Sözleşmeli er...

20 ayda 131 şehit.

Sözleşmeli er...


Sözleşmeli er...

Sınır ötesinde, eksi bilmem kaç derecede çadırların bulunduğu, adını “geçici üs” koydukları 2000 rakımlı tepelerde şehit olan sözleşmeli piyade erlerimiz;

Semih Yılmaz 23 yaşında, Kemal Arslan 22 yaşında, Enis Budak 22 yaşında, Çağatay Erenoğlu 25 yaşında, Yasin Karaca 23 yaşında, Cebrail Dündar 25 yaşında, Emre Taşkın 22 yaşında.

Sözleşmeli uzman piyade erbaşlarımız;

Abdülkadir İyem 25 yaşında, Ahmet Arslan 25 yaşında, İsmail Yazıcı 31 yaşında, Mehmet Serinkan 32 yaşında.

Ve piyade teğmenimiz; Ramazan Günay 22 yaşında.

Teğmen Ramazan Günay dışında, şehitlerimiz rütbesiz erler ve en küçük rütbeliler olan erbaşlar… Bir ortak özellikleri daha var; hepsi sözleşmeli personel.

Nedir sözleşmeli er?

Tanım şöyle; “… ihtiyaçlar doğrultusunda görevlendirmelerde bulunan, belirli bir ücret karşılığında istihdam edilen rütbesiz erlere, ‘sözleşmeli er’ denir”.

Sözleşmeli erbaş ve er kanunu 2011 yılında çıkarılmış. Kanunun amacı; “…kritik ve uygun görülen görevlerde, yetişmiş personel ihtiyacını karşılamak maksadıyla istihdam edilecek sözleşmeli erbaş ve erlerin; temini, yetiştirilmeleri…”

Kanunu okudukça şaşırdım… “Kritik ve uygun görülen görevlerde” ve “yetişmiş personel ihtiyacını karşılamak maksadıyla…”

İçim sıkışarak okumaya devam ettim.

Eğitim süresini aradım. Kanunda bir hüküm yok, yönetmelikte ise “düzenlemeler çerçevesinde belirlenir” gibi genel bir anlatım var.

Şehit erlerimizin giriş tarihlerine baktım; 2021 ve 2022 yılları.

“Yetişmiş personel ihtiyacını karşılayacak” olanlar “bir iki yıllık erler” oldu, öyle mi?

“Kritik ve uygun görülen görevler” de sınır dışında… Kar yağdığında, sis çöktüğünde ulaşım irtibatı kesilen yüksek yüksek rakımlı tepelerde çadırlar ile kurulan geçici üslerde.

Sınır ötesi için “yetişmiş personel”, bir iki yıllık sözleşmeli erler mi? Yıkık kerpiç duvarlı evlerden çıkan ve sözleşmeli er olmayı tercih eden çocuklar.

Geçici üssün yeri, kalış süresi, neden kalekol kurulmadığı soruları fazlası ile tartışıldı.

Ama görüyoruz ki bu soruların sorulmasını istemeyen birileri var.

Önemli olan 12 evlat değil, bu soruların sorulmaması.

Önemli olan 12 canın bugün aramızda olmaması değil, CHP’nin bildiriye imza atmamış olması… Hatta Özgür Özel’in memleketinde cenaze törenine katılmış olması…

Ama hiçbiri 12 evladın neden öldüğü sorusuna cevap veremiyor.

20 ayda 131 şehit.

Neden?

Cevap yok ama tehdit var.

Cevap yok ama hakaret var…

Cevap yok ama utanmadan sıkılmadan “vatan, millet, şehit” edebiyatı var…

Neden şehitler 40 yıldır bitmedi? Daha kaç yıl şehit vereceğiz, 10 yıl, 20 yıl? Kaç yıl sonra bitecek?

Silahtan ölüm çıkıyor, sonuç çıkmıyor.

“Dağlarda PKK’yı bitirdik” demiştiniz, bitmemiş, bitirememişsiniz… Doğruyu söylememişsiniz.

“Dağlarda savaşı kazanırım” diyen PKK kazanmadı, kazanamayacak da…

Ama artık yeni bir aşamaya geçmek gerekmiyor mu?

Onurlu ve eşit barış zamanına… Ne Türk ne de Kürt çocuklarının ölmediği, ölmeyeceği zamanlara.

Elbette barış siyasetin işi ama önce temel bir çatıya ihtiyaç var; eşit yurttaşlık kabulüne…

Dün 34 insanımızın paramparça olduğu Roboski’nin 12.yıl dönümüydü, ne oldu?

Sorumlular ortaya çıktı mı, cezalandırıldı mı?

“Eşit yurttaşlık” anlayışının buralarda bulunmadığının en yürek burkan göstergelerinden biri Roboski katliamı değil mi?

Eşit yurttaşlık anlayışını hayata geçirirken “benden olmayan düşmanımdır, vatan hainidir” anlayışını da bitirmemiz gerekiyor.

Bunu bu iktidar nasıl yapacak?

Onlar, insanlar arasındaki düşmanlığı körüklerken AK Parti ve yavru ortağı gibi düşünmeyeni de düşman görüp, “yolda gezemez” olmakla tehdit ediyorlar.

Ölüme bile, 12 şehidin yüreklere düşen acısına bile aldırmıyorlar.

Halbuki bütün insanlığın benimsediği ortak bir tavır vardır, cenazede hayat durur, ölüm kendi gerçeğini tüm ağırlığıyla anımsatır. Sessizliği ve sakinliği sağlar.

21 yaşında Enis’in cansız bedeni tabut içindeyken utanmadan sıkılmadan “Özgür dışarı” diye bağıranlarda şehit askerimize, insana, ölüme saygının zerresi yoktu.

“Ne olursa olsun iktidar da kalma saplantısı”, insani değerleri inkâr noktasına getirdi bunları.

Amaç, toplumu da oraya sürüklemek…

Dün İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 3 üyesinin Anayasal düzene karşı kalkışma sayılacak Can Atalay kararını da bu çerçeveye ilave edin…

Hakimler marifetiyle anayasaya kalkışma da düpedüz şiddet demektir…

Ülke felakete sürükleniyor…

Vicdan, sağduyu, hak ve hukukun yerini de şiddet kutsaması almakta…

Böyle bir ortamda yeni yılı kutlamak zorunda kalmamız hüznümüzü daha da artırıyor.

Gene de gelenektir, tüm okurlara mutlu bir yıl diliyorum.

FİGEN ÇALIKUŞU / KARAR