Şule Yüksel Şenler muhafazakar kadınlara diyor ki...

Şule Yüksel Şenler, Gençliğin Izdırabı kitabında diyor ki:

Şule Yüksel Şenler muhafazakar kadınlara diyor ki...




Elinize aldığınız Gençliğin Izdırabı isimli bu eseri ilk olarak 1968 yılında kaleme alarak neşretmiştim. O günden bu güne aradan uzun yıllar geçti...

 

Şule Yüksel Şenler, Gençliğin Izdırabı kitabında diyor ki:

"Elinize aldığınız Gençliğin Izdırabıisimli bu eseri ilk olarak 1968 yılında kaleme alarak neşretmiştim. O günden bu güne aradan uzun yıllar geçti. Gençliğin Izdırabı’nı kaleme aldığım sırada ben de o yılların gençliği içinde bulunuyordum. Aynı ızdırablı gençliğin içinden o ızdırabları duyarak, yaşayarak gelen biriydim.

Yorgun, bitkin, yaralı, mutsuz ve perişan bir gönülle hidayet bahçesine adım attığım andan itibaren, bu sonsuzluk bahçesinin gül kokulu râyihalarıyla sermest olan gönlüm bir anda şifa bulmuş, eski yorgunluk ve perişaniyetimin, yaralı ve umutsuzluğumun yerini “îman”ın verdiği huzur, zindelik, ümit, neş’e ve dopdolu bir şevk ve azim almıştı..

Âşıktım üstelik... Hem ölesiye...

Öyle bir dâvanın göz kamaştıran nurlu ufuklarına açmıştım ki gözlerimi, bu ebedi mânâ güzelliğine meftun olmamak mümkün değildi.

Sevdâlıydım, sevdâlı...

 

Uğruna can verilecek gerçek sevgiliyi bulmuştum nihayet.. Ve O sevgilinin ebedî saadetle noktalanan nurlu yolunu...

Evet, bulmuştum... Arşimed’in “Buldum, buldum!..” diyen sevinçli feryadlarına eş, haykırmak istiyordum... Yalnız eşim, dostum, çevrem değil, bütün dünya duysun istiyordum. Tek ve şaşmaz gerçeği, eskimez ve pörsümez yeniyi, çağlar üstü yegâne hayat nizamını, huzur ve saadet iksirini, ebedî saadete açılan kapının anahtarını, bütün mânevi hastalık ve illetlerin devasını, “Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesinin ittiba-ı Kur’an” olduğunu, nasıl bulduğumu, nasıl anladığımı... Ve sonra neler, neler hissettiğimi...

Duygularım ne kadar coşkulu ki, bir türlü kalbime sığamıyordu...

Bu nasıl dâvaydı böyle?..

Ve bu nasıl sevdaydı?...

Yakıp yıkıp kavuran, kül edip küllerini göğe savuran, seni senden alıp senden koparan, gönlünü Mecnun gibi Leylâ’ya yandıran, zâri zâri Mevlâ’nın yollarında dolandıran bu nasıl sevdaydı böyle?..

Ama elbette böyle olmalıydı...

Böyle dâvaya böyle sevda yaraşırdı zira... Zira bu dâvanın büyüklüğünü, yüceliğini, mânâsını, sırrını, neticesini, semeresini, meyvelerini, ecrini, derecesini ne kalem tasvir edebilirdi hakkıyla, ne de kelâm... Kalem de, kelâm da âciz kalırdı evet... Öylesine yüceydi bu dâva...

“İlâ yı Kelimetullah dâvası!”

Az şey miydi bu?.. İlâhi kelâmı, yani Kur’an’ı, yani Allah’ın yegâne ve hak dinini, Allah’ın (c.c) şânını ve yüceliğini bütün dünyaya ilân etmek, onu dünyaya hakim kılmak!.. “Yeryüzünde din, yalnız Allah’ın dini oluncaya kadar...” çalışmak ve bu yolda can ve malla mücadele etmek, Allah yolunda fisebilillâh gayret göstermek...

Evet, karasevdalıydım artık eşi benzeri bulunmayan bu nurlu, bu yüce ve kudsî dâvaya...

“Yazık ettin güzelliğine; örtüler altına gizlemekle... Heder ettin gençliğini; nefse hoş gelen şeyleri “haram” diye reddetmekle... Mahvettin istikbalini; kuru (!) bir dâvanın peşine düşmekle!..” diyerek, nasihat (!) edip, acıyarak yüzüme bakanlara nasıl da acıyordum...

Ama anlatamıyordum bir türlü..

Allah’a (c.c) yönelmekle gençlik ve güzelliğimin bil’akis heder olmaktan kurtulup, ebedileşeceğini, daimi ve bâki bir gençlik ve güzelliğe münkalib olacağını, adımımı ise böyle bir dâvaya gönül vermekle en sağlam ve en kârlı bir istikbal yoluna atmış bulunduğumu anlatamıyordum...

Aslında ben anlatıyordum, hem de ikna edici delillerle pek güzel ve ikna edici şekilde anlatıyordum da, onlar anlamıyorlardı ne yazık ki... Belki de anlamak istemiyorlardı... Belki de Kur’an-ı Kerim’de Yaradıcımızın bildirdiği “ilahi hakikatlere karşı kalbleri mühürlü, kulakları sağır, gözleri kör” olan haktan nasipsizler, gafiller güruhundandılar da, tek ve mutlak gerçeğe, çağlar üstü bir ilâhi nizama karşı kalbleri böylesine duygusuz, kulakları böylesine sağır ve gözleri böylesine kör olabiliyorlardı...

Ama olsun varsındı, onlar anlamasınlardı.

Nasıl olsa bir türlü anlamak istemedikleri, duymaktan kaçındıkları, karşılaşmamak için köşe bucak saklanmaya çalıştıkları, kendileri için o pek acı ve katı gerçekle bir gün mutlaka burun buruna gelecekler, kafaları en sert biçimde toslayacaktı o şaşmaz, değişmez ve asla kaçınılmaz olan gerçeğe!.

Benimse hedefim başka idi..

Kendisinden saklanılan nurlu gerçeklere muhtaç, mânevi susuzluğunu giderecek âb-ı hayata müştak, keşmekeş, gayesiz, bunalımlı hayatına son verecek olan huzur iksirini kana kana içmeye hasret bir gençlik vardı karşımda... Gaflet gömleğini üzerimden sıyırarak aralarından çıktığım, zavallı, bedbaht gençlik... Ve yine örtülerime bürünerek saflarından ayrıldığım, İslâm’dan ve İslâm’daki örtünmenin sebep ve hikmetlerinden dahi habersiz nice nice biçare hemcinslerim...

İşte Gençliğin Izdırabı, bu duygularla kaleme alındı o günlerde... Nasıl, nasıl kapışıldı... Nasıl elden ele, gönülden gönüle dolaştı durdu yıllar yılı, o dönemleri yaşayanlar bilir ancak. Gençliğin ızdırabına sanki şifa veren bir merhem olmuştu bu eser...

O zamanlar tek emelim; uyanan, gerçekleri hakkıyla kavrayan, İslâm’ın ruhu ve dâvanın şuurunu gönlüne sindirmiş, imanlı, ahlâklı, ilimli, edebli, aksiyoner, cevval mi cevval, mücahid ve mücahideler ordusu bir neslin yetişmesiydi.

Gece gündüz demeden, önümüze dikilen 163. madde engeliyle çarpışa çarpışa, hapis ve zindanları cana minnet bilerek hep bunun için çalışıyor, çırpınıyor, yeni bir iman neslinin ümidiyle kavrulup, duruyordum.

Ümitlerin ateşli bir hasret olup, bağrımızı yakıp, dağladığı o yıllarda, bu ümitli bekleyişi Gençliğin Izdırabı’nın sahifelerinde, coşkun bir duygu çağlayanı içinde şöyle dile getirmiştim:

“Ellerimiz du’ada titrek titrek, gözlerimiz ufukta yaş yaş, kalblerimiz âtide ümit ümit: Yeni bir nesil bekliyoruz.

Gelecek mi, diye endişelenmek yersiz.. Du’a, yaş ve ümit!.. Bu üç şey bir araya gelir de, Kerim ve Rahim olan Rabbimiz, beklenileni ihsan etmez mi va’dinin hilâfına?.. İşte biz de bekliyoruz!..”

Nitekim bu ihlâslı du’alar ve gayretleri boşa çıkarmadı Kerim ve Rahim olan Rabbimiz. Bugün nihayet gözleri kamaştıran haşmetli bir gerçekle; bizim hayallerimizin, rüyalarımızın, du’alarımızın kahramanı, ümit kaynağımız bir nesille karşı karşıyayız çok şükür..

Evet, “Dâvasına inanmış, dâva aşkıyla yanmış, kalbi uyanmış... Her engeli aşacak, volkan gibi taşacak, Allah deyip coşacak... Vatan için şeref, şan, ilim, fenne çalışan, fezalarla yarışan... Alnı secdeye varan, daim Hakk’a yalvaran, hem cesur, hem kahraman... Kalbi aşkla nâr olmuş, ecdâdına yâr olmuş, Allah demiş, var olmuş... Millete hor bakmayan, doğru yoldan sapmayan, puta-muta tapmayan... Gücünü Hak’tan alan, yalnız Hakk’a kul olan, çoktan beri kaybolan... İlim fenni alacak, tefekküre dalacak, “Bir nesli kurtaracak” bir nesil doğmuştu nihayet!..

Ümit nesli... Beklenilen nesil... Ne derseniz, deyiniz... O; evvelce arzuladığımız ve kendisine de pek yaraşan değerli vasıflara sahip olarak, memleket sahnesindeki şerefli yerini almıştır bugün Elhamdülillâh... Bugün çok şükür devletin en üst kademelerinden en alt kesimine kadar inançlı dindar insanlara sahibiz. Bu kitabın yazıldığı tarihlerde o Müslümanlar o kadar çok şeylerden mahrumdu ki, bugünleri o yıllarda hayal bile edemezdik. Dindar Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız var. Bakanlar, milletvekilleri, kaymakamlar, valiler, bürokratlar, rektörler, dekanlar çoğunlukla inançlı insanlardan. Başörtü yasağı yok, her yerde serbest. Genelkurmay Başkanı, Komutanlar inançlara saygılı, askerle birlikte namaz kılanlar var.

Binlerce, on binlerce, yüz binlerce, milyonlarca, sonsuz kere Elhamdülillâh!..

Ne var ki, yazıldığı tarihten itibaren aradan yıllar geçmesine rağmen, Gençliğin Izdırabı’nın vazifesi henüz bitmemiştir.

Çünkü hâlâ ızdırap çeken gençler, el uzatılmayı bekleyen, kurtuluş arayan insanlar var.

Ama daha önemlisi, bu kitabın yazıldığı dönemlerde ızdırap çeken, mücadele eden insanlarımızın neredeyse çoğu, çektikleri ızdırabı, verdikleri mücadeleyi unutmuş, kimi hassasiyetlerini kaybetmiş görünüyorlar. O yüzden maalesef kendi çocuklarını ihmal edenlerin sayısı az değil. Yıllar önce başörtü mücadelesi veren kimi kadınlarımız var ki, kızlarının açılmalarını, hatta aşırı serbest olmasını hoş karşılıyor ki, şaşırıyorum.

Huzur Sokağı’nın, Gençliğin Izdırabı’nın yazıldığı dönemlerde genelde anneler açık, kızlar kapalıydı. Bugün ne yazık ki, o kapalı annelerden bir kısmının kızları ya açık, ya da açıktan beter güya kapalı.

Yine üzülerek gördüğüm başka bir hadise daha var. Bu kitapları yazdığımız dönemlerde hem mücadele veriliyor, hem de kitap okunuyordu. Bu kitapları okuyanlar, o dönemdeki nesil, şimdi artık neredeyse kitap okumuyorlar. Kendileri okumadıkları gibi, çocuklarını da bir zamanlar okuduğu hayatlarını değiştiren kitaplardan mahrum bırakıyorlar. Pek çok dindar tesettürlü kızımız o yüzden ya kitap okumuyor, ya da günün modası haline getirilen zararlı fikirlerle dolu kitaplara yöneliyorlar.

Anlaşılıyor ki, bu sefer inançlı anne babaların ihmali yüzünden ızdırap çeken gençlerimiz de var. Gençliğin Izdırabı’nı önce o anne babaların tekrar okumasını, sonra da çocuklarına okutmasını istiyorum.

Gençliğin Izdırabı kitabımız 1968’den bu yana kim bilir kaç baskı yapmıştır?.. Daha önce yayınlayan yayınevleri uzun yıllar müddetince kitabın üzerinde baskı sayısını bildirmediğinden, “Huzur Sokağı” romanımız ve diğer kitaplarımız gibi, bu kitabımızın da kaç baskı yaptığını bilemiyoruz. Ancak kitabın yazılış tarihinde henüz dünyada olmayan bugünün gençliği tarafından da âdeta yeni yazılmış bir eser gibi kapışılırcasına alınıp, su içercesine hararetle okunduğuna bakılırsa, “Gençliğin Izdırabı”, rekor seviyede daha pek çok baskılar yapmaya namzet görülmektedir.

Kitabımızın yeni baskılarında kitap yeniden düzenlendi, gözden geçirildi ve günümüz gençliğinin de istifade edeceği adeta yeni bir kitap oldu.

Gençliğin Izdırabı’nda hem geçmişte yaşanan mücadeleleri, gayretleri görecek, hem de genç kardeşlerimize onların dertlerine tercüman güzel bir yol sunmuş olacaksınız.

Okuyun, okutun ve onu genç evlâtlarınıza, genç kardeşlerinize ve arkadaşlarınıza hediye ediniz."

Okuduğunuz bu yazı Şule Yüksel Şenler’in Gençliğin Izdırabı kitabından alınma. Günümüzdeki kapalılara, davasını unutan muhafazakârlara hitap ediyor.

Yıllar önce yayınlanan kitaptan bugüne yönelik ibret alınacak yönler var.

Asiye Güldoğan

Odatv.com