Süleyman'ın, Mustafa'sına şiiri - Muhteşem Yüzyıl 133.Bölüm

Şair, cihan İmparatoru Kanuni’ nin oğlu olan Şehzade Mustafa, Muhlisî mahlası ile şiirler yazardı.

Süleyman'ın, Mustafa'sına şiiri - Muhteşem Yüzyıl 133.Bölüm


Şair, cihan İmparatoru Kanuni’ nin oğlu olan Şehzade Mustafa, Muhlisî mahlası ile şiirler yazardı.

28 Ağustos 1553’ de Nahçivan Seferine çıkan Osmanlı Ordusu, Konya Ereğlisi’nde Aktepe adıyla anılan yere geldiğinde Şehzade Mustafa’ da babasına yetişir ve Cuma günüdür. Ezan okunmadan evvel babasının elini öpmek ister. Otağı hümayuna girdiğinde karşısına yedi dilsiz cellat çıkıverir. Boğuşur onlarla Şehzade. Babasının bulunduğu bölümün perdesini aralayacakken saray hademelerinden azman Mahmut tarafından yere düşürülür ve boğularak öldürülür. Cenazesi Bursa’ ya gönderilir. II.Murat türbesi yakınına defnedilir.

*

“Meded meded bu cihânun yıkıldı bir yanı
Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hânı.

Tolundı mihr-i cemâli bozuldı divânı
Vebâle koydılar âl ile Âl-i Osmânı

Geçerler idi geçende o merd-i meydânı
Felek o cânibe döndürdi şâh-ı devrânı

Yalancınun kurı bühtânı buğz-ı pinhânı
Akıtdı yaşumuzı yakdı nâr-ı hicrânı

Cinâyet itmedi cânı gibi anun cânu
Boğuldı seyl-i belâya tağıldı erkânı

N’olaydı görmeye idi bu mâcerâyı gözüm
Yazuklar ana revâ görmedi bu râyı gözüm”

Taşlıcalı Yahya

*

Bir baba, cihan imparatoru bir baba. Eşiğinde öz oğlu yedi cellat elinde can vermede.. Düşünebiliyor musunuz manzarayı?

*
Tarihler ve tarihçiler; gelişen olayları ve ekranda görünenleri resmederler. Bir fotoğrafçı edasıyla anı geleceğe taşırlar.

Asırlardır Turan ve İran kavgası yapılmıştır. Biz Turanîler koşmaktan, iklim değiştirmekten, göçmekten dinlenmeye, eğlenmeye fırsat bile bulamamışız. Bilmem kaç yüz yıl İran’ı dahi bizim Turanîler yönettiği halde, İranlı Firdevsî’ nin çoğunu uydurduğu, hayâl dünyasından çıkardığı Zal, Zaloğlu Rüstem hikâyeleriyle dolu “Şehnamesi”nden kopyala yapıştır yoluyla bizim destanlarımıza ulaşmaya çalışan tarihçilere üzülüyorum. Yazık! ! !

Şah İsmail ölmüştür, yerine Şah Tahmasb geçmiştir. Tahmasb’ın kardeşi Elkas Mirza ona isyan ederek Osmanlıya sığınmış, Kanuni’yi İran’a savaş açması için sürekli teşvik etmektedir. Bu esnada da Erciş Kalesini İranlılar yerle bir etmişlerdir.

Bir süre sonra, İran şahından elçiler İstanbul’a gelerek bir barış anlaşması yapılmasını isteyerek Kanuni’nin İran’a sefere çıkmasını engellemeye çalışırlar.
Saraya Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa ikilisi hakimdir. Gelen İran elçilerine “cevabımızı Halep’te vereceğiz” diye kapıyı gösterirler.

Kumkuma başlar. Entrika ayyuka çıkar. Bir yandan Şehzade Mustafa’ya “Baban-padişah çok yaşlı. Yeniçeriler seni seviyor. Rüstem Paşa ve Hürrem yönetiyor koca imparatorluğu” derler. Öte yandan, üretilen bu sözler, en güvendiği kişiler vasıtası ile mektuplarla padişaha ulaştırılır. Eklemeler yapılır.”şehzade Mustafa padişah tahtına göz dikmiş. Yeniçeriler onu istiyor. Üstelik İran’la Tahmasb ile de anlaşacakmış, hattâ İran Şahının kızıyla evlenecekmiş, ardından saraya karşı isyan edecekmiş…”

Olan olur… Hile ve desise ustası bir ekip, şehzadenin mührünün benzerini kazıtıp, kopya mühürle İran’a Tahmasb’a mektuplar yazar. Aynı sözler, şahın kızıyla evlenme talebi, isyan aynı şekilde yazılan mektuba yansıtılır. Şehzadenin böyle bir talebi karşısında şüphe dahi etmeyen iran Şahı hemen cevabını verir.

Elbette gelen cevap da, geciktirilmeden Padişah’a sunulur… Oğlunun isyan edeceği, iran şahının kızını alacağı vb… Böylece, üretilen dedikodu belgelenmiş de olur.

*
İşte bu… Evlâdı ata’dan ayıran düşmanca hile ve taktik. Şehzade Mustafa babasının yerine tahta oturacağına, Hürrem Sultan’ın oğullarında birisi oturmalıdır. Sırf bu gaye için, otağı hümayun kapısının önünde evlâdı boğulup öldürülürken, cihan sultanı bir babanın içerde habersizmiş gibi durmasının manzarası resmedilmiştir tarihe…

*
Şehzade Mustafa, şairdi… Şairlerden meydana gelmiş bir arkadaş grubu da vardı. Onun bu şekilde acımasızca öldürülüşü, çok sayıda şair arkadaşını acılara gark etmiş ve çok sayıda tarih düşürülen acılı şiirler kaleme alınmıştır.

*

Eylül ayının son Cumasında, ezan vaktinde boğularak öldürülmüştür şair Şehzademiz…

Sonra ne mi olur?
Şehzadeyi öldürten ekip içindekilere bakalım.
Padişaha ihbar mektuplarını getiren Şemsi Ahmet Paşa, sipahi ağasıyken Rumeli valisi olur. Padişahın en yakını, musahibi olur. Rüstem Paşa, azledildikten iki yıl sonra yeniden sadrazamlığa getirilir. Cinayeti işleyen Zal Mahmut Ağa da hanedan damadı olur ve sonra Anadolu Beylerbeyliği görevine atanır.

Şairler, bu ekibe özellikle Rüstem Paşa’ya iğneleyici sözlerle hicviyelerini yazmaya devam ederler, Rüstem Paşa’ da şair düşmanı kesilir.

Şehzadenin katli için bir fetva dahi uydurulur, gerekçe hazırlanır.

Kanuni’nin süt kardeşi Mehmed Çelebi, şehzadeyi öldürtmesi sebebiyle padişahın yüzüne çok ağır sözler söyler ve son nefesine kadar padişahla görüşmez.

*
DEMİŞTİR Kİ:


GAZEL

Rif’at istersen eğer mhr-i cihân-ârâ gibi
Sür yüzün her gün yere eyle tenezzül mâ gibi

Hoş kabâildir değil bâkî bu nakş-i rüzigâr
Fi-l-mesel dünyâ misâl-i âlem-i rü’yâ gibi

Sûzen-i müjgânlarında geçmedi dil-rîştesi
Yolda kaldın ey Mesîhâ Hazret-i İsâ gibi

Pehlivân-ı âlem olmuş kalb-i istiğnâ ile
Top-i çerhi dehr elinde oynadır elma gibi

Katreden kemdir vücudun Muhlisî ammâ aceb
Nazm idüb dürler döker tab’ın senin deryâ gibi.”

*

BİZ DE DERİZ Kİ:

BİR ŞEHZADE ÖYKÜSÜ (Gülce-Akrostik)

Konya Ereğli’ sinde son Eylülün son Cuması
Yedi dilsiz cellât havasında bağdaş kurmuş
Zamanın göğsüne otağ-ı hümâyun.
Bir çılgın akrepdir yapışmış zembereğine saatin
Sürgülenmiş kapısı sevginin
Kara bahtı eşiklerde besbelli kapatılmış
Bu sebep yüzünden oy Hatun anam oy!
Karalar giyinsin söyleyin
Bir baştan bir başa
Yer, gök
Büsbütün acun…

Kıyar mı, deyin hele kıyar mı
Bir baba evlâdına?
Hele ki bu baba cihanın sultanı
Sultan Süleyman Han ise
Ne derler tarihi yazan yazgaçlar
Ne derler acaba?
Deyin hele, susmayın, deyin!
Genç yaşıma doyamadan
Gidiyorum dünyadan
Ey kara zindan ruhlular!
Varın ölümümü, durmayın varın
Haremlere müjdeleyin! ..

Şehzadeler şehri Amasya
Ferhad’ ına yanar biliyorum
Bir de bana yansın bundan sonra
Kınalı Şirinler, üzüm gözlüler
Ağlasınlar siyim siyim
Cumbalarında evlerinin...

*
(Ş) ok geçirdi askerler, kışlalar da bin öfke
N(E) rde, nasıl ve neden bu anlaşılmaz ölüm?
Şa(H) ın mektubu varmış, öyle diyorlar
Bir (Z) alimin uydurması, bir hainin oyunu
İn de (A) h, hakikatin güneşi ufkumuza
Doğ ve (D) urma bir an evvel ulaştır ruhumuzu sonsuza
Rabbim (E) lem vermesin gene de kahraman ordumuza! ..

(Ş) imdi açsın mor lâleler saray bahçelerinde
V(E) salınsın Sadabat’da, Boğaz’da sandal sandal rüzigâr
Ta(H) sis ettim yüreğimi lepiska saçlı Anadolu kızına
Nur (Z) ulmü devirdiği gün giyecekti gelinlik
Bir y(A) nda yedi tepe İstanbul yedi renge bürünürken
Ötede (D) üşlerimizi saklayacaktı Kız kulesi ah annem!
Rabbim (E) lem vermesin, mavi suların ülkesine, tek ben ölem! ..

(Ş) u gelen şehzadenin kardeşiyim ben
V(E) rmeyin haberimi, babam öldürdü diye.
Sa(H) i suçum ne, onu da bilmiyorum
Bir (Z) indan karası vakitteyiz ah kardeşim ah!
Mutl(A) ka gelecek beklenen aydınlık gün
Sakın (D) urmasın, bakmasın ardına kardeşim, yürüsün sabahlara
Kabrim(E) gül getirsin ve su; unutmasın bir ara…

*
Konya Ereğli’ sinde son Eylülün son Cuması
Yedi dilsiz cellât havasında bağdaş kurmuş
Zamanın göğsüne otağ-ı hümâyun.
Ölüm, sonsuza giden yola açılan kapı
O kapıda son bulmakta bilirim
Hayat denen bu oyun,
Ey dipsiz tarih, ey tuğlar, tuğralar, surlar
Ben çekip giderken bu genç yaşta;
Çözülecek mi sandınız
Çözülecek mi atılan düğüm, bilinecek mi sırlar?
Hazır edin gözyaşlarınızı
Veya yeniden kurun bir saray düğünü
Hem ağlayın, hem gülün
Ağlayın bahtsızlığıma, gülün zamaneye
Ve destanımı okuyun.
Yaklaşın şöyle, usulca gelin yanıma,
Kimsenin bilmediği bir şehzade öyküsünü
Benden duyun…

Mustafa CEYLAN