İstifası birkaç boyutla tartışıldı. Birincisi istifa gerekçesi olarak yaptığı açıklama. Şöyle diyor: “Eşbaşkanlarımızı tenzih ederek, parti yönetiminde bulunan hâkim bir anlayışın HDP’nin gücü, anlamı ve değerleri hilafına demokratik teamüllerden uzak tutumlarında ısrarları nedeniyle HDP’den istifa ettim. Kararım bireysel bir politik tutumun yansıması olup herhangi bir komplo teorisine itibar edilmemesi temennimdir.”
Söz konusu terör örgütü PKK’nın siyasi kanadı olan HDP olunca, “parti yönetiminde bulunan hâkim bir anlayışın HDP’nin gücü, anlamı ve değerleri hilafına demokratik teamüllerden uzak tutumları” içerikli istifa gerekçesi pek de inandırıcı değil.
HDP’nin terör örgütünün dağ kadrosunun kontrolünde bir parti olduğunu; demokrasiyle, teamülle, hukukla, insan haklarıyla herhangi bir ilgisi olmadığını anlamak için içine girip milletvekili seçilmeye gerek var mı?
BEBEK KATİLİ PKK
PKK’nın Türk-Kürt ayırmadan, kadın, çocuk, bebek, köylü, işçi, asker, polis, korucu demeden masum insanları katlederken HDP’nin sessiz kaldığını, belediye başkanlarının, milletvekillerinin teröristlere destek verdiğini bilmeyen var mı?
Demokratik teamülmüş, hadi oradan...
O yüzden başta söylediğim cümleye döneceğim: Ahmet Şık’ı yakından tanıyanlar bir projesi olmadan adım atmayacağını bilir.
Yani, istifasını yaptığı açıklamaya bakarak değil, bundan sonra yapacaklarını dikkate alarak değerlendirmek lazım. Onun için herkes ve her şey araç olabilir. Gazetecilik de milletvekilliği de...
Bazıları istifa gerekçelerini tartışırken, o çoktan arkadaşlarıyla yeni projesini hayata geçirmeye başlamıştır. Dediğim gibi, ben de herkes gibi izlemeye devam edeceğim.
LİNÇ KAMPANYASI
Olayın ikinci bir boyutu var. Ahmet Şık’ın istifa kararını açıklaması sonrası sosyal medyada linç başladı. Birisi Ahmet Şık’a, diğeri bana yönelik.
Zaten bu yazıyı kaleme almamın nedeni bu. Yoksa ne istifası ne de gerekçesi beni ilgilendiriyor. HDP seçmeni istifayı, partiye, davasına ihanet olarak görürken, bir kısmı da “Ergenekoncu, milliyetçi, İttihatçı, Kemalist” gibi ifadeler kullandı. Neredeyse, işbirlikçi ajan diyenler bile çıktı.
Şimdi gelelim lincin benimle ilgili kısmına.
Linç grupları hemen beni Ahmet Şık ile kıyaslayan mesajlar atmaya başladılar. Akılları sıra tartışmayı Ahmet Şık’ın istifasından benim üzerime yöneltip algı operasyonu yapmaktı. Malum, 2011 yılında FETÖ’nün kumpasıyla 376 gün Silivri Cezaevi’nde Doğan Yurdakul, Ahmet Şık ve ben aynı koğuşta kaldık. Tutuklanır tutuklanmaz dışarıda Ahmet Şık’ın arkadaşları ANGA diye bir grup kurarak ikimizi savunmaya başladılar. (ANGA meselesini İsmail Saymaz bir gün anlatır belki) Çabaları ikimiz açısından önemliydi ama iki yönden eksikti. Birincisi, Odatv’den tutuklanan diğer gazetecileri savunmuyorlardı, ikincisi Ahmet ile benim aramdaki farkı göz ardı ediyorlardı. Neyse, yine de emekleri için her zaman teşekkür ettim. Ama öyle bir algı oluştu ki insanlar Ahmet Şık ile benim çok yakın dost olduğumu, aynı siyasi görüşü paylaştığımızı zannettiler. Ama çoğunluğu da biliyordu ki biz Ahmet ile taban tabana zıt görüşleri olan, onun da deyimiyle yalnızca “koğuş arkadaşıydık.” Öyle ki Ahmet’e yakın olanlar beni HDP ve sosyalist grupların parçası, beni tanıyanlar Ahmet Şık’ı, Atatürkçü zannediyordu. Nitekim Ahmet Şık HDP’den milletvekili olunca Atatürkçü kesimlerdeki şaşkınlık anlatılır gibi değildi.
DEMİRTAŞ BİLE TWEET ATTI
Öyle ki eski HDP Başkanı Selahattin Demirtaş bile Ahmet Şık’ın yanında benim de adımı geçirerek tutukluluğumun bitmesini talep eden tweet atmıştı. Şimdi birileri, “O Selahattin Demirtaş’ın insanlığı” diyecekler. Peki kardeşim, beraber tutuklandığımız Odatv gazetecileri insan değil miydi, aynı davada yargılanmıyor muyduk!
Ama aramızdaki farkı en iyi ANGA üyeleri, küçük bir grup, tabii ki Ahmet Şık ile ben biliyorduk. Nitekim ayrılığımız tahliye olduğumuz 12 Mart 2012 Silivri Cezaevi kapısında başlamıştı. O ayrı, ben ayrı çıkmıştım. Bu konunun bir gün muhasebesinin yapılacağını o günlerden hissediyordum.
Ben duygularını, düşüncelerini saklayan birisi olmadığım için tahliye olduğumuz 12 Mart 2012’ye dair düşüncelerimi, Ahmet Şık bir kez daha tutuklandıktan sonra 30 Aralık 2016 günü Posta gazetesindeki köşemde şöyle yazmıştım:
“Kardeşlik hukuku”
12 Mart 2012’de biz de tahliye edildik. Koğuşta son saatlerimizi geçirirken, ‘376 gün beraber yattık, beraber üzüldük, beraber sevindik. Hapishane arkadaşı olarak artık sen benim ölene kadar kardeşimsin. Ayrı yerlerde olsak da sonu ne olursa olsun yanında olmak benim kardeşlik görevim. Ben ölürsem sen, sen ölürsen ben mezara koyarım’ demiştim. Hiçbir şey bana o günlerin dayanışmasını unutturamaz. Çünkü bana insanlığımı unutturacak hiçbir siyasi savaşım yoktur. Hapisten çıktıktan sonra çok karşı karşıya getirmeye çalıştılar, bizi birbirimizle kıyaslayarak kendi sığ siyasi kavgalarının aracı haline getirmeye uğraştılar. Ama ne Ahmet ne de ben bunun parçası olduk. Aramızdaki mahpusluk, kardeşlik hukuku hiç bozulmadı. Çünkü Ahmet, Doğan Yurdakul ile o çileli sürecin, o soğuk günlerin ortağıydı. Gün gelip ‘kardeşim’ dediğini infaz edebilecek düzeyde sığ ideolojileri ve çatışmayı hayatının merkezine koyanların bunu anlaması mümkün değil.”
O BEN DEĞİL, BEN O DEĞİLİM
Bu sözlerime rağmen ne zaman Ahmet Şık adı gündeme gelse linç grupları benim adımı kattılar. Daha da kötüsü Ahmet’in arkadaşları grubu üyeleri de haber göndermeme, çağrı yapmama rağmen “Durun, Nedim’i Ahmet’in siyasi düşünceleri ya da tutumu üzerinden değil kendi düşünceleri, tutumu üzerinden linç edin. Çünkü onlar cezaevine girmeden önce de farklı insanlardı” diye bir açıklama yapmadılar.
Ahmet Şık da olan bitene hep seyirci kaldı. Çünkü benim adımı ortaya attıklarında onların yaptıklarına yönelik tartışmanın ekseni kayıyordu.
Oysa farkımız açıktı: Ahmet Şık devlete terörist der ama terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı HDP’den milletvekili olur, terörist dediği devletten de maaşını alır.
Benim içinse terörist devlet değil PKK’dır. Fark bu kadar net yani...
Gazetecilik konusundaki farkımız da başka bir yazıya artık.
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/nedim-sener/su-ahmet-sik-meselesi-41510621
NEDİM ŞENER / HÜRRİYET
Şu Ahmet Şık meselesi
Ahmet Şık HDP’den istifa etmiş. Mutlaka bir başka projesi vardır. Onu yakından tanıyanlar, bir projesi olmadan adım atmayacağını bilirler. Ne olduğunu, kimlerle olduğunu yakında tüm Türkiye görür. Tabii ben de izleyeceğim.
İstifası birkaç boyutla tartışıldı. Birincisi istifa gerekçesi olarak yaptığı açıklama. Şöyle diyor: “Eşbaşkanlarımızı tenzih ederek, parti yönetiminde bulunan hâkim bir anlayışın HDP’nin gücü, anlamı ve değerleri hilafına demokratik teamüllerden uzak tutumlarında ısrarları nedeniyle HDP’den istifa ettim. Kararım bireysel bir politik tutumun yansıması olup herhangi bir komplo teorisine itibar edilmemesi temennimdir.”
Söz konusu terör örgütü PKK’nın siyasi kanadı olan HDP olunca, “parti yönetiminde bulunan hâkim bir anlayışın HDP’nin gücü, anlamı ve değerleri hilafına demokratik teamüllerden uzak tutumları” içerikli istifa gerekçesi pek de inandırıcı değil.
HDP’nin terör örgütünün dağ kadrosunun kontrolünde bir parti olduğunu; demokrasiyle, teamülle, hukukla, insan haklarıyla herhangi bir ilgisi olmadığını anlamak için içine girip milletvekili seçilmeye gerek var mı?
BEBEK KATİLİ PKK
PKK’nın Türk-Kürt ayırmadan, kadın, çocuk, bebek, köylü, işçi, asker, polis, korucu demeden masum insanları katlederken HDP’nin sessiz kaldığını, belediye başkanlarının, milletvekillerinin teröristlere destek verdiğini bilmeyen var mı?
Demokratik teamülmüş, hadi oradan...
O yüzden başta söylediğim cümleye döneceğim: Ahmet Şık’ı yakından tanıyanlar bir projesi olmadan adım atmayacağını bilir.
Bazıları istifa gerekçelerini tartışırken, o çoktan arkadaşlarıyla yeni projesini hayata geçirmeye başlamıştır. Dediğim gibi, ben de herkes gibi izlemeye devam edeceğim.
LİNÇ KAMPANYASI
Olayın ikinci bir boyutu var. Ahmet Şık’ın istifa kararını açıklaması sonrası sosyal medyada linç başladı. Birisi Ahmet Şık’a, diğeri bana yönelik.
Zaten bu yazıyı kaleme almamın nedeni bu. Yoksa ne istifası ne de gerekçesi beni ilgilendiriyor. HDP seçmeni istifayı, partiye, davasına ihanet olarak görürken, bir kısmı da “Ergenekoncu, milliyetçi, İttihatçı, Kemalist” gibi ifadeler kullandı. Neredeyse, işbirlikçi ajan diyenler bile çıktı.
Şimdi gelelim lincin benimle ilgili kısmına.
Linç grupları hemen beni Ahmet Şık ile kıyaslayan mesajlar atmaya başladılar. Akılları sıra tartışmayı Ahmet Şık’ın istifasından benim üzerime yöneltip algı operasyonu yapmaktı. Malum, 2011 yılında FETÖ’nün kumpasıyla 376 gün Silivri Cezaevi’nde Doğan Yurdakul, Ahmet Şık ve ben aynı koğuşta kaldık. Tutuklanır tutuklanmaz dışarıda Ahmet Şık’ın arkadaşları ANGA diye bir grup kurarak ikimizi savunmaya başladılar. (ANGA meselesini İsmail Saymaz bir gün anlatır belki) Çabaları ikimiz açısından önemliydi ama iki yönden eksikti. Birincisi, Odatv’den tutuklanan diğer gazetecileri savunmuyorlardı, ikincisi Ahmet ile benim aramdaki farkı göz ardı ediyorlardı. Neyse, yine de emekleri için her zaman teşekkür ettim. Ama öyle bir algı oluştu ki insanlar Ahmet Şık ile benim çok yakın dost olduğumu, aynı siyasi görüşü paylaştığımızı zannettiler. Ama çoğunluğu da biliyordu ki biz Ahmet ile taban tabana zıt görüşleri olan, onun da deyimiyle yalnızca “koğuş arkadaşıydık.” Öyle ki Ahmet’e yakın olanlar beni HDP ve sosyalist grupların parçası, beni tanıyanlar Ahmet Şık’ı, Atatürkçü zannediyordu. Nitekim Ahmet Şık HDP’den milletvekili olunca Atatürkçü kesimlerdeki şaşkınlık anlatılır gibi değildi.
DEMİRTAŞ BİLE TWEET ATTI
Öyle ki eski HDP Başkanı Selahattin Demirtaş bile Ahmet Şık’ın yanında benim de adımı geçirerek tutukluluğumun bitmesini talep eden tweet atmıştı. Şimdi birileri, “O Selahattin Demirtaş’ın insanlığı” diyecekler. Peki kardeşim, beraber tutuklandığımız Odatv gazetecileri insan değil miydi, aynı davada yargılanmıyor muyduk!
Ama aramızdaki farkı en iyi ANGA üyeleri, küçük bir grup, tabii ki Ahmet Şık ile ben biliyorduk. Nitekim ayrılığımız tahliye olduğumuz 12 Mart 2012 Silivri Cezaevi kapısında başlamıştı. O ayrı, ben ayrı çıkmıştım. Bu konunun bir gün muhasebesinin yapılacağını o günlerden hissediyordum.
Ben duygularını, düşüncelerini saklayan birisi olmadığım için tahliye olduğumuz 12 Mart 2012’ye dair düşüncelerimi, Ahmet Şık bir kez daha tutuklandıktan sonra 30 Aralık 2016 günü Posta gazetesindeki köşemde şöyle yazmıştım:
“Kardeşlik hukuku”
12 Mart 2012’de biz de tahliye edildik. Koğuşta son saatlerimizi geçirirken, ‘376 gün beraber yattık, beraber üzüldük, beraber sevindik. Hapishane arkadaşı olarak artık sen benim ölene kadar kardeşimsin. Ayrı yerlerde olsak da sonu ne olursa olsun yanında olmak benim kardeşlik görevim. Ben ölürsem sen, sen ölürsen ben mezara koyarım’ demiştim. Hiçbir şey bana o günlerin dayanışmasını unutturamaz. Çünkü bana insanlığımı unutturacak hiçbir siyasi savaşım yoktur. Hapisten çıktıktan sonra çok karşı karşıya getirmeye çalıştılar, bizi birbirimizle kıyaslayarak kendi sığ siyasi kavgalarının aracı haline getirmeye uğraştılar. Ama ne Ahmet ne de ben bunun parçası olduk. Aramızdaki mahpusluk, kardeşlik hukuku hiç bozulmadı. Çünkü Ahmet, Doğan Yurdakul ile o çileli sürecin, o soğuk günlerin ortağıydı. Gün gelip ‘kardeşim’ dediğini infaz edebilecek düzeyde sığ ideolojileri ve çatışmayı hayatının merkezine koyanların bunu anlaması mümkün değil.”
O BEN DEĞİL, BEN O DEĞİLİM
Bu sözlerime rağmen ne zaman Ahmet Şık adı gündeme gelse linç grupları benim adımı kattılar. Daha da kötüsü Ahmet’in arkadaşları grubu üyeleri de haber göndermeme, çağrı yapmama rağmen “Durun, Nedim’i Ahmet’in siyasi düşünceleri ya da tutumu üzerinden değil kendi düşünceleri, tutumu üzerinden linç edin. Çünkü onlar cezaevine girmeden önce de farklı insanlardı” diye bir açıklama yapmadılar.
Ahmet Şık da olan bitene hep seyirci kaldı. Çünkü benim adımı ortaya attıklarında onların yaptıklarına yönelik tartışmanın ekseni kayıyordu.
Oysa farkımız açıktı: Ahmet Şık devlete terörist der ama terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı HDP’den milletvekili olur, terörist dediği devletten de maaşını alır.
Benim içinse terörist devlet değil PKK’dır. Fark bu kadar net yani...
Gazetecilik konusundaki farkımız da başka bir yazıya artık.
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/nedim-sener/su-ahmet-sik-meselesi-41510621
NEDİM ŞENER / HÜRRİYET