Şule Yüksel Şenler'in ardından...

Şule Yüksel, Emine Erdoğan’ı Tayyib Erdoğan’la buluşturan isim.

Şule Yüksel Şenler'in ardından...


1938 doğumlu. 2. Dünya Savaşını yaşamış. Tek parti dönemini, çok partili döneme geçişi, Menderes dönemini yaşamış ve darbeyi görmüş bir kişi.

Şule Yüksel’in benim hayatımda çok önemli bir rolü var. Kız kardeşim başörtüsü sebebi ile okuyamıyor. Dayılarımın kızları Ankara’da Şule Yüksel’in açtığı bir Kız İlahiyat Kursuna katılıyorlar. Burada hem dini bilgiler alacaklar, hem de ortaokul ve lise dersleri alıp dışarıdan bitirecekler. Zaten Şule Yüksel de aynı şekilde okuyamamış. Kız kardeşimle hanım bu vesile ile Ankara’da bu kursta tanışıyorlar. Çünkü hanımım da aynı durumda. 1960’lı yıllardan söz ediyorum. Ben 70 sonrası İstanbul’a gelince ve ardından evlenince Asiye de İstanbul’da Şule Yüksel’in çevresi ile buluşuyor ve birlikte çalışmaya başlıyorlar.

Şule Yüksel, Emine Erdoğan’ı Tayyib Erdoğan’la buluşturan isim. Hanımım da bu ortamda yeni bir çevre kazanıyor.

Şule Yüksel Şenler (29 Mayıs 1938 Kayseri - 28.8.2019 İstanbul), aslen Kıbrıslı. 1960’lı yıllarda gazete yazıları ve konferanslarıyla ün kazandı. Küçükken ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etti. Öğrenimini ortaokul ikinci sınıfta bıraktı. Bir terzinin yanında çalışmaya başladı. Örtündü ve kızılca kıyamet koptu. O zamanlar kolaj tekniği ile bugün Photoshop tekniği olarak bilinen bir yöntemle, “Müslüman genç kızlar” için tesettür ve başörtüsü modelleri çiziyordu. Bu modeller daha sonra, malum medya ve çevreler tarafından “Şulebaş” olarak tanıtıldı.

Şule Yüksel yazıları ve konferansları ile bir sözcü ve rol model olmuştu. Genç bir hanım, konuşuyor, yazıyor. Ama o zamanlarda hiçbir kadın hareketi buna destek olmuyordu.

1967’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi, Ali Babacan’ın halası Hatice Babacan, başı örtülü olarak derse girmeye kalkınca Şubat 1968’de senato kararıyla okuldan atıldı. Bunun üzerine, protestocu öğrenciler İlahiyat Fakültesi’ni işgal ettiler.

16 Nisan 1968 tarihli gazetelerde yer alan haberler şöyleydi: İki öğrencinin fakülteden atılışını senato onaylayınca dekan dövmeye kalkan öğrenciler ilahiyat fakültesi binasını işgal etti.

Aslında Şule Yüksel 1959’da, 21 yaşında iken gazetecilik yapmaya başlamıştı. 1965’te tesettüre girdi. Yeni İstiklal gazetesindeki yazıları nedeniyle hakkında davalar açıldı. Anadolu’da verdiği konferanslarla tanındı ve geniş bir destek gördü. Laikçi medya bunu bir irtica provası olarak görüyordu. Cevdet Sunay’a yazdığı bir mektup yüzünden cumhurbaşkanına hakaretten tutuklandı, sekiz ay cezaevinde kaldı. Bu şöhretinin daha da artmasına yol açtı. 1971’de yine cezaevi yolu gözüktü.

Şule Yüksel, tiyatrocu Abdullah Kars’la evlendi. Müslüman çevrenin sinema ve tiyatro, müzikle ilgisi yoktu. 1970’li yılların başında biz 9 arkadaş MTTB sinema kulübünü kurduk ve “Gençlik köprüsü” isimli filmi çektik. Mesut Uçakan, Salih Diriklik, Osman Sınav o gruptandır. Abdullah Kars’ın tiyatrosu gişe rekorları kırmaktadır. Tiyatro bir tebliğ vesilesidir bir bakıma. Halit Refiğ, Metin Erksan “Ulusal sinema tartışması”nı başlatırken, biz “Milli Sinema dedik”. Mustafa Miyasoğlu, Bekir Oğuz Başaran ile “Yeni Sanat” dergisini yayınladık. Gazetelerimizde “sanat-edebiyat sayfaları” yayınlanmaktadır. MTTB’de tiyatro grubu kuruldu. Bütün bunlar aynı dönemde oluyor. Daha sonra bu açılan yoldan birçok sinemacı ve tiyatrocumuz oldu. Bizim ilk sinema tecrübemizde bize en çok destek verenler arasında Yücel Çakmaklı ve Ali Osman Emirosmanoğluvardı.

Sinema tiyatro tamam da “Müzik” konusunu ne yapacağız!. Müzik “Teganni” değil mi idi!. 1980’e gelirken İran devriminin müzikli kasetleri ile müzik sorununu da çözdük. Artık “tef” ile sınırlı değildik. İran’dan gelen Azeri ezgilerin ardından Türkçe ezgilerin de önü açıldı.

Bu dönemle ilgili düşünürken, tiyatroda Hasan Nail Canat,  Ulvi Alacakaptan ilk akla gelen isimler. Mesela o yıllarda Cat Stevens Müslüman oldu. 1977 yılında Müslüman oldu, iki yıl sonra da Yusuf İslam adını aldı. Cat Stevens müziği bıraktı. Çok daha sonra yeniden farklı bir şekilde müziğe başladı. Biz Yusuf İslam’a müziği bıraktırdıktan bir yıl kadar sonra müzikle tanıştık. Aslında biz de, hayatı İslami bir istikamete dönüştürmek isterken, biz de dönüştük.. F.Gülen bu dönüşümü reformist bir çerçevede istikamet olarak başka yöne doğru dönüştürmeye çalıştı. Bugün de, Gülen’e destek veren o derin güç, AK Parti ve diğer Müslüman topluluklar üzerinden ve daha çok da aileye odaklanarak bu dönüşümü kendi istikametlerinde sürdürmeye çalışıyor.

Şule Yüksel Şenler, aslında Müslüman kadının, Müslüman kimliği ile “evininin karanlık köşesi”nden çıkıp, çocuklarını doğurup, saldığı sokak, meydan, pazar, mektepte var olma iddiasının “Ben varım ve buradayım” demenin sembol ismi idi. 1960’ların sonuna doğru başlayan Milli Nizam hareketi ve MSP tecrübesi aynı zamana denk gelir. Müslüman kadın siyasi arenada elindeki karanfillerle meydanlarda boy gösterir.

Ben kravat takmıyordum, kadınlara dokunmuyordum artık, farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşayabileceğimizin bir göstergesi olarak her kesimden insanlarla bir aradaydım.

Şule Yüksel Hanım bir yazar. Bir moda tasarımcısı değil ama öyle bir rol de üstlendi bir bakıma. Bir tiyatrocu ile evlendi. Yazdığı “Huzur Sokağı” romanı film oldu. Zaten Şule Yükselin hayatı baştan sona bir romandır. Sinemayla tanıştı. Gazetelere röportajlar veren, mahkemelerde başı dik, kendini savunan salonlarla kalabalık topluluklara hitab eden yeni bir “Müslüman kadın” profilinin öncülerinden biri. Güzel günler de yaşadı, acı günlerde, onun kahkaha atarken bir resmi var mı bilmiyoruz. Hüzün yüklü buruk bir tebessüm, ona daha çok yakışıyor sanki. Allah hepimizin taksiratımızı affetsin. O günleri özlüyor insan bugün. Aklımızın erdiğince, gücümüzün yettiğince bir şeyler yapmaya çalıştık. Bugün sanki daha çok dünyevileştik. İnşallah tekrar aklımızı başımıza alırız.

Şule Yüksel Şenler, her canlı gibi o da öldü. Şimdi bizim ailemizde iki Şule var, o günlerin hatırası olarak, kız kardeşimin kızı Şule, hanımımın kız kardeşinin kızı Şule ve yine o kız kardeşinin gelini Şule! Şule “alaz, alev, yalım, ışık, parıltı” demektir. O karanlık gecelerin ardından aydınlık bir sabahın ilk işaretini hatırlatır. O ismi ile müsemma “Yükselen” bir değerdi. “Neşeli” bir hayatı olmasa da, “Asude bir bahar ülkesi”ne göç etti. O vefat etti. Çileli bir ömrü vardı. Allah (c.c) ona ve bizlere rahmet etsin. O’ndan geldik ve dönüşümüz O’nadır. Nasıl bilirsiniz derseniz, iyi biliriz. Müslümanlardandı. Selam ve dua ile. 

 

ABDURRAHMAN DİLİPAK / YENİ AKİT