Siyasette yeni kopmalar ve tarihsel kırılmalar

İÇ KIRILMALARDAN SONRA ÇIKAN LİDERLER

Siyasette yeni kopmalar ve tarihsel kırılmalar




Siyasette yeni kopmalar ve tarihsel kırılmalar

Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin Kurucusu Tarık Çelenk “Siyasi tarihi ve coğrafyaları doğru bir metod ile okuyabilmek, bizlere sadece bugün için değil, yarın için de değerli ipuçları verebiliyor” diyor.

Siyasi süreçlerimizi bugünden sadece sayısal (kantitatif) araştırmalarla okumak yeterli olamayabiliyor. Siyasi tarihi ve coğrafyaları doğru bir metod ile okuyabilmek, bizlere sadece bugün için değil, yarın için de değerli ipuçları verebiliyor. Bugün kamuoyu, AK Parti’den kopan Gelecek ve DEVA, MHP’den koptuğunu kabul ettiğimiz İYİ Parti’nin performanslarını ilgiyle merak etmekte. Burada tabi ki yüzde 10’luk bir partiden ayrılıp yüzde 10’u oldukça geçen İYİ Parti’yi daha doğrusu Meral Akşener’i de biraz ayrı değerlendirmek gerekiyor.

Son 200 yıllık siyasi tarihimizde demokrasi maceramız, batıdaki gibi halkımızın talebiyle değil, devletimizin Senedi İttifak-1808 ve Tanzimat-1839 hamleleri ile başlatılan anayasal sürecin bugünlere uzanan sonucuydu. Sade tabirle, devletimizin batı karşısındaki beka sorununun çözülebilmesi için batılılaşma-modernleşme tercihimizin demokrasi bir sonucuydu. Demokrasimiz, kalitesi sorunlarıyla, 1950’lerden bugünlere kadar katılımcı, çoğunlukcu veya sadece sandık niteliği ile sürmeye çalışmakta.

1839 Anayasa, vatandaşlık, meşrutiyet, 1950 çok partili demokrasi, NATO’ya giriş, AB katılım kararı, Kemal Derviş reformları ve belki çözüm süreçleri gibi kritik eşiklerin bir devlet kararı olmasından ziyade eskilerin tabiri ile ‘Düveli Muazzama’nın tavsiyelerinin önemli rol oynadığı da ifade edilmektedir. Devletimiz de bu reformlarla içte, bölgesel ve küresel ölçekte istikrarını pekiştirdiğine karar vermiştir.

200 yıllık hikayemizde, işin ilginç tarafı da yapılan reformlar ve siyasi dönüşümlerde hep ciddi iç ve dış kırılmalar önemli roller oynamıştır. 1839’dan Tanzimat’tan önce Yunanistan’ın bağımsızlığı ve Mısır krizi, 1876 Osmanlı-Rus harbi bağlı Meşrutiyet’in ilanı, İstibdat, 1909 askeri darbesi Meclisi-mebusan tesisi, I. Dünya Savaşı, Sevr ve Kurtuluş Savaşı ardından Cumhuriyetimizin kuruluşu, II. Dünya Savaşı sonu soğuk savaş düzeni, 1950 demokrasiye geçişimiz, Sovyetlerin dağılması arkasından ılımlı İslam’ın iktidarı ve kimlik-milliyetçi ayrışmaların güçlenmesi gibi örnekler ile iddiamızı temellendirebiliriz. 1946’larden bugünlere, oldukça siyasi kopuş hareketleri tarihimizde mevcut. CHP’den kopan DP sonra AP’ye dönüşüyor MSP ve MHP’nin de kurucularının kökenlerine baktığınızda DP’ye kadar gidebiliyor. İlgilenenler için bu konuların çeşitliliğine ilişkin oldukça yazı ve kaynak mevcuttur.

İÇ KIRILMALARDAN SONRA ÇIKAN LİDERLER

Siyasi tarihimizin gördüğü yeni liderler ve hareketlerin de iç kırılmalar veya darbelerden sonra çıkabildiğini görmemiz gerekiyor. Kısmen Adnan Menderes’i, 1960 ihtilali sonrası Süleyman Demirel’i, 1980 darbesi ve 24 Ocak kararları sonucu Turgut Özal’ı ve 28 Şubat post modern darbe ve yıkıcı ekonomik kriz sonrası Recep Tayyip Erdoğan’ı siyasi tarihimiz bu anlamda kaydetmekte.

Adalet partisi 1960 ihtilali sonrası, Anavatan Partisi 1980 darbesi sonrası ve AK Parti ise 28 Şubat sonrası süreçte doğdular. Üç partinin de yenilikçi ve mağdur olma özelliklerini ortak payda olarak kabul edebiliriz. Adalet Partisi liderini sonradan doğurdu. DP’nin devamı kabul ediliyordu. Anavatan ise bir partinin devamı değildi tamamen yeniydi. AK Parti ise ana gövdesi Refah Partisi’nden kopan yeni bir hareketti. Anavatan ve AK Parti liderleriyle mukavim oldular. MHP hareketinin siyasi tarihimizde geniş bir kitle tabanında değil ancak geçmişte ve bugün devletin derinlerinde ideolojik belirleyici bir karşılığı vardır. MHP’den kopuşlara en uygun ilk örnek merhum Yazıcıoğlu’nun BBP hareketidir. Gönüllerin birincisi olan bu hareket bir misyon ve Anadolu gençliği taban hareketi olarak kaldı ama kitleselleşemedi. Fakat dinamik gönül bağlıları farklı siyasi hareketler içinde bugün de dahil önemli fonksiyonlar icra edebildiler.

MHP’den son kopan İYİ Parti hareketi ise Akşener liderliğinde MHP tabanının ötesinde merkez tabanda karşılık bulma potansiyelinde gözüküyor. Akşener hareketi ve MHP’nin tarihsel ideolojik bakışına ilişkin görüşlerimi önceden ifade etmiştim. Tarihimizde tekrar etmemiz gerekirse, kopmalar ve yeni hareketlerde birkaç ortak payda önümüze çıkmakta. Öncelikle sistemin siyasal ve ekonomik bir krizde bulunması ve bundan çıkış ihtiyacını hissetmesi durumu söz konusu olması gerekiyor. Bunu ifade edebilecek kadrolar veya liderlerin kendi siyasi hareketleri içinde hak ettikleri yerleri bulamaması başka bir değimle mağduriyetleri de başka bir unsur olabiliyor. Siyasi hareketlerin gerçekten vizyon ve kadro olarak “yenilikçi” veya Bekir Ağırdır’ın değimiyle ikna edecek bir “hikayelerinin” bulunması da gerek şartlardan bir diğeri gibi gözükmekte.

Kopma hareketleri liderlerinin mağduriyetlerinin, aslında kendilerinin değil toplumun mağduriyeti olduğuna halkı ikna etmeleri gerekmekte. Burada her ne kadar yaratılışta lider yeteneği olsa da liderlik vasfı sonradan ortaya çıkan siyasilerin, genelde 1950, 1960 ve 1980’deki kırılmalarla önlerinin açılabildiğini tespit ediyoruz.

Demirel ve Özal siyasi gelenekten gelmediler. Sonradan siyasetçi oldular. Mühendis idiler. Her ikisi de Cumhurbaşkanı olduktan sonra partileri üzerindeki kontrollerini kaybettiler. Yani bir bakıma önderlerin özden siyasetçi olmaları kendilerine ayrı bir avantaj sağlıyor. Erdoğan’ın liderliği uzun bir siyasi mücadeleye dayanmakta. Akşener ise siyasi tecrübesini seçmen sokağında çok iyi kullanmakta.

DP, AP, ANAP ve AK Parti hareketlerinin bir diğer özellikleri de toplumda iş yapmak isteyen, başarı hikayeleri olan önleri kapanmış siyaset yapmak isteyen sınıflara kucak açmalarıydı. Bugün Konda’ya göre Cumhur İttifakı ve çok parçalı Millet İttifakı bir elmanın yarısı gibi statik olarak bölünmüş durumdalar. İstanbul seçimlerindeki farkı da sandığa hiç gitmeyen Z kuşağı çoğunluklu genç seçmenin ‘artık yeter’ demesi belirledi. Yeni partiler için belki bu konu yoğunlaşabilecekleri en gerçekçi alan.

Gelecek Partisi ve DEVA’nın AK Parti kopuşu yukarıda belirtilen hususlar ölçüsünde değerlendirilebilir. AK Parti’den kopan bu iki partinin neden ayrı kuruldukları hususunda kamuoyu henüz tatmin olabilmiş değildir. Bu ayrışmanın kişisel bir tercih olması seçeneği ise seçmende temel güven kaygısı yaratmaktadır. Siyasi tarihimizde aynı partiden birden çok kopma örnekleri nadir görülmüştür. Bunlarda temel ideolojik nitelikteki ayrışmalardır. Gelecek ve DEVA’ya baktığınızda gerek kadrolar gerekse de programların nitelikleri benzeşmektedir. Her iki partide de diğer partilere nazaran ülkenin nitelikli siyaset yapmak isteyip önleri açılmayan, yıpranmamış idealist insanları mevcuttur. Bu anlamda Gelecek Partisi’nin eski siyasetçi kadrolarının siyasi tecrübelerinin daha fazla olduğunu görebiliyoruz. Buna karşın DEVA’nın ise Z kuşağı ve eğitimli genç kuşak nezdinde henüz kararlılığa döndürülememiş bir sempatisini tespit edebiliyoruz.

YAPISAL ÖZELEŞTİRİ BİR GEREKLİLİK

Her iki partinin liderleri de AK Parti’nin altın çağına kendilerinin önemli katkıları olduğunu ifade etmekteler. Ancak AK Parti döneminin hatalarını ise sahiplenmemekteler. Bu anlamda yapısal ve tarihsel bir özeleştiri yapmadıkları müddetçe iki partinin işleri zor gözükmekte. Eğer AK Parti’nin tarihsel misyonunu bitirdiğini farz edersek gelecek siyasetin Neo AK Partilere ihtiyacının olmadığını görmemiz gerekebilir. Seçmende, ilgili parti yetkilileri kabul etmemesine karşın böyle bir algı devam etmekte. Siyasette bir çıkış arayan Kürt mahallesinin ise bu iki partiye teveccühü tahminlerin ötesinde gözükmekte. Akşener’in bu her iki partiye nazaran kısmen vizyon, kadro ve yıpranmış siyasetçilerle çalışma sorunu varken neden seçmen sokağında karşılık ve başarı bulabildiğinin bu iki parti tarafından ciddi analiz edilmesi gerekiyor.

Akşener’in nasıl potansiyel tabanının vizyoner bir Türk milliyetçiliği ve toleranslı sekülerlik ile dönüştürmesi gerekliliği varsa Davutoğlu ve Babacan’ın da muhafazakâr tabanlarını benzer nedenlerle dönüştürebilmeleri ve ikna edebilmeleri gerekmekte. Erdoğan’ın geniş muhafazakâr kitleyle kurduğu karizmatik güven ilişkisi varken bu zor gözükebilir. Zira Erdoğan muhafazakâr tabanı AB, çözüm süreçlerine, Türk-İslam sentezine, beka odaklı ‘ulusalcılığa’ hep ikna edebilmiş ve sıkça dönüştürebilmişti. Güven de ehliyet liyakat esası da duygu bağlarının sağlanması ve güçlendirilmesi de önem taşır. Sosyolojimizde son kertede nitelikli genç kadrolar, radikal dönüşümler ve programlar önemliyse de siyasi hareketlerin liderlerinin güvenilir ve ikna edicilikleri belirleyici olmakta.