Sinem Taş 'Benim Kabe’m İnsan'ı anlattı: Eşyaları azaltıp insanları çoğaltıyorum

İzmir’de bir dönem yerel bir gazetede çalışmıştım

Sinem Taş 'Benim Kabe’m İnsan'ı anlattı: Eşyaları azaltıp insanları çoğaltıyorum


"Benim Kabe’m İnsan” belgeselinin ardından dünyayı gezerek insan hikâyeleri toplamaya başlayan sanatçı Sinem Taş, gittiği ülkelerde aynı zamanda fotoğraflarını da sergiliyor. Belgeseliyle aynı isme sahip projesinin başlama hikâyesini anlatan Taş yeterince hikâye biriktiğinde fotoğraflarla birlikte kitaplaştırmayı hatta bir film yapmayı düşünüyor.

Belgeselci Sinem Taş (solda) dünya turu kapsamında halen Fas’ta bulunuyor.

  •  

Serkan Alan  [email protected]

ANKARA – Belgesel yönetmeni ve fotoğraf sanatçısı Sinem Taş, pek çok uluslararası festivalde seyirciyle buluşan, mültecileri konu alan ‘Benim Kabe’m İnsan’ belgeselinin ardından aynı isme sahip bir başka proje için çalışmaya başladı. Beş yıl yaşadığı Lizbon’daki işinden istifa edip, sırt çantasını kuşanarak dünyayı gezmeye başlayan Taş, fotoğraflarını çektiği insanların hikayelerini görünür kılıyor. Gittiği ülkelerde hikayelerini aktardığı insanların fotoğraflarını da sergileyen Taş’ın portreleri Biamag Cumartesi ve Portekizce Buabala’nın yanı sıra sosyal medya hesapları üzerinden yayınlanıyor.

‘İNSAN HİKAYELERİ ANLATMAM GEREKİYORDU’

Belgeselin ardından ‘başka hayatlara dokunmak ve kendini keşfetmek için’ yolculuğuna başlayan Sinem Taş’ın her portresinde yüzün tamamı yerine gözler kullanılıyor. “Birilerini bıraktığınız gibi bulamamak sizi ürkütmüyor mu” diye sorduğumuz Taş ile, “Bunu kaçırmamam gerek” diyerek kuzeninin düğünü için gelmeye karar verdiği Ankara’da konuşma fırsatı yakaladık.

Bursa’dan İzmir’e, oradan da Lizbon’a uzanan bir yolculuk yaşadınız. Portekiz’de mültecileri konu alan “Benim Kabe’m İnsan” belgeseliyle pek çok uluslararası festivale katıldınız. Belgesel ile aynı isme sahip, dünyayı gezerek hikayeler toplamak için giriştiğiniz bu proje nasıl başladı?

İzmir’de bir dönem yerel bir gazetede çalışmıştım. Orada fotoğrafla ilgili maceram başladı. Öğrenci olarak Portekiz’e gittim. Orada Lizbon Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Fotoğraf bölümünde eğitimim başladı. Bir fotoğraf bin kelimeye bedel ama sonunda film yapmak istiyordum. İnsan hikayeleri anlatmam gerekiyordu, bunu biliyordum ve 2015 yılı mülteci meselesinin iyice alevlendiği yıldı. Büyük bir dram yaşanıyordu ve ben de mültecileri merkeze aldım. Filmde Kuzey Iraklı bir karakter var. Onun dışında yalnızca Ortadoğu’dan değil Afrika’dan, Senegal ve Kongo’dan gelen mülteciler var. Siyah beyaz her renkten ve yaştan karakterler var. Filmde isminin kullanılmasını istemeyen bir kişi var. Herkesin yüzünün tamamını çekerken o yüzünü göstermememi istedi. Benim içinse özellikle gözler, oradaki ifadeler çok önemliydi. Çözüm üretmem gerekiyordu ve sadece tek bir gözüne zom yaptım. O fotoğrafı çektiğimde filmin afişini de çekmiş oldum. Bu sonradan benim projeme ilham oldu. Gözleri çekmeye devam ettim.

‘İNSANLARIN HİKAYELERİNİ DİNLERKEN KENDİMİ DAHA İYİ TANIYORDUM’

Belgesel sırasında, röportajları yaparken çok başka bir boyuta geçtiğimi fark ettim. Ben o insanların hikayelerini dinlerken, belki biraz bencilce gelebilir ama, kendimi daha iyi tanıyordum. Onu dinlerken onunla bir bütün oluyorum ve onun gözlerinde kim olduğumu görüyorum. Dolayısıyla o kişiler benim aynam oldu. Kendime, özüme giden yol kuruldu. Belgeselin ardından o yolda devam etmeye karar verdim. İnsan hikayeleri anlatmaya devam edecektim ama bu fotoğrafla olacaktı. ‘Benim Kabe’m İnsan’ da aynı isimle proje olarak devam ediyor.

 

Taş’ın projesinde konuştuğu isimlerden Cihan…

‘DÜZENİN KENDİSİ ÖLÜMÜM GİBİYDİ’

Yaşadığın yerden, alışkanlıklardan düzenden ayrılma, sıyrılma fikri hiç ürpertmedi mi sizi? Özgürleşme riskler de barındırıyor mu size göre?

Amacım düzenden sıyrılmak. Yaklaşık beş yıldır Lizbon’da yaşıyordum. Bahsettiğin düzenin ta kendisi benim ölümüm gibiydi. Bir ofiste çalışıyordum ve düzenli hayat benim ruhumu öldürüyordu. O filmi yaparkenki röportajlarda hissettiğim şey gerçek ‘ben’e ulaştığım andı. O anda benim ofisi bırakıp yolculuğa çıkmam gerekiyordu. Yenisini yaratmak için düzeni yıkmam gerekiyordu. Risk almadan da o yola gidilmiyor. Bu aşamada hayat tarzımı, yaşam biçimimi, insanlarla olan ilişkimi her şeyi değiştirdim. Özgürleşmenin farklı bir boyutunu yaşıyorum. Dolayısıyla amacım da bu. Sırt çantamla yaşamaya çalışıyorum. Eşyaları azaltıp insanları çoğaltıyorum.

‘DÜNYAYI GEZERKEN İKİ KİŞİLİK SEYAHAT EDİYORUM’

Türkiye’de hapishanede yatan bir dayım var ve politik mahkûm… Benim özgürlük anlayışımda dayımla olan ilişkim ve dayımın duruşunun çok büyük bir etkisi var. Dayım ziyaretlerimden birinde, “Sinem paraşütle atlıyorlar uçaktan inanılmaz bir deneyim gibi görünüyor sen bunu yapmalısın” dedi. Ben de ‘tamam’ dedim, söz verdim. Portekiz’e döndüm ve orada uçaktan paraşütle atladım. Dayımın hapishanedeki sınırlar içerisindeki durumu başka bir kıtada benim hayatımı etkiledi. Biz her gün kutular içerisinde yaşamımıza devam ediyoruz. Dayımın önerisiyle uçaktan atladığımda, o gökyüzünde maviliklere bakarken başka bir hapishanenin içerisinde olduğumu çok daha iyi anladım. Şu an dayımın içeriden beni özgür kılmasından bahsediyorum. Şu an dünyayı gezerken iki kişilik seyahat ediyorum. Benim özgürlük anlayışım dayımın katkısıyla başka bir hale evrildi.

Bu zamana kadar hangi ülkelere gittiniz? Yakın gelecekte rotanızda başka nereler var?

İlk yurt dışına çıktığımda Kuzey Amerika’ya gittim. Onun dışında da Avrupa’da birçok ülkeyi dolaştım. Rotamda Latin Amerika, Hindistan, Nepal var. Çok muhtemel Japonya’nın da olduğu ülkelere geçeceğim ama şu an Afrika’dayım. Bir süre daha burada kalmak istiyorum. Projenin belli bir zamanı yok ve hayat boyu sürecek. Bilmediğim bir süre devam edecek.

Kalabalık şehirlere sıkışan insanların belki de en merak ettiği şey ekonomik anlamda dünyayı nasıl gezebildiğin? Zor oluyor mu?

Bu projeye başlarken Lizbon’daki işimden istifa ettim ve yola çıktım. Çok az bir birikimim var ve onunla idare ettiriyorum kendimi. Yolda tanıştığım insanlar da bana destek oluyorlar. Bağımsız bir proje ve tanıştığım insanlar projeye inanıp bireysel desteklerde bulunuyorlar. Mümkün olduğunca en ucuz yöntemlerle seyahat etmeye çalışıyorum. Online olarak başvurduğunuz ve gönüllülük yaparak ücretsiz kalınabilen yerlerde kalıyorum. Şu an Fas’ta o şekilde kalıyorum ve günde üç dört saat yardımcı oluyorum. Daha büyük destek ve daha büyük sponsorlar arayışındayım. Proje yeni başladığı için zamanla daha büyük sponsorların geleceğine inanıyorum.

‘ÖZGÜRLÜK ÖZLEMİ BANA ÇOK GEÇTİ’

Proje kapsamında yansıttığınız ilk hikayelerden biri Lizbon’da tanıştığınız Cihan adlı bir kadına ait. “İçimde kocaman bir özgürlük özlemi vardı. Bir gün fotoğraf makinemi de alarak evi terk ettim” diyor. Cihan sizi nasıl etkiledi?

Kürt bir ailede dünyaya gelmiş ve ailesi Almanya’da yaşıyor Cihan’ın. Muhafazakarlığı fazlaca yaşayan bir aile. Özgür giyinmek, fotoğraf çekmek isteyen ve kendisi olmak isteyen bir kadın. Aile içerisinde baskı olduğundan bunu yapamıyor. Cihan evden kaçtıktan sonra kendi yoluna gidiyor ve “Ben akışa bırakıp gittiğimde hep olmam gereken yerde buldum kendimi” diyor. Genellikle çok dışarıya çıkmasına izin verilmediğinden fotoğraflarını hep odasındaki pencereden çekmiş. Şimdi evden ayrıldıktan sonra da hâlâ tüm fotoğraflarını bir çerçeveye oturtuyor örneğin. Ve Cihan hâlâ yoluna devam ediyor. Özgürlüğüne koşar adım giderek onu elleriyle alan bir kadın. Aynı ailelere sahip değiliz ama ben de özgürlüğüm için yola çıktım. Röportaj yaptıklarımın her biri aslında benim başka bir versiyonum. İstiyorum ki insanlar da ötekilerle kendilerini bulsunlar. Dolayısıyla ben de Cihan’da kendimi çok buldum. Baskılanmışlığı, içindeki özgürlük özlemi bana çok geçti.

‘HEPSİNDEN BİR ŞEYLER TAŞIYORUM’

Başka insanların yaşamları ile böyle hassas noktalarda buluşmak, acılarını yüklenmek ağır geliyor mu? Röportajları yaptıktan sonra size ne oluyor? Başladığınız yerden uzaklaşıyor musunuz?

Geçenlerde bunun üzerine düşünüp, “Her hikayeyle dönüşüyorum, üzerine katarak ilerliyorum” diye yazmıştım. Her dinlediğim kişiden bazen bir cümleyi, bir anıyı bende görebilirsiniz. Hepsini biriktirerek ilerliyorum. Hepsinden bir şeyler taşıyorum. Denizi yüzerek geçen, Türkiye’den Yunanistan’a kaçan birisinin hikayesi örneğin beni çok etkiledi. Ona sordum, “Bu nasıl mümkün oldu, korkmadın mı?” dedim. Onun söylediği ilk cümle, “Bazen en zor görünen şey en kolaydır” olmuştu. Onun için en kolay seçenek doğayla birlikte hareket etmekti. Artık deniz karanlık hiçbir şey görmüyor ve yaklaşık 9.5 saat yüzüyor. Yunanistan’da ışık görüyor ama emin olamıyor oraya mı gittiğine. Yüzerken bir süre sonra doğru ışığa ilerlediğini fark ediyor. Çalılıkta iki gün saklanıyor. Çalılıkların arasından bir salyangozu yanına alıyor. Röportaj yaparken o salyangozun kabuğunu masaya koydu ve “Bana o zamanı hatırlatsın diye saklıyorum, salyangoz hızında ilerliyorsun, zafer tam salyangoz hızında” dedi. Benim de zamanla en iyi öğrendiğim şeydi.

Sinem Taş

‘KENDİ YOLUNDA İLERLEYENLERİN HİKAYELERİNE TANIKLIK EDİYORSUNUZ’

Dramatik olan hikayeler ağırlıkta ve mücadele görüyorsunuz. Mutlu olanların, kendi yolunda ilerleyenlerin hikayelerine tanıklık ediyorsunuz. Ağır geliyor tabii, gelmiyor değil. Çok ağır geliyor. Bu insanlar dramatik hikayeleri paylaşıyorlar ama umutlu aydınlık tarafları da var. Hepimizin karanlığı ve aydınlığı içimizde taşıdığı gibi aslında. Zorlukların yanı sıra dramatik hikayelerin sonrasında vardıkları umut dolu bir nokta var.

‘AYNI DİLİ KONUŞMADIĞIMIZ HALDE BİRBİRİMİZİ ANLADIĞIMIZ İNSANLAR VAR’

Varlığından haberdar olmadığımız insanların hikayelerini duyduğumuzda ortaklıklarımızın farkına varacağımız gibi bir ön kabulünüz var. Bu ortaklıklar mı yaşama bağlıyor bizi? Farklı olmanın peşinde koşan insanlarız aslında…

Bireyler olarak çok farklıyız. Her birimizin bakış açısı, görüşü çok farklı ama aynı zamanda çok aynıyız. Bu seyahatlerim sırasında beni şaşırtan bu ortaklaşma olmuştu. Olaylar karşısında çok aynı tepkileri veriyoruz, bilmeden. En uzak diyarlarda aynı dili konuşmadığımız halde birbirimizi anladığımız insanlar var. Ortaklıklarımızı görmek bizim yaşama devam etme sebebimiz. Fransa’da köprü üzerinde müzik yapan birilerini paylaşmıştım. Türkiye’den arkadaşlar, “Sen yola devam et ki biz yalnız olmadığımızı bilelim” dediler. Değiller çünkü. Sokakta müzik yaparken insanların gülümsemeleriyle mutlu olan insan Paris’in sokağında da aynı İzmir’de Alsancak’ta da aynı. Bizim mücadelelerimiz çok aynı. Yavrusu için Latin Amerika’da ağlayan anne de Cumartesi Anneleri de aynı. Ortak paydayı gördüğünde yalnız olmadığını anlıyorsun. Yapmak istediğim şey ortaklıkların altını çizmek. Gittikçe Avrupa’da Türkiye’de iktidarın farklılıkları vurguladığı, ayrıştırdığı bir dönemde olması gereken ortaklıkların fark edilmesi. Ortaklıkları fark edince belki daha mutlu ve umutlu olacağız. Yalnız olmadığımızı bilmek çok önemli.

‘BİR YERE KÖKLENMEK İSTEMİYORUM’

Bazen olduğun yerde durup köklenmek, yıllanmak, bildiğin ve aşina olduğun insanlarla yaşamak istediğinizi hissediyor musunuz?

Ben hep gitme halindeyim ve şu an bir yerde köklenmek istemiyorum. Lizbon evim gibi hissettiğim bir yer ama beş yılın sonunda gitmem gerektiğini hissettim. İçeriden gelen bir ses var ve o sana yapman gerekeni söylüyor. Gittiğim yerleri seviyorum ama bir süre sonra gitmem gerektiğini biliyorum. Henüz hiçbir yerde kalmak, yaşamak istemedim. Hayatımın bilmediğim uzunca bir döneminde gezer halde olmayı planlıyorum. Her şey yolunda giderse tabii…

‘BURADAKİ DEĞİŞİMLER BANA DAHA SERT GELİYOR’

Bu gitme halinde özlediğiniz bir şey var mı? Farklı ülkeleri görmek özgürleştiriyor ama içinde pişman olacağınız hissi var mı? Birilerini bıraktığınız gibi bulamamak örneğin ürkütüyor mu sizi?

Artıları ve eksileri kesinlikle var. Birçok şeyi kaçırıyorsun. Benim burada bir ailem, arkadaşlarım var. Birçok arkadaşımın mutlu anına tanıklık edemedim. Şu an kuzenimin düğününü kaçırmayacağım diyerek Türkiye’ye geldim. Maddi anlamda beni kötü etkileyecekti belki ama an dediğin de kaçıyor. Buradaki anılardan kaçırdığın mutlaka oluyor ama öteki anlar var. Yurt dışında bazen tek başına bir şeyi çözerken, kendinle ilgili bilmediğin birçok şeyi keşfediyorsun. Yoldayken birçok şey başına gelebilir ve yeni şeyler keşfediyorsun. Öteki insanlarla belli bir süre sonra bağ gelişiyor ve bu ailevi bir bağa dönüşüyor. Kötü bir telefon almak aileden işin riskleri arasında ama çok gerilerde bir yerde bunlar. Bu korkuları geri plana itip yapabilmek gerekiyor. Geldiğimde değişmiş bulduğum şey sadece insanlar da değil ülke de değişiyor. Burada yaşayanlar fark edemiyor ama buradaki değişimler bana daha sert geliyor.

Haftalık olarak portreler Biamag Cumartesi ve Portekiz’de Buala’da yayınlanıyor. Proje nasıl devam edecek?

Şu anda sosyal medya mecralarında Facebook ve Instagram’da da yayınlanıyor. Amacım gittiğim ülkelerde fotoğraf sergileri düzenlemek. Önümüzdeki sene için Fas’ta hem Marakeş’te hem de Kasablanca’da fotoğraflarımı yayınlamak için galerilerle görüşüyorum. Önümüzdeki yıllarda Türkiye’de sergim olacak. Gittiğim yerlerde insanları dahil ederek sergiler ve hikayelere devam etmek istiyorum. Yeterince hikâye biriktiğinde fotoğraflarla birlikte kitaplaştırmayı planlıyorum. Çok sonraki aşamada bir filminin de yapmayı düşünüyorum ama zamanı var.

“Benim Kabe’m İnsan” projesinin sosyal medya hesapları şu şekilde:

İnstagram: mykaabaishuman

Facebook: My-Kaaba-is-HUMAN

 

GAZETE DUVAR