Şehitler haberi alınca yüreğimin yangını beni derin düşüncelere sevk etti…
Şehitler tepesi boş kalmıyor işte.
Epiktetos.. Sisifos.. Şehitler haberi alınca yüreğimin yangını beni derin düşüncelere sevk etti…
Gecenin bir vakti bana ulaşan haberin doğruluğunu sabah erken saatte uyanıp gazetelere göz attığımda anladım.
Suriye’de 33 şehit…
Bu, en güzel çağlarında 33 civanın hayata veda etmesi anlamına geliyor.
İlle benim kendi çocuğum olması gerekmiyor hayatını kaybedenlerin; kendi çocuklarım gibi beni üzüyor her düşen şehit…
Şehitler tepesi boş kalmıyor işte.
Her sabah yazı masama oturduğumda o güne dair yazacağım yazıyla ilgili zihnimi toplamaya çalışırken kendimi Epiktetos gibi hissediyorum.
Kendisiyle aramda 2000 (iki bin) yıllık bir zaman farkı bulunsa da hemşehri olarak önem verdiğim biri Epiktetos…
Bir köle o.
Filozof bir köle.
Sadist efendisi mengeneye sıkıştırdığı bacağını acımasızca sıkarken, Epiktetos “Biraz daha sıkarsanız kırılacak” demekten öte bir tepki vermiyor. Biraz sonra kırılıyor bacağı. Epiktetos’un o acıyla verdiği bütün tepki şu oluyor: “Gördünüz mü, kırıldı işte.”
Mengeneye sıkıştırılan bacak sonunda kırılır.
Bu kadar basit.
Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince gömleğin diğer bütün düğmeleri de kaçınılmaz olarak yanlış iliklenir.
Evrensel gerçeklerdir bunlar.
Son zamanlarda yazmak üzere ele almayı düşündüğüm her konu beni aynı noktaya sürüklüyor: “Artık dursam iyi olacak” diye düşünüyorum.
Yazmam, bu siteyi sürdürmem tamamen ‘amatörce’ üstlendiğim bir sorumluluk. Profesyonel hayatım boyu hep yazdım ve medar-ı maişet motoru yazılarım sayesinde çalıştı; öyle geçindim, geçindik. Şimdi ise, cepten takviyeyle sürdürülen gönüllü bir işe dönüştü benim için yazma eylemi. Bu sebeple de, son zamanlarda kendimi sürekli “Daha ne kadar?” sorusuna cevap vermede zorlanırken buluyorum.
Daha ne kadar sahi?
Epiktetos’la yaşıt Homeros kaynaklı söylencedeki Sisifos’un durumuna dönüştü yaptığım iş…
Sisifos söylencesini okumuş, hiç değilse işitmişsinizdir:
Vadideki kocaman bir kayayı dağın tepesine çıkarma cezasına çarptırılır Sisifos ve her gün sabahtan başlayarak gecenin ilerleyen saatlerine kadar o görevi yerine getirir. Kaya yine devrilerek eski yerine döndüğü için, ertesi gün, ondan sonraki gün, daha doğrusu her gün aynı işi tekrar ve tekrar yapmak zorunda kalır Sisifos…
“Biteviye dağın tepesine kayayı taşıma cezasına mı çarptırıldım?” diye soruyorum kendi kendime…
Ya da burada birkaç kez kendisinden söz ettiğim ‘Groundhog Day’ filmindeki gibi, her sabah dün ile birbirinin aynısı olacak yeni bir güne uyanan televizyon hava durumu sunucusu gibi hissediyorum kendimi.
Keyif alarak yıllardır yerine getirdiğim yazı görevim son zamanlarda acımtırak bir his vermeye başladı.
Nasıl öyle olmasın?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ziyaret ettiği Azerbaycan’dan dönerken gezisini izleyen gazetelerle görüşmesi sırasında, kendisine yöneltilen şu soruyu dün gazetelerde okuduğumda bütün hislerimin uyuştuğunu fark ettim.
“SORU: Türkiye’de özellikle muhalefet kaynaklı en az günde birkaç yalan haber üretiliyor. Bununla mücadelede herhangi bir yasal düzenleme yoluna gidilmesini önerir misiniz?”
Yalan haber… Muhalefet kaynaklı yalan haber… Bununla mücadele… Bununla yasal düzenleme yoluna gidilerek mücadele…
Soru bu. Bu soru bir gazeteci tarafından Cumhurbaşkanı’na yöneltiliyor…
Ve bunun da benim üzerimde hislerimi uyuşturucu bir etkisi oluyor.
Ardından yalan olmasını temenni ettiğim 33 askerin şehit olduğu haberini alıyorum.
“Bacak bir kez daha kırıldı” diyorum.
Kaya da yine vadide, onu bu yazıyla şimdi yaptığım gibi bir kez daha dağın tepesine taşımam gerekiyor…
Yüreğimin şehit haberinden sonra çıkan yangınını ne yapacağım peki?