Semûd kavmi neden helak oldu?

Duvarları dantel gibi oyar, yabancıları hayran bırakırlar.

Semûd kavmi neden helak oldu?




Semûd kavmi neden helak oldu?

Taşçılar, resim suret derken işi heykele dökerler zamanla. İçlerinden birkaçı gider kaş göz işler sarp bir yamaca.

Soyları devam edenlere ise Arab-ı bâkiye.   
İşte Salih aleyhisselam Arab-ı baideden Semûd kavmine peygamber olarak gönderilir ki Şam Hicaz arasındaki Hicr mevkiinde yaşarlar. Eshab-ı Hicr, Ad kavminin halefidir, Ad-ı sani (ikinci Ad) diye de anılırlar.


Maldan mülkten yana sıkıntıları yoktur. Vadiler dolusu davar, bereket taşan bağlar... Kervan yolları üzerinde oldukları için ticaretleri de canlıdır ayrıca.
Allahü teâlâ onlara uzun ömür verir. İçlerinde bin yıl yaşayan çoktur, 900’lüklere “senin çocukluğunu bilirim” diye takılırlar.
Mimariye pek meraklıdırlar, bilhassa taş işçiliğinde hayli ustalaşırlar. Vadi-ül Kura’da dağları deler, şaşırtıcı meskenler yaparlar. Duvarları dantel gibi oyar, yabancıları hayran bırakırlar.

KAŞ YAPAYIM DERKEN


 Taşçılar resim suret, derken işi heykele döker zamanla. İçlerinden birkaçı gider kaş göz işler sarp bir yamaca. Sığır gibi göğüs, at gibi toynaklar yakıştırır, bir de taç oturturlar başına. Kavmin ileri gelenlerini davet ederler açılışa.
Onlar da mücevherler, ipekliler bağışlar, kandiller yaktırır, bekçiler, bakıcılar yollarlar. Mekân puthaneye döner âdeta.
Semûd kavmi uzun yıllar bunlara tapınır, değerlerini unutmaya başlar. Kul hakkı hesap günü gibi mefhumlar kaybedilince kargaşa başlar. Fuhuş artar, gasp, cinayet, yağma...
İçlerinde Hazreti Hud’a inanan müminler vardır hâlâ. Yapmayın etmeyin der, Ad kavminin nasıl helak olduğunu anlatırlar. Muhatapları alaycı bir tavırla “Rüzgâr her zaman çıkabilir” derler, “demek ki sağlam ev yapamamışlar. Biz cılız çomaklara çadır çekmiyor, gevşek topraklara çardak çakmıyoruz. Aksine kayaları deliyor, sığınıyoruz demir kapıların ardına. Bir rüzgâr ne kadar güçlü de olsa dağı yıkamaz asla!”

MÜJDE
Muharrem ayıdır, nurlu bir cuma gecesi Ubeyd oğlu Salih (aleyhisselam) doğar. Rahmet melekleri yeryüzüne iner, Semûd’un putları yüzüstü kapaklanırlar.
Puthane bekçisi Darit telaşla saraya koşar. Ekabir toplanır gelir ve şaşırıp kalırlar. Bunu biri yapmış olamaz, devirmeye gücü yetmez zira. Yoksa?
Derken ağaçlar dile gelir; “Ey Semûd kavmi! Allahü teâlâ size yılda iki mahsul vermedi mi? N’oldu inkârdasınız hâlâ!”
Çok öfkelenir ağaçları kırarlar.
Bu defa koyunlar başlar, onları da keser kavururlar.
Yabani hayvanlar da aynı ikazda bulununca ok atar, sürerler sahraya.
Salih’in aleyhisselam hoş simalı mütebessim bir çocuktur, kavmi bayılır ona. Büyüdükçe hayrı hasenatı artar, yaşlıların muhtaçların yardımına koşar. İlim, hikmet ehlidir, iyi de sanatkârdır, fevkalade çantalar yapar.

TEBLİĞ
 Hazreti Salih’e 40 yaşında peygamber olduğu bildirilir. Nuh aleyhisselamın şeriatini kuvvetlendirmek üzere tebliğe başlar.
Hazreti Cibril o gün yeşil bir cennet elbisesi giydirir ona. Sağ eli üzerine nübüvvet mührünü basar, Adem aleyhisselamın asasını da verir ayrıca.
Salih aleyhisselam önce kavmin reisi ile konuşur. “Ey Cenda” der. “Allahü teâlâ beni Semûd kavmine peygamber olarak gönderdi. Seni ve tebaanı davet ediyorum felaha.”
-Bunlar senin peygamberliğine inanmaz.  Ama ben yine de kendilerine aktaracağım, bilmem ne diyecekler acaba?
Hakikaten eşrafı toplar, Hazreti Salih’in sözlerini nakleder onlara.
“Gelsin kendi söylesin” derler, “konuşalım anlaşalım bağlayalım bir karara.”
Salih aleyhisselam gelir, güzelce anlatır. İçlerinden pek azı inanır, çoğu dalalette kalır. “Daha evvel sana güveniyor, bize lider ve müsteşar olmanı bekliyorduk. Ama sen bizi babalarımızın tapındığı ilahlardan vazgeçirmeye kalkıştın. Hem ne gibi üstünlüğün var ki tabi olalım sana?

MUCİZELER


Civarda hamt diye bilinen meyvesiz ağaçlar vardır. “Eğer gerçekten peygambersen bu ağaçlar meyve versin” derler. Salih aleyhisselam dua eder. Dallar meyveyle bezenir biiznillah.


Ardından gelir “tek bir kuyu yetmiyor” derler, “söyle Rabbine de su çıkarsın şu taştan” Salih aleyhisselam Allahü teâlâya dua eder. Taştan göz göz sular akmaya başlar. Bununla arazilerini sular, mahsul alırlar lâkin yine inkârda kalırlar. İnansalar dünyaları da ahiretleri de mamur olacaktır oysa.  


Salih aleyhisselamın bir miktar koyunu vardır. Senenin bazı ayları yaylaya çıkar. Münkirler bir gece çadırını yakarlar. Alevler onun çadırına bir şey yapmaz ama diğerlerine sıçrar. Kendileri eder kendileri bulurlar, güzel mekânlarından olurlar.
Salih aleyhisselam kavmine çok üzülür. Bir defasında yalvarır “Ya Rabbi! Bir sefere çıksam da halis kullarınla konuşup ferahlasam.”
Hak teâlâ izin verir. Tenhalarda kendilerini ibadete vermiş kimselerle karşılaşır. Sohbete otururlar.

İKİ MÜMİN


 Bir beldeye gelir ki sadece iki mümin vardır orada. Baş edilmez bir yırtıcı musallat olmuştur, geceleri kimse çıkamaz dışarıya. Salih aleyhisselam Allah’ın izni ile onları bu dertten kurtarır. Millet nesi var nesi yoksa getirip önüne yığar. O da malları iki mümine bağışlar. O iki mümin “biz malı mülkü ne yapalım” der sahiplerine dağıtırlar.


Bu asil tavır çok itibar görür o mıntıkada.


Salih aleyhisselam sefer sonrası yurduna döner, bir mescit yapar. Müminlerle burada buluşurlar.
O gün yine müşrikler alay ediyorlardır ki garip bir sesle irkilirler putlar yüzüstü yıkılır toprağa. Kalabalık Hazreti Salih’in üstüne yürür, ancak Adem aleyhisselamın asasını kaldırınca kalplerine korku düşer, dağılırlar.
Sonraki yıllarda da müminleri bunaltırlar, baskı, tecrit, kuşatma...
Allahü teala da Semûd kavmine kıtlık verir, biri hariç bütün kuyuların suyu çekilir, ağaçlar kurur, koyunlar kuzulamaz, inekler buzağılamaz olur. Çocuk sesine de hasret kalırlar.

TÜRKİYE

Semud Kavmi Neden Helak Oldu?

Semud kavmi nerede yaşadı? Semud kavmine mensup insanlar geçimlerini nasıl sağlıyordu, yaşantıları nasıldı ve nasıl bir inanca sahiplerdi? Semud kavminin özellikleri nelerdir? Semud kavminin peygamberi kimdir? Semud kavmi neden helak oldu? Madde madde Semud kavminin helak olma sebepleri.

Semûd kavmi, helâk edilişleri dillere destân olan bir kavimdir. Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli sûrelerinde, îmân etmedikleri ve sayısız azgınlıklarla haddi aştıkları için helâk edilen bu kavimden ibretle bahsedilmektedir.

SEMUD KAVMİ NEREDE YAŞADI?

Bu kavim, Nûh -aleyhisselâm-’ın oğlu Sâm’ın neslinden gelen Semûd’un kavmidir. Hazret-i Hûd’un vefâtından sonra, Semûd’un torunları Kuzey Arabistan bölgesine, Şâm ile Hicâz arasında bulunan Hicr mevkîine yerleşmişlerdi. Daha sonra buradan ayrılıp Âd kavminin bölgesine yerleştiler. Semûd’un nesli çoğalıp bir kavim hâline geldi. Kendilerine “Âd-ı Sânî” (İkinci Âd) ismi verildi.

Semûd kavmi de vaktiyle Âd kavminin sâhip olduğu nîmetlere sâhip oldular. Ancak onlar da Âd kavmi gibi gaflet ve dalâlete düştüler. Âd kavminin helâkini, azgınlıkları dolayısıyla gelen azâb-ı ilâhîden başka bir sebebe bağlayarak gaflet mahmurluğu içinde:

“Âd kavmi, sağlam binâlar yapmadıkları için helâk oldular. Zîrâ onlar, evleri kumlar üzerine yapmışlardı. Biz ise sağlam kayalar üzerine yaptık. Gelen fırtınalar­dan herhangi bir zarar görmeyiz…” dediler. Kendilerine köşkler, saraylar inşâ ettiler. Taşları oydular, onlara yeni şekiller verdiler. Köşklerini ve saraylarını muhtelif şekillerle tezyîn ettiler. Tevhîd inancını unutup Allâh’a ortak koştular ve yapmış oldukları putlardan kendilerine tanrılar edindiler.

Kavmin reisi “Cenda” idi. Âd kavminin dûçâr olduğu âkıbetten ibret almayan Semûd kavmi, aralarında istişâre edip Cenda’dan kendileri için hiçbir kavimde olmayan bir put yap­masını ricâ ettiler. Cenda memnun oldu. Dağa çıkıp büyük bir kayayı yonttular. Bu kayaya göz, sığır göğsü ve at ayağı gibi şekiller verip onu altın, gümüş ve çeşitli mücevherlerle donattılar. Sonra da karşısına geçerek secde ettiler.

Bu putun ardından Semûdlular, kendilerine bir puthane yaptılar. Vedd, Cedd, Hed, Şems, Menaf, Menat, Lât adında putlar edindiler ve bunlara tapmağa başladı­lar.

SEMUD KAVMİNİN PEYGAMBERİ KİMDİR?

Bu sırada Sâlih -aleyhisselâm- Semûd kavminin içindeydi. Ticâretle meşgul olur, el emeği ile geçinirdi. Sâlih -aleyhisselâm- gerçekten tâzim ve hürmete lâyık bir insandı. Kavmi, kendisini dürüstlüğü, iyiliği ve kâbiliyeti sebebiyle çok severdi. Gelecekte kendisinden çok şey bekliyorlardı. Hattâ O’nu kendilerine hükümdar yapmak niyetindeydiler. Fakat Allâh Teâlâ Sâlih -aleyhisselâm-’a peygamberlik verdi.

Sâlih -aleyhisselâm- kırk yaşına ulaştığında Cebrâîl -aleyhisselâm-, kendisine peygamberliği getirdi. Sâlih -aleyhisselâm- önce çekindi. Ancak Hazret-i Cebrâîl:

“–Ey Sâlih! Haydi kavmini tevhîde dâvet et!” buyurdu. Ardından:

“–Ey Sâlih! Sen, Nûh ve Hûd zamanında olmayan hâlleri müşâhede edecek­sin!” dedi ve semâya yükseldi. Bunun üzerine Sâlih -aleyhisselâm-, önce kavmin reîsi olan Cenda’ya giderek ona tevhîdi teblîğ etti. Cenda, bu dâvete gâyet insaflı ve mâkûl bir şekilde mukâbele ederek:

“–Bunu, kavmime bildireyim.” dedi. Bundan sonra Cenda, kavmini topladı. Onlara Sâlih -aleyhisselâm-’ın pey­gamberliğini ve tevhîdi bildirdi. Kavmi:

“–Ey Cenda, gelip kendisi söylesin!” dediler. Bunun üzerine Sâlih -aleyhisselâm- gelip teblîğde bulundu. Allâh Teâlâ Hazret-i Sâlih’in kavmini irşâdını şöyle beyân buyurur:

“Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik). Dedi ki: «Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve sizi orada yaşattı. Öyleyse O’ndan mağfiret isteyin; sonra da O’na tevbe edin! Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (duâlarını) kabûl edendir.»” (Hûd, 61)

Şuarâ sûresinde de mevzuyla alâkalı şu âyetler bulunmaktadır:

“Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı. Kardeşleri Sâlih, onlara şöyle demişti: «(Allâh’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allâh’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin! Bu (tebliğime) karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, an­cak âlemlerin Rabbidir.” (eş-Şuarâ, 141-145)

Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm- böylece dâvetini açıktan yapmaya başladıktan sonra kavminin kendisine karşı tavırları bir anda değişti. Kavmi, Sâlih -aleyhisselâm-’a karşı cephe almaya başladı. Önceki peygamberlerde de olduğu gibi Hazret-i Sâlih’in davetini ve tevhîd akîdesini pek az kimse kabul etti. Diğerleri ise inkârlarına devâm ettiler:

“«Ey Sâlih! Sen bundan önce içimizde ümid beslenen birisiydin. (Şimdi) babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu, bizi kendisine (kulluğa) çağırdığın şeyden ciddî bir şüphe içindeyiz.» dediler.” (Hûd, 62)

(Sâlih) dedi ki: «Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O’na âsî olursam, beni Allâh’tan (O’nun azâbından) kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız!»” (Hûd, 63)

“Sâlih dedi ki: «Ey kavmim! İyilik dururken, niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allâh’tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.»” (en-Neml, 46)

Sâlih -aleyhisselâm-’ın bu hikmet ve hakîkat dolu nasîhatlere rağmen kavmi O’nu, büyülenmiş bir yalancı olarak ithâm etme bedbahtlığına düştü:

“Dediler ki: «Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!»” (eş-Şuarâ, 153)

Sonra aralarında şöyle söylendiler:

“«Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz!» dediler.” (el-Kamer, 24)

Sözlerine devamla:

“Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır O, yalancı ve şımarığın biridir (dediler).” (el-Kamer, 25)

Semûd kavminin bu cehâlet dolu ithâmına, Cenâb-ı Hak büyük bir tehdîdle şöyle cevâb vermiştir:

“Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir.” (el-Kamer, 26)

“Pek yakında onlar, mutlaka pişman olacaklar!” (el-Mü’minûn, 40)

Sâlih Peygamber, sabretti, ümitsizliğe kapılmadı. Her şeye rağmen gerçeğe yüzçeviren kavmini putlardan uzaklaştırmaya çalıştı. Onlara öğütlerde bulunmaya ve teblîğe devâm ediyordu:

(Ey kavmim!) Siz burada bahçelerin, pınarların içinde; ekinlerin salkımların, sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacağınızı mı (sanırsınız)? (Böyle sanıp) dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allâh’tan korkun ve bana itaat edin! O haddi aşan (kâfirlerin) emrine uymayın. Onlar ki yeryüzünde fesat çıkarırlar ve (gerek kendilerini gerekse çevrelerinde bulunanları) ıslâha gayret göstermezler.” (eş-Şuarâ, 146-152)

Semûd kavmi, Hazret-i Sâlih’e engel olamayacaklarını anlayınca, onunla uğraşmaktan vazgeçtiler. Sâlih -aleyhisselâm-’a inanan mü’minleri yollarından döndürmeye çalıştılar. Allâh’ın elçisini yapayalnız bırakmak istediler. Mü’minlere:

“…Sâlih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu gerçekten biliyor musunuz?..” (el-A’râf, 75) dediler. O, gerçek îman mutluluğuna eren insanlar da:

“…Biz, onunla gönderilen her şeye îmân ederiz.” (el-A’râf, 75) dediler. Hiçbir şüpheye yer vermeyen bu kayıtsız şartsız îman karşısında Semûd Kavmi’nin inkârcıları şaşkınlığa düştüler:

“…Sizin inandığınızı biz inkâr ederiz.” (el-A’râf, 76) diyerek dalâlet bataklığından çıkmamakta direndiler. Bu inkârcılar, Hazret-i Sâlih’i bozgunculukla suçlarken halkı da inkâra zorladılar. Bir türlü îmân etmeyen Semûd kavmi, bir de Sâlih -aleyhisselâm-’a bunun için akıllarınca bâzı sebepler ileri sürdüler:

“–Sen bizim mallarımıza sâhip olmak, onları gasp edip elimizden almak istiyorsun. Bize reîs olma arzusundasın!” dediler. Ardından ibtidâî bir mantık yürüterek:

“–Bizim putlarımız var. Şimdi biz görünenleri bırakıp, görünmeyen Allâh’a mı tapalım?” dediler. Sonra şöyle devâm ettiler:

“–Görmediğin Allâh, seni ne şekilde vazîfeli yapar?!”

“–Eğer doğru söylüyorsan, bize hiç kimsenin yapamadığı bir iş yap!”

“Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mûcize getir!” (eş-Şuarâ, 154)

SALİH ALEYHİSSELAM’IN DEVE MUCİZESİ

Sâlih -aleyhisselâm-, kavminin cehâlet ve gafletine çok üzülmüştü. Bir müd­det onları terk ederek aralarından ayrıldı. Dönüşünde Cenâb-ı Hak, kavmine, Hazret-i Sâlih’in peygamberlik heybetini gösterdi. Kavmi, O’nun bu heybetinden ürktü. Sâlih -aleyhisselâm-, kavmin reîsi olan Cenda’nın yanına gitti. Cenda:

“–Doğru söylüyorsan seni imtihân edeceğiz!” dedi. “El-Kâtibe” diye bilinen bir kaya vardı. Cenda bu kayayı kasdederek şöyle dedi:

“–Seninle oraya gideceğiz. Senin ilâhın, o kayadan kırmızı tüylü, doğurmak üzere olan dişi bir deve çıkarsın! Yavrusunun rengi de annesinin renginde ol­sun!”

Kavmi de istihzâ ederek:

“–Sütü, yazın serin, kışın sıcak olsun! Bu sütten içen her hasta şifâ bulsun, fakir bir kimse ise fakirlikten kurtulsun!” dediler. O devirde bu kavim için en kıymetli şey, kızıl renkli deveydi. Bu sebeple Sâlih -aleyhisselâm-’ın kayadan kızıl tüylü bir deve çıkarmasını istemişlerdi.

Bütün Semûd kavmi toplandı. Sâlih -aleyhisselâm-, namaza durdu; Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etti. Kaya büyümeye başladı. Sancılı sesler çıkardı. Ve içinden kızıl renkli bir deve;

« لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ صَالِحٌ نَبِيُّ اللهِ» “Allâh’tan başka ilâh yoktur, Sâlih -aleyhisselâm- Allâh’ın peygamberidir!” diyerek çıktı. Cenda, Sâlih -aleyhisselâm-’ı alnından öptü. Yüz kişiyle birlikte tevhîd akî­desine girdi. Kavmine de şöyle seslendi:

“–Ey kavmim! Bu körlük kâfî! Ben kendisinden başka hiçbir mâbûd olma­yan, eşi ve benzeri bulunmayan Allâh’a ve O’nun peygamberi Hazret-i Sâlih’e îmân ettim!”

Puthânenin reisi ise:

“–Sihir olan bir şeye ne çabuk meylediyorsunuz! Ben size daha büyüğünü göstereceğim!” dedi. Böylece, -Cenda’nın kardeşi de dâhil- yeni îmân edecek olanların kalplerindeki meyli değiş­tirdi. Cenda’nın tâcını, kardeşinin başına koyarak:

“–Bundan sonra reisimiz sensin!” dedi. Cenda ise, evine gitti ve oradaki bütün putları kırdı. Kendisine âit malları da tevhîd akîdesini kabûl eden mü’minlere taksîm etti. Sert ve keçeleşmiş bir libas giydi. O da tevhîdi tebliğe başladı. Sâlih -aleyhisselâm-’ın baş yardımcılarından oldu. Îmânsız putperestler, Cenda’ya:

“–Yazık sana! Sen de Sâlih’in sihrine kandın!” diyorlardı. Cenda ise, onların dediklerine aldırmıyor ve Sâlih -aleyhisselâm-’ın yanından ayrılmıyordu. Allâh Teâlâ Hazret-i Sâlih’e buyurdu:

“Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen Biz’iz. Sen onları gözetle ve sabret!” (el-Kamer, 27)

Sâlih -aleyhisselâm-, ilâhî vahiyle devesi için bir ölçü koydu:

“Ey kavmim! İşte size mûcize olarak Allâh’ın devesi! Onu bırakın. Allâh’ın arzında yesin (içsin). Ona herhangi bir kötülükte bulunmayın; sonra sizi yakın bir azâp yaka­lar.” (Hûd, 64)

“Sâlih dedi ki: «İşte (istediğiniz mûcize) bu dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur; belli bir gün de sizindir. Ona kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azâbı yakalayıverir.»” (eş-Şuarâ, 155-156)

Deve, yavrusu ile beraber otlar ve Allâh’ı tesbîh ederdi. Diğer hayvanlar onun heybetinden korkup kaçardı. Deve hâl diliyle:

“–Kim süt isterse, gelsin alsın!” derdi. Semûdlular da gelir, kaplarını doldurup giderlerdi. Deve, su içtikçe tesbîhe devâm ederdi. Sütünü içen mü’minler, şifâ bulur­lardı.

SEMUD KAVMİNİN NANKÖRLÜĞÜ

Bu büyük mûcize karşısında acziyetlerinden kahrolan kâfirler, deveyi katletmeye niyetleniyor, fakat bu katlin ardından ilâhî azâbın gelmesinden korkuyorlardı. Bu korkuya rağmen Semûd kavminde iki kadın, sürülerinin zarar gördüğü iddiâsıyla devamlı sûrette bu devenin öldürülmesi için îmân etmeyenleri tahrîk edi­yordu. Bu iki kadından biri Üneyze bint-i Ganem’di. Yaşlı bir kadındı, fakat gü­zel kızları vardı. İkincisi Müheyyâ isimli hem zengin, hem de cemâl sâhibi bir ka­dındı.

Bu iki kadın da kâfirlerden bu deveyi öldürmelerini istiyordu. Çünkü kendi­lerinin de hayvan sürüleri vardı ve Sâlih -aleyhisselâm-’ın devesi su içtiği zaman, kendi sürüleri su içemiyordu. Hayvanların su içmesi, sırayla olmaktaydı; bir gün deve ve yavrusu, bir gün diğer hayvanlar. Müheyyâ, amcasının oğlu Mısta’yı çağırdı:

“–Bu deveyi öldürürsen, seninle evlenirim! Her şeyim senin olur!” dedi. Mısta, bu teklifi kabûl etti. Kendisine yardımcı biri lâzımdı. Kıtar isimli bir putperesti buldu. Ona da Üneyze’nin kızları teklîf edildi. O da içle­rinden birini seçerek, bu çirkin işi kabûllendi. Bu iki kişi, yanlarına birkaç bedbaht daha bularak, dokuz kişi oldular. Devenin öldürülmesi için îmansız putperestler arasında propaganda yapıp onları iknâ ettiler. Allâh Teâlâ buyurur:

“O şehirde dokuz kişilik bir çete vardı ki bunlar yeryüzünde bozgunculuk ya­pıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.” (en-Neml, 48)

Bu dokuz kişi pusuya yattı. Mısta ok atıp deveyi yaraladı. Kıtar ve yanındakiler de devenin üzerine atıldılar:

“Derken o kişiler, deveyi ayaklarını kesip düşürerek öldürdüler ve Rablerinin emrin­den dışarı çıktılar…” (el-A’râf, 77)

Devenin yavrusu korkup dağa kaçtı. Bir rivâyete göre, onu da kesip etlerini yediler. Sâlih -aleyhisselâm-, bunu haber alınca çok üzüldü. Devenin yanına gitti. Ağladı. Kavminin hidâyeti için duâ ettiğinde ise kavmi O’na şöyle mukâbelede bulundu:

“…Ey Sâlih! Eğer sen gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdîd ettiğin azâbı getir, dediler.” (el-A’râf, 77)

“Sâlih, o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: «Ey kavmim! And olsun ki ben, size Rabbim’in vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz!” (el-A’râf, 79)

(Kavmi, Sâlih’e) şöyle dedi: «Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğur­suzluğa uğradık.» Sâlih de onlara: «Sizin başınıza gelen uğursuzluk Allâh katındandır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz.» dedi.” (en-Neml, 47)

Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm-, “Fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz!” sözüyle kavmine serzenişte bulunmuştu. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de Bedir’de öldürülüp kuyulara gömülen Kureyşlilere üç gece sonra şöyle seslenmiştir:

“Ey ehl-i kalîb![1] Rabbinizin size va’dettiği şeylerin gerçek olduğunu gördünüz mü? Şüphesiz ben, Rabbimin bana va‘dettiği şeylerin gerçek olduğunu gördüm.”

Yine onlara şöyle seslendi:

“Peygamberinize karşı tavrınız ne kötü idi. Bir kısım insanlar beni tasdîk ederken siz beni yalanladınız. Bir kısım insanlar beni bağırlarına basarken siz beni yurdumdan çıkardınız. Bir kısım insanlar bana yardım ederken siz benimle savaştınız. Peygamberinize karşı bu tavrınız ne kötü idi!”

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“Yâ Rasûlallâh, çürümüş, cîfe olmuş kimselere mi sesleniyorsunuz?” deyince Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, onlar söylediğim sözleri sizden daha iyi işitiyorlar, fakat cevap verecek durumda değiller.” cevâbını vermiştir. (Müslim, Cenâiz, 26/932; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 104)

Yine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hicr denilen bölgeye uğradığında şöyle buyururdu:

“Mûcize istemeyiniz. Sâlih -aleyhisselâm-’ın kavmi, peygamberlerinden mûcize istediler. (İstedikleri mûcize gerçekleşti, kayadan deve çıktı.) Deve şu yoldan suya gelir, şu yoldan dönerdi. Onlar, Rabblerinin emrine karşı azgınlık ettiler ve o deveyi boğazladılar. Deve bir gün onların suyunu içerdi, onlar da bir gün devenin sütünü içerlerdi. Sonunda onu boğazladılar da onları bir sayha yakalayıverdi. Allâh da bu sayha ile onları helâk etti. Sadece Mescid-i Harâm’da bulunan bir kişi helâk olmadı.”

Ashâb-ı kirâm:

“–O ölmeyen kişi kimdi, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında:

“–O Ebû Riğâl idi, Harem’den çıkınca kavminin başına gelen musîbet onun da başına geliverdi.” buyurdular. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 296; Vâkıdî, Megâzî, III, 1007-1008)

SEMUD KAVMİNİN HELAKI

Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm-’ın kavmini ıslâh etmek ve onları içinde bulundukları hazin durumdan kurtarmak için gösterdiği gayretler bir netice vermemiş, âsî gürûh peygamberlerine karşı inat ve inkârlarında ısrâr etmişlerdi. Bunun tabiî bir neticesi olarak da ilâhî azâba müstahak olmuşlardı. Son olarak kendilerine nihâî azap gelinceye kadar üç gün daha beklemeleri bildirildi:

“Sâlih dedi ki: «Yurdunuzda üç gün daha yaşayın, (sonra helâk olacaksı­nız)!» Bu söz, yalan çıkması mümkün olmayan bir tehdîddir.” (Hûd, 65)

Rivâyete göre bu üç gün, Çarşamba, Perşembe ve Cuma idi. İlk gün, yüzleri sararacak; ikinci gün kızaracak; üçüncü gün kararacak; dördüncü gün ise helâk olacaklardı. O gecenin sabâhında acâip hâller oldu. Devenin bastığı yerlerden kan fışkırdı. Yapraklar kızardı. Kuyu suyu, kan kırmızı oldu. Bedbahtların yüzleri sapsarı ke­sildi. Deveyi öldüren dokuz kişi:

“Sâlih bize sihir yapıyor! O’nu ve âilesini öldürelim!” dediler. Onların bu hîlesi âyet-i kerîmede şöyle haber verilmektedir:

“Allâh’a yemin ederek birbirleriyle şöyle anlaştılar: «Gece O’na ve âilesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velîsine (ona arka çıkacak olan kimselere): Biz (Sâlih) âilesinin yok edilişi sıra­sında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz, diyelim.»” (en-Neml, 49)

Sâlih peygambere münkirlerin bu hîlesi haber verildi. O da âilesini ve mü’minleri yanına alarak bu şehri terketti. Böylece hicret hâdisesi de gerçekleşti. Bu dokuz kişilik azgınlar çetesi, planlarını uygulamak için geceleyin Sâlih -aleyhisselâm-’ın evini kuşattılar. Evin içinde kimseyi bulamayınca şaşırıp kaldılar. Bunun üze­rine Cebrâîl -aleyhisselâm- da Allâh’ın emri ile onları taşlayarak öldürdü. Cenâb-ı Hak buyurur:

“Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olmadan, onların plânlarını altüst ettik!” (en-Neml, 50)

“Allâh’ın azabı onları yakalayıverdi. Bunun üzerine şiddetli bir sarsıntı tuttu. Yurtlarında yüz üstü düşüp öylece kaldılar.” (el-A’râf, 78)

Ne kadar inkârcı ve sapkın varsa hepsi de helâk oldu. Şehir bir harâbe hâline döndü. Sâlih -aleyhisselâm- ve kendisine îmân edenler (tahmînen dört bin kişi) o bel­deyi terk ettiler. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Emrimiz gelince, Sâlih’i ve O’nunla beraber îmân edenleri, katımızdan bir rahmet olarak hem (o günün azâbından) hem de o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, (her şeye) gâlip gelendir.” (Hûd, 66)

“Îmân edip Allâh’a karşı gelmekten sakınanları, (azâb-ı ilâhîden) kurtardık.” (en-Neml, 53)

Mü’minler beldeyi terk ettikten sonra ikinci gün, münkirlerin yüzleri kıpkır­mızı oldu. Üçüncü gün ise, simsiyah kesildi. Azâb ne taraftan gelecek diye korku ve dehşet içinde etrâfa bakıyorlardı. Hak Teâlâ, Cebrâîl -aleyhisselâm-’a, onların övünerek yaptıkları ve pek güvendikleri muhkem binâlarının altını üstüne getirmesini emretti. Zâlim kavmin yurtları bir anda yerle bir oldu. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.” (en-Neml, 52)

Semûd kavmine, öyle bir sayha geldi ki Fahreddîn Râzî’nin kaydettiğine göre, bu sayhanın şiddetinden hepsinin ödleri patladı ve helâk oldular. Onların bu durumları muhtelif âyetlerde şöyle anlatılmaktadır:

“Nitekim, vukûu kaçınılmaz olan korkunç bir ses onları yakalayıverdi. Kendilerini hemen sel süprüntüsüne çevirdik. Artık o zâlimler topluluğu helâk olsun!” (el-Mü’minûn, 41)

“Zulmedenleri, o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.” (Hûd, 67)

Semûd kavmi mallarına, zenginliklerine ve sağlam olarak inşâ ettikleri meskenlerine aldanarak kurtulacaklarını sanmışlardı. Fakat kahr-ı ilâhî tecellî edince bunlardan hiçbir fayda göremediler:

“Onları, sabaha çıkarlarken o korkunç ses yakaladı. (Ve) kazanmakta oldukları şeyler, onlardan hiçbir zararı savamadı.” (el-Hicr, 83-84)

Semûd kavmi, kendilerinden önce helâk edilen kavimlerden gerekli ibreti alamadıkları için kendilerinden sonrakilere ibret numûnesi oldular:

“Bunun üzerine azâb onları yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları îmân etmezler. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak gâlib ve engin merhamet sâhibidir.” (eş-Şuarâ, 158-159)

Tefsîrlerde bildirildiğine göre bir kısım kavimler sayha ile helâk edilmişlerdir. Sâlih -aleyhisselâm-’ın kavmi Semûd, bunlardan biridir. Nitekim alttan gelen bir sayha ile kahr-ı ilâhîye dûçâr olmuşlardır. Diğeri Şuayb -aleyhisselâm-’ın kavmidir. Bunlar da, üstten gelen bir sayha ile mahvedilmişlerdir. Bir diğeri ise Yâsîn sûresinde bildirildiği üzere peygamberlerine îmân etmeyen Ashâb-ı Karye’dir.

Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmetin kopuşunun da “Sayhaten vâhideten: Tek bir sayha” ile vukû bulacağı bildirilmektedir. Dolayısıyla zikri geçen kavimlerin helâki bir nevî kıyâmetten bir sahneyi hatırlatmaktadır.

Sâlih -aleyhisselâm- kavminin helâkinden sonra kendisine inananlara şu tavsiyede bulundu:

“Ey kavmim! Şüphe yok ki burası, halkına Allâh’ın gazap etmiş olduğu bir yerdir. Buradan hemen göç ediniz ve Allâh’ın Haremi’ne gidip emânına kavuşunuz.”

Bunun üzerine azâb-ı ilâhîden kurtulan mü’minler ihrâma girdiler, kızıl tüylü develeri yedeklerine alarak yola düştüler. Telbiye getire getire Mekke’ye kavuştular.

Mü’minler bir müddet sonra, o harâbe hâline dönüşmüş olan şehre geldiler. Azgınlığın ve inkârcılığın kötü âkıbetini seyrettiler. Mü’min olduklarından dolayı Allâh’a şükrettiler. Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm-, mü’minlerle birlikte tekrar hicret ettikleri şehre döndüler. Hayatlarının sonuna kadar da orada kaldılar.

SEMUD KAVMİNİN HELAK OLMA SEBEPLERİ

  1. Küfürde direndiler ve peygamberleri ile alay ettiler.
  2. Kibirlendiler ve azgın nefslerine tâbî oldular.
  3. Kendi görüşlerini, dînin görüşlerinden üstün gördüler. Böylece pey­gamberlerinin dâvetine kulak asmadılar.
  4. Nasîhat dinlemediler.
  5. Deveyi katleden dokuz azgın kişiyle beraber oldular.
  6. Fesatçı kadınların sözlerine uydular. Kıtar ve Mısta ile birlikte Üneyze ve Müheyyâ’nın emri altına girdiler. Fesatçı kadınlara olan bu düşkünlükleri, onları dalâlete düşürdü.
  7. Hayır ehline buğz ediyorlardı. Sâlih Aleyhisselâm’a: “Sen peygamber olmadan evvel başımıza böyle felâketler gelmezdi!” dediler.
  8. Dünyâ malına aldandılar.
  9. Ahidlerini bozdular. Çünkü deve mûcizesini talep etmişler ve îmân edeceklerine söz vermişlerdi.
  10. Emânete hıyânet ettiler. Allâh’ın yüce bir emâneti olan deveyi, ahidlerine rağmen öldürdüler.
  11. Mâsiyet ehlinin yaptığı günâha rızâ gösterdiler. Deveyi dokuz kişi öldür­müş, diğerleri de buna mânî olmamışlardı.
  12. Deve, kimsenin mülkiyetinde değildi. Âdeta bir vakıf malıydı. Sütü, bir sebîl gibiydi. Sâhibi de Cenâb-ı Hak’tı. Fakat onlar, deveyi öldürerek büyük bir ihâ­nette bulunmuş oldular.
  13. Dokuz kişinin fesâdı, haddini iyice aşmıştı. Başkalarının mallarını zorla elle­rinden alıyorlar, kul hakkına tecâvüzde bulunuyorlardı. Şer odakları hâline gelmiş­lerdi.

Dipnot:

[1] Kalîb: Kuyu, çukur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

https://www.islamveihsan.com/semud-kavmi-neden-helak-oldu.html