza Hamas, büyük ölçüde alan kontrolüne sahip olduğu Gazze’den gerçekleştirdiği roket saldırılarıyla Filistin cephesindeki bütün inisiyatifi eline alıp başat aktör olarak kendisini tescil ederken, mutedil çizgiyi savunan Filistin Devleti’nin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas kaçınılmaz bir zemin kaybına uğramış görünüyor.
ABD’DEN KONTROLLÜ TEPKİ
Krizin bu şekilde tırmanması nedeniyle köşeye sıkışan önemli bir aktör de Biden yönetimidir. Aslında Filistin meselesinde “iki devletli çözümü” savunan, ancak dış politika hedefleri arasında bu meseleye öncelik vermeyen Biden yönetimi, hadiselerle birlikte ister istemez Ortadoğu sorununun içine çekildiğini görmektedir.
Beyaz Saray, önceki gün yaptığı açıklamada İsrail’in Kudüs’te Filistinlilerin evlerinden çıkartılması uygulamasıyla ilgili rahatsızlığını açıkça belirtmiştir. Beyaz Saray Sözcüsü, aynı açıklamada Hamas’ın İsrail’i hedef alan roket saldırılarını da kınamıştır. Açıklamada “İki devletli çözüm” hedefi tekrarlanarak, Filistin ve İsraillilerin eşit düzeyde özgürlük, güvenlik ve refah hak ettikleri vurgulanmıştır.
İsrail’in de bu ölçüde pervasız bir şekilde hareket edebilmesinin bir nedeni, ABD’nin tepkisinin çoğunluk bu gibi açıklamaların ötesine geçmeyeceğinin hesabını yapıyor olmasıdır. Netanyahu, muhtemeldir ki, Başkan Biden’ın sınırlarını da test etmektedir.
Oysa gelişmelerin akışının Biden yönetiminin doğrudan kendisini ilgilendiren düşündürücü bir yönü de var.
Dünyanın her yerinde demokrasi ve insan haklarının ileri götürülmesi, daha ilk günden itibaren Biden yönetiminin dış politikasının en önemli önceliklerinden biri olarak sıralanıyor. Yönetimin her temel dış siyaset beyanında bu tema vurgulanıyor. Hatta, Başkan Joe Biden’ın 24 Nisan’da “Ermeni soykırımı anma” açıklaması yapması bile Dışişleri Bakanı Antony Blinken tarafından “İnsan haklarını dış politikanın merkezine koyma” anlayışının bir gereği olarak takdim edilmişti çok yakınlarda.
Bunun gerisindeki bir faktör, İsrail’in Yahudi lobisi üzerinden Amerikan sistemi üzerinde icra ettiği etkidir. ABD’de yönetimler İsrail’in uygulamalarından ne kadar rahatsızlık duysalar da, özellikle Kongre’de bu etkili güç merkezini karşılarına almaktan çekindikleri için genellikle frene basma ihtiyacı duyarlar. Bir önceki Başkan Donald Trump ise zaten her alanda Netanyahu’ya açık çek vermişti.
İSRAİL ‘APARTHEID’ POLİTİKALARIYLA SUÇLANIYOR
Bununla birlikte, dün ABD’nin önde gelen gazetelerinden New York Times’ta çıkan bir yorumda, iktidardaki Demokrat Parti’nin genç tabanının ve Kongre’deki temsilcilerinin artan ölçüde Filistin yanlısı bir çizgiye kaymakta olduğu, Kongre’deki bazı demokratların yönetimin İsrail’in üstüne daha kararlı bir şekilde gitmesini talep ettikleri belirtiliyordu.
Bu arada, ABD kamuoyunda özellikle insan hakları alanındaki duyarlı kesimlerde İsrail’in politikalarını sorgulayan çizginin güçlenmekte oluşunu altı çizilmesi gereken bir yöneliş olarak kaydetmeliyiz. ABD’nin insan hakları alanındaki en saygın sivil toplum kuruluşları arasında yer alan “Human Rights Watch”un geçen ayın sonunda İsrail’in “apartheid” (ırk ayrımcılığı) suçu işlediğini savunan bir rapor yayımlaması bu bakımdan dikkat çekicidir.
Bu kuruluşun tam 224 sayfa tutan “Aşılan Bir Eşik” başlıklı raporunda, İsrail için geçmişte Güney Afrika’daki ırkçı beyaz rejimi nitelemek amacıyla kullanılan “Apartheid” kavramına atıf yapılması her bakımdan çok önemli bir gelişmedir. “Apartheid”, uluslararası hukukta da “insanlığa karşı suçlar” kategorisinde tanımlanıyor. Raporda İsrail’in bazı bölgelerde başvurduğu Filistinlileri hedef alan uygulamaların “İnsanlığa karşı apartheid ve zulüm suçları kategorisine girdiği” ifade ediliyor.
Bu nitelemenin önümüzdeki dönemde uluslararası camiada İsrail’in imajı açısından ciddi bir soruna dönüşmesi şaşırtıcı olmamalıdır.
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/ucuncu-dalgada-iki-kritik-tarih-15-mart-29-mart-41808312