Siyasetin koruması altında: Cemaatler
Cemaatler gerçekte ne kadar güçlü?
Siyasetin koruması altında: Cemaatler
Olaya ilişkin yargı süreci devam ediyor, siyasi partilerin pek çoğu ise dün çeşitli açıklamalar yaparak çocuk yaşta bir kızın evlendirilmesini kınadı. Ancak kamuoyunda siyasi partilerin tepkilerini yeterli bulmayanlar var.
Türkiye'de özellikle sağ partilerin 1950'li yılların ortalarından itibaren cemaatler ile yakın ilişki içinde olduğu ve iki tarafın da birbirinden karşılıklı şekilde farklı çıkarlar sağladığı biliniyor. AKP'nin iktidara gelmesinin ardından ise başta Fethullah Gülen Cemaati olmak üzere devlet kurumlarında kadrolaşan, ekonomik çıkar için şirketleşen cemaatlerin etki alanlarını daha da genişlettiği ve daha görünür oldukları yönünde eleştiriler bulunuyor.
Cemaatler gerçekte ne kadar güçlü?
Peki cemaatler ya da tarikatlar topluma ve siyasi partilere kendilerini göstermeye çalıştıkları kadar güçlüler mi?
Kamuoyu araştırma şirketi Metropoll tarafından Ağustos ayında yapılan ankete göre halkın yalnızca yüzde 4,3'ü Türkiye'de bir tarikat veya cemaatle bağlantısı olduğunu belirtiyor. Bağlı olanların en yüksek olduğu seçmen grubu Saadet Partisi, ikinci parti ise AKP.
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı iken İsmailağa Cemaati'ne yönelik yürüttüğü soruşturması kapatılan İlhan Cihaner, DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede bu araştırmanın sayısal sonuçlarının doğru olabileceğini düşünüyor. Eski CHP Milletvekili Cihaner, bununla birlikte cemaatlerin gücünün üye sayısından gelmediğini ise şu tespitle aktarıyor:
"Fethullahçı yapılanma da bir dönem Türkiye'nin ekonomisine, bürokrasisine, yargısına ve hatta ordusuna hakimdi. Ama baktığınız zaman belki Türkiye'nin yüzde ikisi ya da üçü bile değillerdi. Önemli olan bu cemaatlere açılan alanların kamuyu belirleyen, toplumu belirleyen alanlar olması. Örneğin Sağlık Bakanlığı'nı neredeyse anahtar teslim şekilde bir cemaate teslim ederseniz tabii ki çok daha güçlüymüş gibi gözükecektir."
Cihaner, cemaatlerin üyelerinin sayısal azlığının kamu ve bürokrasideki ağırlıklarının önüne geçmediğini, tam tersine birbirleriyle daha fazla dayanışma içerisinde olmalarına yol açtığını da vurgulayarak "Şu anda yargıda bile şu cemaat mi bu cemaat mi daha etkin tartışmalarını yapıyorsak, sayısal açıdan toplumda karşılıklarının olup olmalarından bağımsız olarak güçlü olduklarını söyleyebiliriz" yorumu yapıyor.
Siyasi partilerin "Böyle ya da şöyle dersek, acaba muhafazakarları kırar mıyız?" kaygılarının yerinde olmadığını ve sadece bireysel olarak ele alınıp kınamaların yetersiz kaldığını belirten Cihaner, "Bir daha hiçbir çocuğun bu tarz yapıların elinde hayatının mahvolmayacağı bir toplumsal düzeni tartışmamız lazım" diyor.
Siyasetin korumasıyla marjinalleşme
ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. İhsan Dağı ise cemaatlerin görünürlüklerine paralel bir toplumsal zemine dayanmadıklarını ve hatta AKP'nin merkez sağ seçmeninin bile bu olanlara karşı olduğunu düşündüğünü belirterek şunları söylüyor:
"Cemaatler ve tarikatlar güçlerini abartıyor. Çünkü güçlerini abartarak aslında siyasetle pazarlık marjlarını arttırıyor ve daha bir güçlü konumda pazarlık yapıyorlar. Öte yandan bu yapılar birbirleriyle de rekabet halinde. Güçlerini abartarak rakip tarikatlara ve cemaatlere gözdağı da veriyorlar. 'Biz sizden güçlüyüz' algısı yaratıyorlar. Bu algı da diğerlerinden mürit devşirmeye yarıyor."
Bu dini yapılara siyaset tarafından sağlanan geniş alan Gülen Cemaati'nde olduğu gibi marjinalleşmelerine de yol açıyor mu?
Böyle olduğunu düşünen isimlerden biri de uzun yıllardır bu alanda çalışan Dağı. Akademisyen Dağı, cemaatlerin giderek "takiye yapmaya gerek görmeyen" yapılara dönüştüğünü düşünüyor.
Dağı, cemaatlerin siyasetle, özellikle de iktidar partisi kim ise onunla kurduğu ilişkilerin siyasi olarak korunmaları anlamına geldiğini vurgulayarak "Siyasi koruma ile ekonomik güç bir araya geldiğinde hem görünürlükleri hem de geçmiş dönemlere kıyasladığımızda cüretleri çok artıyor" yorumu yapıyor.
Bu noktada Cihaner, daha önce soruşturma yürüttüğü İsmailağa Cemaati'nin Türkiye'yi nasıl bölgelere ayırdığını şöyle aktarıyor:
"Soruşturmam sırasında biz şunu görmüştük: İsmailağa Cemaati Türkiye'yi 16 ayrı bölgeye ayırmış ve her ilin, her ilçenin ayrı sorumlusu var. Orada bulunan kurslara atamaları kendileri yapıyor, maaş ödüyorlar. Ve bunların hepsi devletin gözleri önünde oluyor.”
Siyaset cemaatlerle arasına mesafe mi koymalı?
Her ne kadar AKP dahil siyasi partiler son çocuk yaşta evlilik olayıyla ilgili tepki gösteren açıklamalar yapsa da bunu yeterli görmeyen ve siyaset kurumunun, özellikle de iktidarın cemaatlerle yakın ilişki içinde olmasını eleştiren kesimler bulunuyor.
Siyasetçi Fikri Sağlar da bu isimlerden ve cemaatleri "AKP'nin arka bahçesi" olarak niteliyor. AKP'nin bu kurumlarla iktidara geldiğini ve cemaatlerin de bundan güç aldığını söyleyen Sağlar, şöyle konuşuyor:
"Belki bu son dönemde gördüğümüz fetvaları, şeyhlerin açıklamaları daha önce yapılıyordu. Ama muhtemelen bu kadar çok göz önüne çıkmıyorlardı, bu kadar rahat konuşamıyorlardı. Şimdi cesaret alıyorlar. O zaman toplumun genelinin ahlaki değerleri farklıydı. Şimdi de farklı ama artık azınlık olmalarına rağmen cesaretle bunları söyleyebiliyorlar. Çünkü 'biz iktidarız, biz güçlüyüz' diyorlar."
Peki siyasetin cemaatlerden çıkarı ne?
Dağı, cemaatlerin yaptıklarına sessiz kalınarak "yüksek oranda oy devşirme" imkânı olacağı varsayımının doğru olmadığını belirterek şöyle konuşuyor:
"Merkez sağ siyasetin tarikatlarla ilişkisinin iki temeli vardır. Birincisi tarikatları bir oy deposu olarak görürler. İkincisi ise tarikatlar bir nevi meşruiyet zeminidir. Tarikatlarla kurulan ilişkiler o partiye ve lidere muhafazakâr seçmen kitlesi nezdinde meşruiyet sağlar. Ama ben bu iki hikâyenin de sonuna gelindiğini düşünüyorum. Artık 2022'de tarikatlar ne güçlü bir oy deposu ne de Türkiye siyasetinde bir meşruiyet aracı. Tam tersine cemaatlerin bütün bu yaptıklarından dolayı siyasetin üzerinde artık yük olduğunu düşünüyorum."
Cihaner'in soruşturması nasıl kapatıldı?
Seçimlerde AKP'yi destekleyen İsmailağa Cemaati'ne yönelik 2007 yılında dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner tarafından yürütülen soruşturma, iktidarın müdahalesiyle engellenmişti.
Cihaner, bugünkü olayın benzerini kendisinin o dönemde yürüttüğü soruşturmada da yaşadıklarını, mağdurun 16 yaşından küçük olduğunu ve evlendirildiğini anlatarak 2010'da kendisinin tutuklanmasıyla kapatılan soruşturmada yaşananları şöyle aktarıyor:
"Mağdurlardan biri buna benzer bir süreç sonucu tartışmalı koşullarda evlendirilmişti. Soruşturmamızda mağdur olarak kimliğini gizleyerek beyanlarını almıştık. Ama maalesef soruşturma dosyası benim elimden tutuklanmam nedeniyle alındıktan sonra göstermelik bir davayla, üstelik de kimliğinin gizli tutulması gerekirken kimliği açık edilerek dosya kapatıldı."
Cihaner, bugünlerde tartışılan olayın başka örneklerinin benzer dernek ve vakıfların yurtlarında, kurslarında yaşanmakta olduğuna işaret ederek, şöyle konuşuyor:
"Bunu teorik olarak söylemiyorum. Birçoğunda mahkemelerin verdiği kararlar var. Dolayısıyla burada aslında şunu tartışmamız lazım: bu kadar kolluk kuvveti, yargı mekanizması varken bunlar bu suçları işlemeye nasıl devam edebiliyorlar? Buna dair devlet, siyasi iktidar neden kalıcı bir çözüm aramıyor? Aslında bunun tartışılması lazım."
DW