Sedat Ergin Uzun süre amiraller bildirisini tartışmaya hazır olalım

Türkiye’nin AİHS’den çıkmasıyla ilgili bir tartışmaya tanıklık etmiyoruz, şimdilik...

Sedat Ergin Uzun süre amiraller bildirisini tartışmaya hazır olalım


Sedat Ergin

Sedat Ergin

Uzun süre amiraller bildirisini tartışmaya hazır olalım

Emekli 104 amiralin Montrö Sözleşmesi ve tarikat mensubu “Sarıklı Amiral” vakasıyla ilgili olarak görüşlerini kamuoyuyla paylaşmak amacıyla yayımladıkları bildirinin tetiklediği gelişmeler ve bu çerçevede yürütülen darbe tartışmaları geçen hafta başında Türkiye’nin gündemine ciddi bir şekilde yerleşmişti.

Aynı zaman kesitinde Türkiye’yi yaşamsal bir şekilde ilgilendiren COVID-19 vakaları ve salgınla bağlantılı vefat sayılarındaki bir tırmanışa da tanıklık ettik. Hatırlayalım, emekli amiraller bildirisi 3 Nisan Cumartesi akşamı geç saatlerde yayımlandı ve ardından 5 Nisan Pazartesi sabahı erken saatlerde 10 amirale yönelik gözaltı işlemleri yapıldı.

Kayıtlara göre, bunu izleyen gün (6 Nisan), COVID-19 vakaları 50 bini sınırına (49 bin 584) dayandı ve üçüncü dalgada vefat sayısı 211 kayıpla ilk kez 200 eşiğini geçti. Bir gün sonra (7 Nisan) vaka sayısı 54 binin üstüne çıkarken, vefat sayısı da 276 olarak açıklandı.

Buna karşılık, geriye dönüp baktığımızda bu zaman aralığında iktidar cenahından yöneltilen darbecilik suçlamaları üzerinden Türkiye’nin gündeminin önemli ölçüde emekli amiraller bildirisine ve yürütülen gözaltı işlemlerine kilitlendiğini görüyoruz.

Yalın bir tespitle, 104 amiral bildirisinin yarattığı türbülansın COVID-19 salgınının vakalarda 50 bin eşiğinin geçildiği tehlike tablosunun üstüne çıktığını, ortalığa yayılan bulutun her şeyin üstünü kapladığını söylemek hata olmaz.

Gözaltına alınan 10 amiralin gözaltı sürelerinin dört gün daha uzatılması gibi çok sık rastlanmayan bir tasarrufun ardından, davet yoluyla çağrılan diğer 4 amiralle birlikte ifadelerin alınmasından sonra şüphelilerin hepsi 13 Nisan Salı günü sabaha karşı Sulh Ceza Hâkimliği kararıyla serbest bırakılmıştır.

Daha sonra bu konunun gündemdeki yerinin aşağı doğru inişini izledik. Bu şekildeki seyri, hadisenin üzerinde durulması gereken yönlerinden biridir.

*

Bu durum kuşkusuz dosyanın gündemden çıktığı anlamına gelmiyor. Devam eden soruşturma sonunda, savcılık makamının -bir takipsizlik kararı vermediği takdirde- önümüzdeki dönemde bir iddianameyle dosyayı mahkemeye havale etmesi muhtemeldir.

Bu durumda bir dizi kritik soru şimdiden yanıt bekliyor. Bildiriye “WhatsApp” üzerinden olurunu bildiren amirallerin hepsi iddianameye dahil edilip 104 kişi de sanık olarak suçlanacak mıdır? Yoksa bildirinin hazırlanmasına önayak olanlara odaklanmak suretiyle sanık sayısı daha sınırlı mı tutulacaktır? Bütün bu soruların yanıtlarını önümüzdeki haftalar, aylar içinde alacağız.

Bu haliyle, emekli amiraller dosyasının gözle görülür bir gelecekte Türkiye’nin gündemindeki yerini kaybetmeyeceğini, konunun yargıdaki seyrine göre iniş çıkışlar göstereceğini söyleyebiliriz.

Tabii buna paralel bir şekilde bildirinin ana konuları olan Montrö Sözleşmesi ve “Sarıklı Amiral” meselesi de her seferinde hatırlanacaktır. Belki bir bu kadar önemlisi, bu içerikteki bir bildirinin soruşturmaya konu olması, Türkiye’de ifade özgürlüğünün durumuyla ilgili canlı bir tartışma yaratmaya şimdiden adaydır.

*

İmzacılar açısından bu bildirinin yayımlanması, Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altındaki “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir” hükmünü taşıyan 26’ncı maddesinin birinci fıkrasının güvence altına almış olduğu bir hakkın kullanımıdır.

Buna karşılık iktidar çevrelerinin suçlamaları, bildirinin iyi niyetli olmadığı ve bir darbe imasına yer verdiği noktasında yoğunlaşıyor. Bildirinin özellikle “Aksi halde” diye başlayan ve “Türkiye Cumhuriyeti tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşılabilecektir” diye devam eden cümlesi bu eleştirilerin temelini oluşturuyor.

Savunmalarda ise bu ifadeyle FETÖ’nün ve bu örgütün sorumlu olduğu 15 Temmuz darbe girişiminin hatırlatıldığı, sarıklı amiral gibi görüntüler karşısında önlem alınmadığı takdirde bu durumun nelere yol açabileceği anlamında bir dikkat çekmenin yapıldığı belirtiliyor.

Emekli 104 amiralin yaşanmış bir FETÖ hadisesi üzerinden önlem alınmazsa benzer risk ve tehdit ihtimallerinden de söz ettikleri bir bildirinin, ülkenin geçmişte yaşadığı darbe tecrübeleri ışığında toplumun bazı kesimlerinde belli hassasiyetler yaratması sürpriz olmamalıdır. Buna ek olarak, Türkiye’de darbe tartışmaları ve bununla bağlantılı bir mağduriyet algısı üzerinden icra edilen siyaset pratiklerinin yaygınlığı da bir olgudur.

Her halükârda, emekli amirallerin bu içerikteki bir bildiriyi yayınlarken, duyurunun siyaset alanında bu boyutlarda bir türbülansı tetiklemesi ihtimalinin öngörülüp öngörülmediğini bilemiyoruz.

*

Gelgelim bu yöndeki görüş ve sorular Türkiye’nin çok olağan olmayan bugünkü siyasi koşullarında belli bir geçerlilik taşısa da, bizi yine de ciddi bir ikileme götürüyor. Yapılacak bir hamlenin farklı bir gündemi tetikleme ihtimalinin bulunması, Anayasa’nın tanımış olduğu ifade özgürlüğünden feragât edilmesini haklı çıkarır mı? Böyle bir ihtimal var diye insanların temel bir haklarını kullanmaktan vazgeçmeleri bir demokraside makul karşılanabilir mi? Ayrıca, bir vatandaşın emekli asker olmasının anayasal haklarını kullanmak konusunda onu diğer vatandaşlara kıyasla daha az eşit kılması kabul edilebilir mi?

Önümüzdeki adli süreçte bütün bu sorular da tartışılmaya devam edecektir. İhtimallere baktığımızda, belki de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gidebilecek bir süreç bekliyor herkesi. Ayrıca, Yargıtay Başkanlığı konuyla ilgili görüşünü açıkladığı için, bu durumun kurumu muhtemel bir dava sürecinde temyiz mercii olmaktan çıkarıp çıkarmayacağı, bir başka önemli soruyu oluşturacaktır.

Ancak konu AİHM olduğunda, Strasbourg’daki mahkemenin demokratik bir toplum açısından serbest bir tartışma ortamını, çoğulculuğu, hoşgörüyü her şeyin üstünde tutan, şiddete teşvik içermediği sürece ifade özgürlüğünün sınırlanmamasını esas alan kuvvetli içtihatları karşımıza çıkıyor. AİHM’ye göre, ifade özgürlüğü toplumun bir bölümünü rahatsız edici, şoke edici düşünceleri de korumalıdır. Bildirinin sonuçta AİHM içtihatlarının tanıdığı sınırlar içinde kaldığını söylemek mümkündür.

Bu açıdan bakıldığında, suçlandıkları takdirde emekli amirallerin ifade özgürlüklerinin son tahlilde en önemli güvencesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu sözleşme çerçevesinde içtihatlarını ortaya koyan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olacaktır.

*

Bu noktada meselenin ironik bir tarafını da belirtmeden geçemeyeceğiz. Montrö ile ilgili tartışmalar TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un bu sözleşmeden “teknik olarak” bir Cumhurbaşkanı kararı ile çıkılabileceği yolundaki sözleri üzerine patlak vermişti.

Şentop, bu açıklamasını Habertürk Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya’nın bir sorusu üzerine yapmıştı. Kendisine yöneltilen soruda, Montrö ile birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) de konu edilmişti. Dolayısıyla, TBMM Başkanı’nın yanıtı, “teknik olarak” AİHS’den çıkılabilmesini de içeriyordu.

Kuşkusuz Montrö Sözleşmesi Türkiye’nin çıkarları açısından hayati önemde bir uluslararası hukuk metnidir. Sürmekte olan bütün bu tartışmaların bir yararı, Türk toplumunda Montrö ile ilgili duyarlılığın, farkındalığın daha da güçlenmesine yol açması olmuştur.

Neyse ki, Türkiye’nin AİHS’den çıkmasıyla ilgili bir tartışmaya tanıklık etmiyoruz, şimdilik...

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/uzun-sure-amiraller-bildirisini-tartismaya-hazir-olalim-41789658

SEDAT ERGİN / HÜRRİYET