Sermayenin tercihi nasıl değişti: Atlantik-Avrasya sarkacında seçimler

Atlantik-Avrasya sarkacında seçimler

Sermayenin tercihi nasıl değişti: Atlantik-Avrasya sarkacında seçimler


Sermayenin tercihi nasıl değişti: Atlantik-Avrasya sarkacında seçimler

Özer Çetinkaya yazdı...

Amerikancı muhalefetin sözcüleri İmamoğlu zaferiyle tekrar eski Atlantik düzeninin hâkim olacağı bir Türkiye hayaline kapıldı. Oysa Erdoğan’ın seçimleri kazanmak için batı blokuna yanaşma taktiğinin bir işe yaramadığını görmeleri gerekiyordu. 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren siyaseten Amerika’ya ekonomik olarak ise Avrupa’ya bağımlı bir ülke haline gelen Türkiye, 2008’den bu yana Atlantik ile Avrasya arasında gitgeller yaşıyordu. Çin ve Rusya eksenli Avrasya sermayesi Atlantik sermayesinin Türkiye’deki egemenliğini yıkıyor. Sermayenin değişen bu yönünü takip etmek, yerel seçim sonuçlarını anlamak açısından önemli bir gösterge. Bu süreci daha iyi anlamak için biraz geriye gidip olguları yeniden hatırlamakta fayda var.

RUSLARIN MERAKI

2009 yılındaki yerel seçimlerden hemen sonra bazı toplantılara katılmak üzere Moskova’ya gitmiştim. Bu toplantılarda asker-sivil tüm Rusların iki merakı vardı:

1. Erdoğan Ermeni açılımı nedeniyle mi oy kaybetti?

2. Rusya Kırım’ı topraklarına katarsa Türkiye’nin tavrı ne olur?

Ruslar bu iki konuyu birbiriyle sıkı sıkıya bağlı görüyorlardı. Zira 2008’de başlayan küresel kriz, Atlantik sisteminin derin açmazlarından besleniyordu ve İslamcı kimliğiyle Erdoğan, bu sistemden uzaklaşabilir miydi? Aslında Rusların yanıtını aradığı soru buydu.

Bu görüşmelerden tam bir yıl sonra 12 Mayıs 2010’da Türkiye ile Rusya arasında Nükleer İşbirliği Antlaşması imzalandı. Erdoğan hükümeti yavaş yavaş batı sermayesi ile Avrasyacı sermayeyi uzlaştırma politikasına yöneldi. O günlerde TÜSİAD Çin’de ofis açarken; MÜSİAD, TUSKON-FETÖ vasıtasıyla, Afrika’da Çin’in etki alanlarına girmeye çalışıyordu. Abdullah Gül Türkiye’de Afrika Yılı ilan ederken, Enerji Bakanı Berat Albayrak, “Tek Çin politikasını destekliyoruz” açıklaması yapıyordu. AKP’nin Batı ile Avrasya arasında gidip gelen sarkaç politikası, hem kendisini iktidarda tutuyor hem kaynak sağlıyor hem de muhalefeti Atlantik kampına hapsediyordu.

15 TEMMUZ’UN SERMAYESİ

Uygulanışı, sonuçları ve küresel güçlerin pozisyonu açısından 15 Temmuz’a bu parantezden bakmakta yarar var. Bütün bu süreçle paralel ilerleyen Suriye iç savaşı, terör ve beka söylemi 2015, 2017 ve 2018 seçimlerinde Erdoğan lehine sonuçlar doğurdu.

Bu sonuçların arka planında paranın belirleyici gücü vardı. 2018’de en çok ihracat 16,1 milyar dolarla Almanya’ya yapılmıştı. Almanya’yı 11,1 milyar dolarla İngiltere, 9,5 milyar dolarla İtalya izliyordu. En fazla ithalat ise 22 milyar dolarla Rusya’dan gerçekleşti. Bu ülkeyi, 20,7 milyar dolarla Çin, 20,4 milyar dolarla Almanya takip etti.

Türkiye 2023’e geldiğinde Almanya’ya ihracatını 1/3 oranında artırmış ve 21 milyar dolara yükselmişti. Benzer bir oran İngiltere ve İtalya için de geçerliydi. Fakat Türkiye’nin Rusya’dan yaptığı ithalat iki katından fazla artarak 45,6 milyar dolara yükseldi. İkinci sıradaki Çin’den yapılan ithalat ise 45 milyar dolar oldu. AB ülkeleri ve ABD gerilerde kaldı. Üstelik Çin’in Türkiye’deki Kuşak ve Yol Girişimi yatırımları 4 milyar doları aştı.

BATIYA AYARLI SARKAÇ

Türk sermayesinin yeni pazarlarla kurduğu bu ilişki, Avrasyacılığı cazip siyasi bir programa dönüştürmeye başladı. Kılıçdaroğlu’nun ikinci tur öncesinde “en büyük projem” diyerek ilan ettiği “Yeni İpek Yolu Projesi” seçim gürültüsü arasında kaybolup gitti. Oysa Kılıçdaroğlu bu projesiyle yalnız seçmene değil farklı güç merkezlerine mesaj veriyordu.

Erdoğan ise seçimden hemen sonra sarkacı batıya göre ayarladı ve 15 Temmuz’un failleriyle yeni bir ittifak zemini yarattı. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini onayladı. Hatta popülist İhvan söylemlerini bir kenara bırakarak Gazze’ye rağmen İsrail ile ticareti sürdürdü. Böylece hem yaklaşan yerel seçimleri hem de gelecek 4 yılını garantiye alacağını sandı.

YENİ SERMAYE TASARIMI

İmamoğlu liderliğindeki CHP ise yeni sermaye tasarımında; şehirli muhafazakarlığı, seküler Türkçülüğü ve DEM’e uzanan solu kapsayan bir liberal restorasyon vadediyordu. CHP’nin farklı siyasi geleneklerden gelen adaylarına bakınca taşlar yerine oturdu.

CHP; para, sermaye ve ekonomik ilişkilerin Avrasya’ya kaydığı bu düzlemde, kıyılardan gelişen Anadolu kentlerine doğru yayılan büyük bir zafer kazandı. Aşağıdaki tablo; CHP’yi tercih eden illerin aynı zamanda Türkiye’nin nüfus, sermaye, üretim ve dış ticarette büyük üstünlüğü olan iller olması bakımından dikkate değer. Bu şartlarda Amerikancılıkta ısrar etmenin koşulları zayıflıyor. Çünkü Ortadoğu’yu, Kafkasları, Doğu Avrupa’yı ve Doğu Akdeniz’i istikrarsızlaştıran Atlantik politikaları, yeni sermaye tasarımının hayat damarlarını da kesmiş oluyor.

VASSAL DEVLETLERİN KONUMU

Bu açıdan Atlantikçiler ile Avrasyacılar arasındaki çatışmanın olağan siyasal yöntemlerle sonuçlanması artık mümkün değil. Zira bu çatışma Türkiye’ye özgü olmaktan çok küresel dinamiklerin bir parçası. Ukrayna savaşının Avrupa’ya yayılma ihtimali, Rusya’nın nükleer kartını açık oynaması, Çin’in anahtar rolü, İsrail’in İran’ı doğrudan hedef alması gibi jeopolitik kırılmalar, Atlantik’in hegemonya kriziyle birleşince, vassal devletler konumlarını değiştirme fırsatını yakaladılar. Bu mücadele Türkiye’nin gelecek 20 yılını belirleyecek bir duygu yoğunluğu yaratacak ve sonuçları şaşırtıcı olacak.

Özer Çetinkaya

Odatv.com