Tam üyelik başvurumuzun 34’üncü yılında AB ile ilişkilerimiz
22 YILLIK BİR GEÇİŞ SÜRECİ
Tam üyelik başvurumuzun 34’üncü yılında AB ile ilişkilerimiz
Okan Üniversitesi Öğretim Görevlisi Avukat Cem Murat Sofuoğlu “Türkiye’nin bugünkü şartlar çerçevesinde yakın gelecekte, bırakın AB’ne üye olmayı, fasılları müzakereye başlaması bile gerçekçi görülmüyor” diyor.
Bundan 34 sene önce, 14 Nisan 1987’de Turgut Özal’ın Başbakan olduğu Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Topluluğu’na (1993 Maastricht Antlaşmasıyla Avrupa Birliği oldu biz bu yazıda bundan böyle AB olarak anacağız) o zamanki Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kuran Roma Antlaşmasının 238. Maddesi uyarınca, AB Bakanlar Konseyi’ne tam üyelik başvurusunda bulundu. Bu maddeye göre, her Avrupalı demokratik ülke, tam üyelik isteminde bulunabilirdi.
AB bu başvuruyu, Türkiye’nin endişesi olan demokratik kriterlerinin yetersizliğinden reddetmemiş ve başvuruyu incelemeye almış hatta Yunanistan’ın itirazlarına rağmen, görüş bildirmesi için AB Komisyonuna havale etmişti. Bu arada, Türkiye’nin başvurusundan 3 ay sonra, 20 Temmuz 1987’de Fas da AB’ne tam üyelik başvurusunda bulunmuş, fakat söz konusu başvuru, Fas’ın bir Avrupa devleti olmadığı gerekçesiyle hemen reddedilmişti. Buradan Türkiye’nin bir Avrupa devleti olduğu sonucu da pekala çıkarılabilir.
Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Yunanistan’ın başvuruda bulunduğu haberini alır almaz kıyametleri koparmış ve bakanlık mensuplarına “ Siz ne biçim adamlarsınız? Yunanistan’ın böyle bir harekette bulunacağını bilmiyor muydunuz? İnsan hiç hazırlık yapmaz mı? Hepiniz uyuyorsunuz. Yunanistan boş bir havuza atlasa bile, tereddüt etmeden arkasından biz de atlarız,” diye ortalığı kırıp geçirmişti.
Ancak başvurunun hemen arkasından gelen 27 Mayıs 1960 darbesi, ilgili antlaşmanın imzalanmasını geciktirmişti. Bu nedenle Türkiye ile AET arasında bir Gümrük Birliği (GB) kurulmasını içeren ve ileride Türkiye’nin topluluğa tam üyeliğini öngören ortaklık anlaşması, 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara’da imzalandı.
Dönemin Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin de, imza töreninde yaptığı konuşmada “Ankara Antlaşması’nın siyasi bakımdan Türk milletinin hayatında bir dönüm noktası teşkil ettiği muhakkaktır. Türk milletinin hayatında yepyeni bir devir açılmaktadır. ”demiştir.
Söz konusu antlaşmaya binaen, Türkiye ile AET arasında bir GB kurulmasına yönelik olarak, 23 Kasım 1970’te Katma Protokol (KP) imzalanmış ve bu antlaşma, 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe girmiştir. KP gümrük birliği kurulması için 22 yıllık bir geçiş süreci öngörmekteydi ve bu süreç, 1995 yılı sonu itibariyle sona erecekti.
Nitekim, Türkiye ile AB arasında alınan 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile 1 Ocak 1996 yılından itibaren geçerli olmak üzere bir Gümrük Birliği kurulmuştur. Kamuoyunda buna yanlış olarak Gümrük Birliği Antlaşması denmektedir. Bu bir antlaşma değil, Ankara Antlaşması ve Katma Protokol’de öngörüldüğü şekilde, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararına istinaden kurulan Gümrük Birliğidir.
Beklenmedik bir şekilde 12 Aralık 1999 tarihinde, AB’nin Helsinki zirvesinde Türkiye, AB’ne aday ülkeler listesine alındı. Böylece Türkiye’de, önce 2000-2002 yılları arasında Ecevit iktidarı, sonra da 2002 Kasım ayında yapılan seçimleri kazanan Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde, AB ile uyum yasaları çıkarıldı. Ölüm Cezasının kaldırılması; Kürtçe yazım ve eğitim hakkı; cemaat vakıflarıyla, insan haklarıyla ilgili yapılan yasal düzenlemeler…. O güne kadar olmaz denilen konular peş peşe gündeme geliyor ve yasalaşıyordu. Türkiye muhteşem bir reform sürecinden geçiyor ve ülke sapasağlam duruyordu.
Ardından 17 Aralık 2004’teki Brüksel Zirvesi ‘nde AB, 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlama kararı aldı. Ancak ne yazık ki, bugüne kadar geçen 16 yıl içinde AB müktesebatı ile ilgili 35 fasıldan ancak Bilim ve Araştırma Faslı açılıp kapanmış,16 fasıl halen askıda durmaktadır.
Türkiye, çok hızlı koştuğu ve mesafe aldığı AB sürecindeki reformlarla ilgili olarak, 2010-2011 yıllarından sonra, önce yavaşlamış ardından durmuştur. Hatta birçok konuda geri gittiğimiz bile söylenebilir.
Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan 2021 yılının başında AB Komisyonu Başkanı Ursula von Leyen ile yaptığı video konferans görüşmesinde “ Türkiye’nin geleceğini Avrupa’da gördüklerini” ve yine Ocak 2021 ayında AB ülkelerinin büyükelçileri ile yaptığı toplantıda “ Türkiye’nin AB’ne üye olma konusundaki niyetinde bir değişiklik olmadığını “ söylemiştir. Geçenlerde de AB Konseyi Başkanı ile Komisyon Başkanı ülkemize gelmiş ve Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan ile toplantı yapmışlardır.
AB’nin ve Türkiye’nin duran ve zaman zaman Doğu Akdeniz‘de ve göçmen sorununda olduğu gibi kötüye giden ilişkileri düzeltmek için çaba gösterdiği ortada, çünkü iki taraf da ekonomik, siyasi, stratejik, askeri… konularda birbirine muhtaçtır. Ancak AB’nin, Brexit ile sarsıntıya uğradığı; pandemi nedeniyle ekonomik ve sosyal olarak büyük zorluklarla karşı karşıya kaldığı; göçmenler dolayısıyla büyük sorunlarla boğuştuğu, üstüne Doğu’da Ukrayna’ya karşı mevcut Rusya tehdidi dolayısıyla (Baltık ülkeleri ve Polonya bu konuda son derece rahatsızlar) şu an için Türkiye ile müzakerelerin devamına yönelik adım atılması gerçekçi değildir.
O zaman yapılacak olan nedir: 1995 yılında yürürlüğe girdiğinden bu yana, üzerinde hiçbir değişiklik yapılmayan 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı olan Gümrük Birliğini (GB) güncellemek. Güncellenecek maddelerin yanı sıra hizmetlerin serbest dolaşımını eklemek, her iki tarafın da pandemi sonrası için yararına olacaktır. Ayrıca mevcut metinde, son derece karışık ve muğlak olan ve adeta işlememesi konulmuş bulunan, uyuşmazlık halinde uygulanacak hukuki çözüm yollarının açık ve seçik olarak belirtilmesi ve bizce, Lüksemburg’da bulunan Avrupa Adalet Divanının yetkili mahkeme ve uygulanacak hukuk olarak da AB müktesebatı kararlaştırılması doğru olacaktır.
Bu öneri kabul edilmezse, o zaman hukuki uyuşmazlığın çözümü için tarafsız bir tahkim merci örneğin Cenevre, Zürih Ticaret Odaları gibi tahkim mahkemeleri... kararlaştırılabilir. Her şart altında, askıdaki bu konunun mutlaka müzakere edilmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin bugünkü şartlar çerçevesinde yakın gelecekte, bırakın AB’ne üye olmayı, fasılları müzakereye başlaması bile gerçekçi görülmemektedir. Politika mümkün olanı yapabilme sanatıdır. O zaman, yapılabilir olan, mevcut GB’ni güncelleyip, diğer alanlarda askeri, siyasi ilişkileri geliştirerek, İsmet İnönü’nün deyimiyle ”AB’ne attığımız kancayı” korumaktır. AB bir barış, refah ve uygarlık tasarımıdır. Gideceğimiz yer, Şangay Beşlisi gibi, insan haklarının, demokrasinin esamesinin alınmadığı yerler değil ( zaten davet ettikleri de yok) AB gibi refahın, demokrasinin kök saldığı mekanlardır.
KARAR