Suud dışişleri bakanından Güney Kıbrıs’ta yanlış nispet

Türkiye’yi hedef alan, Türkiye’ye mesaj vermeyi gözeten bir ziyaret olarak anlaşılmasını sağlıyor.

Suud dışişleri bakanından Güney Kıbrıs’ta yanlış nispet


Suudi Arabistan (SA) Dışişleri Bakanı el-Assaf üç gün önce Güney Kıbrıs Rum kesimini ziyaret ederek mevkidaşı Hristodulidis ile bir araya geldi.

“SA bağımsız bir ülke, istediği ülkeyle istediği temasta bulunur, istediği ilişkiyi kurar” denilerek geçiştirilebilecek bir ziyaret değil bu. Hem iki ülkenin kendine özgü konumları hem de bu ziyaret esnasında söylenenler bu ziyaretin doğrudan Türkiye’yi hedef alan, Türkiye’ye mesaj vermeyi gözeten bir ziyaret olarak anlaşılmasını sağlıyor.

İki ülkenin konumu derken, başta Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum kesimiyle olan ilişkisi belli. Türkiye, Ada’da bir garantör ülke olarak Türk kesiminin haklarını savunuyor. AB’den aldığı haksız güç ve destekle Rum kesimi ise ada üzerinde tek hak sahibiymiş gibi tasarrufta bulunuyor ve bu arada Doğu Akdeniz’deki yeraltı kaynaklarını başta İsrail olmak üzere istediğiyle istediği şekilde paylaşma peşinde.

Ona bu cesareti birileri vererek kışkırtanlar belli.Neticede Türkiye bu alanda bir hak mücadelesi yürütüyor, kimsenin toprağında, kimsenin hakkında gözü yok. Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesi bütün adaya aittir ve KKTC’yi yok sayarak GKRY bu bölge üzerinde tek hak sahibiymiş gibi davranamaz.

GKRY’ye bu cüretkarlık konusunda gaz verenler arasına şimdi bu ziyaretle SA’nın katılması oldukça tuhaf, çünkü konunun SA’yı ilgilendiren hiçbir tarafı yok, onun bu denkleme katılmasıyla ne Rum kesimine kazandıracağı bir şey var ne de Türkiye’ye verebileceği bir zarar da var. Ancak bu denkleme bu şekilde katılmakla tarafını belli etme derdi taşıdığı anlaşılıyor ki, tuttuğu taraf ona sadece çok şey kaybettirir hiçbir şey kazandırmaz.

Güney Kıbrıs’ı ziyaret eden ilk Suudi Dışişleri Bakanı olan Bakan Assaf’ın bu ziyaretinin zamanlaması elbette bu ilişkiler bağlamında oldukça anlamlı. Bu arada SA’nın Güney Kıbrıs’taki ilk büyükelçisi Halid Muhammed Al Sharis de geçen hafta GKRY Lideri Nikos Anastasiadis’e güven mektubunu sunmuştu.

Bakanın mevkidaşıyla buluşmasında açıkça “Türkiye’nin Akdeniz’deki yasa dışı faaliyetleri karşısında baş müttefiklerimizden Güney Kıbrıs’ın yanındayız. Askeri iş birliğimizi artıracağız” ifadelerini kullandığı kaydedildi.

SA’nın şu anda İslam İşbirliği Teşkilatı’nın dönem başkanı olmak gibi bir özelliği var. Önceki dönem başkanı Türkiye idi, şimdi SA. Elbette bu başkanlık, üstüne SA’nın Hadimu’l Haremeyn olma konumu eklendiğinde, hep birlikte İslam dünyasının meselelerine karşı daha sorumlu davranmasını gerektiriyor. Ne yazık ki İslam dünyasının meselelerinin ne olduğu ve bunların çözümü konusunda hiçbir çabasını ve arayışını göremediğimiz SA yönetimi, bilakis bütün İslam dünyasında işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir şey yapmıyor.

Bu durumu değerlendirmek için davet edildiğim TRT Arapça’daki yayında SA’nın İslam dünyasının en önemli ülkelerinden biri olarak kendisinden beklenen ve beklenmeyen davranışlar olduğunu söyledim. Mesela bu hareketin SA’nın ne mevcut konumu ne tarihsel sorumluluğu ve ne de bir devlet olarak büyüklüğüyle bağdaşan hiçbir rasyonalitesinin olmadığını anlatmaya çalıştım.

Bu sözlerim kanal tarafından bir twitter mesajında video ilavesiyle paylaşılmış. Mesaj kısa süre içinde bir milyona yakın bir izleyiciye ulaşmış, son baktığımda üç bine yakın kişi altına yorum yazmış. Yorumların neredeyse tamamı tek bir kanaldan talimat almış gibi, aynı ağızla saldırıyor.

Mesajların ne kadarı resmi söylemi yansıtıyor? Hepsini ayıklama şansım da vaktim de tahammülüm de yok. Bir kaçına baktığınızda zaten hepsi birbirinin kopyası. Ama bir çoğu bu ziyareti sanki Türkiye’ye Katar, İran ve Kaşıkçı meselesi dolayısıyla Türkiye’nin siyasetine nispet olarak gördüğü anlaşılıyor.

SA’nın Kıbrıs’la yaklaşmasını Türkiye’nin Katar’la ilişkisiyle aynı gören yaklaşım tabii ki çok hasta bir yaklaşım ve Türkiye’nin herkes için, hatta SA için bile hayırlı olanı istediğini hala görmeyen talihsiz bir yaklaşım. Katar ile Türkiye arasında zaten mevcut olan bir askeri işbirliği anlaşması Katar’a karşı yürütülen kuşatmada onu koruma sorumluluğunu yerine getirmeyi gerektiriyordu. Türkiye’nin Katar’la bu ilişkisi SA ile ihtilafından çok önce kurulmuştu. Üstelik bunu yapmakla Türkiye aslında SA’yı da büyük bir hataya düşmekten kurtarmış oldu. Ne yazık ki bu aşamada bile hala anlaşılmış değil. Ama eninde sonunda onlar da anlayacaktır.

Kaşıkçı meselesinde ise Türkiye kendi topraklarında işlenmiş bir cinayetin sorumlularını talep etmektedir. Türkiye bütün dünyanın gözü önünde kendi topraklarında işlenmiş bu korkunç cinayetin gerektirdiği adaleti kimseye ikram etme hakkına da imkanına da sahip değildir. Kimse de bunu Türkiye’den bekleme hakkına sahip değildir.

Ucu kime kadar gidiyorsa, sorumluları en objektif şekilde bulup yargı önüne çıkarmanın peşinde olmak Türkiye için sadece bir hak değil, bir sorumluluktur da. Türkiye’yi bu sorumluluğunu yerine getiriyor diye bir hasım olarak konumlandıranlar bir şey kazanmaz çok şey kaybeder. Adalet her zaman ihya eder, öldürmez, kendimizin veya yakınlarımızın aleyhine bile olsa..

Hele bütün bu ilişkiler bağlamı içinde, durumu daha da düzeltme arayışı içinde olması gereken SA’nın Katar ve Kaşıkçı meselesinde nispet olsun diye Güney Kıbrıs’a yaklaşımıher şeyden önce nispeti bile yanlış kurduğunu gösteriyor. Böyle bir nispetin Rumlara verebileceği bir şey olmadığı gibi Türkiye’den alacağı bir şey de yok. Olan sadece SA’nın zaten yıpranmış konumuna olur.

 

YASİN AKTAY / YENİ ŞAFAK