Tanrıverdi Saray'dan niye ayrıldı
E. Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, Saray'daki görevlerinden ayrıldı.
Müyesser Yıldız yazdı.
Tanrıverdi Saray'dan niye ayrıldı
Bu sözler de kamuoyunda ve siyasi çevrelerde dikkat çekici yorumlara yol açtı ve akıllara yine SADAT geldi.
Erdoğan'ın, Rusya'nın Wagner güçleri başta olmak üzere çok sayıda ülkenin paralı askerlerinin Libya'da bulunduğuna dikkat çekmesinden sonra Türkiye'nin de bu ülkeye SADAT'ı gönderip göndermeyeceği konuşuluyordu ki, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı ile Güvenlik ve Dış Politika Kurulu üyeliği görevini yürüten, aynı zamanda SADAT'ın kurucusu da olan emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, Saray'daki görevlerinden ayrıldı.
“Ayrıldı” dedik, ama üzerinden 4 gün geçtiği halde bu önemli gelişmeyle ilgili henüz resmi bir açıklama yapılmadı.
Ayrıldığını, yine kurucusu olduğu Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği'nin (ASSAM) WhatsApp grubunda yaptığı, “İlerleyen yaşım ve her gün artarak devam eden tezvirat kampanyasını gerekçe göstererek, bulunduğum Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı ile Güvenlik ve Dış Politika Kurul Üyeliği görevlerimden affımı talep ettim. İstişaremiz sonunda Cumhurbaşkanımız talebimi kabul ettiler. Omuzlarımdan büyük bir yük kalkmış oldu” şeklindeki paylaşımdan biliyoruz.
Hemen şunu belirtelim; Tanrıverdi ve ekibinin, o paylaşımdan nasıl haberdar olduğumuzu araştırdığını öğrendik.
Paylaşımın yalanlanmaması ve böyle bir araştırma ihtiyacı duyulması dahi başlı başına “Ayrılığı” doğruluyor.
TSK İŞİ TAMAM ONDAN MI
İyi de neden resmi bir açıklama yapılmadı ve bu önemli ayrılık hiç sorgulanmadı?
Özellikle TSK'nın “Dönüşümü” ile “Profesyonel” veya “Paralı askerliğe” geçiş süreçlerinde etkisi inkar edilmeyen Tanrıverdi'nin gidiş sebebi ya da sebepleri ne olabilir?
Hemen buradan başlayalım; “TSK'da istenen maksat hasıl oldu, bundandır” diyebilir miyiz?
Zor, çünkü geçmiş yıllarda verdiği röportajlardan, bu sürecin henüz tamamlanmadığını biliyoruz. Söyledikleri şunlardı:
“Siyaset bilimciler ileri demokrasiye geçişin yedi aşamada gerçekleştiğini ifade ediyorlar. İlk üç safhasını 'Demokrasiye geçiş', son dört süreci de 'Demokrasinin sağlamlaştırılması' dönemi olarak değerlendiriyorlar. Bu safhalardan beşincisi; ordu üst kademeleri tarafından, sivil üstünlüğünün resmen, ancak kısmen kabulü, altıncısı; ordunun kendi içindeki ideolojik denetimi elinde tutması, yedincisi de; ordunun demokratik sivil denetimi içine sindirmesi olarak ifade ediliyor. Bu değerlendirmede beşinci safha, TSK’nin üst komuta kademesinin, siyasi iradenin otoritesine girmeyi içlerine sindirme safhası olarak görülüyor ki, şahsen ben de bizim demokrasimizin henüz ileri demokrasinin beşinci safhasında olduğuna inanıyorum. İleri demokrasi kültürünün Silahlı Kuvvetlerimizde yerleşmiş olmasının, yani TSK’nin en genç rütbelisi ile en üst rütbelisi arasında kalan bütün personelinin, siyasi iradenin emrine girmeyi içine sindirmiş olmasının askeri vesayet sisteminin sonunu getirecek çok önemli bir aşama olduğunu kabul ediyorum.”
TEPKİLER Mİ
Bir başka ihtimal; Ayrılığın sebebi, geçmişi ve TSK'daki etkinliği sebebiyle kamuoyunun tepkisi, son olarak da ASSAM'ın 19-20 Aralık'ta İstanbul'da düzenlediği İslâm Birliği Kongresi'nde yaptığı konuşma mıdır? Bu toplantıda, “Mehdi gelecek. Ortamı buna göre hazırlamalıyız” demesinin AKP içinde yarattığı rahatsızlık, eski Milletvekili Mehmet Metiner'in, “Cumhurbaşkanımızın askeri başdanışmanı sıfatını taşıyan biri böyle konuşuyorsa, oturup dizimizi dövelim! Düşmanlarımızın arayıp da bulamadığı şeyi kendi ağzından sunuyor! Şimdi o birileri kalkıp bu laflar üzerinden Cumhurbaşkanımızı hedef tahtasına oturturlarsa ne diyeceğiz?” şeklindeki sert açıklamasıyla su yüzüne çıkmıştı.
Erdoğan'ın kamuoyu tepkilerine pek itibar etmediğini biliyoruz. Metiner'in çıkışına gelince; Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç'a yönelik de çok sert eleştirileri oldu, ama o halen yerinde!..
Kamuoyu ilk etapta Tanrıverdi'nin “Mehdi gelecek” sözlerini duydu. Oysa aynı toplantıda Anayasa konusunda da çok radikal açıklamalar yaptığı, Saray'daki görevlerinden ayrıldığının duyulmasından sonra ortaya çıktı.
CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker ve İYİ Parti Denizli Milletvekili Yasin Öztürk'ün soru önergeleriyle gündeme getirdiği konuşmaya göre, o tarihte henüz Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olan Tanrıverdi, ASRİKA (Asya-Afrika) İslâm Devletler Birliği kurulmasını, Başkentinin İstanbul, resmi dilinin de Arapça olmasını istemişti.
Bu talebin ise Anayasa'nın ilk 3 maddesiyle ilgili “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” hükmüne aykırı olduğu çok açık.
Acaba Erdoğan, bu konuşmadan hemen haberdar olup, Tanrıverdi'nin görevini bırakmasını sağlayarak, ön mü almak istedi? Bilmiyoruz.
Ancak Tanrıverdi'nin resmi danışmanlığından çok önce, 30 Aralık 2011'de hazırladığı yeni Anayasa teklifinde, Atatürkçülük ve Kemalizm'i kast ederek, “Anayasa'da resmi ideolojiye yer verilmemesini, laiklik ilkesinin çıkarılmasını, Anayasa'nın hiçbir maddesinin Kur'an-ı Kerim'in hiçbir ayetine ters olmamasını, ana dilde eğitim yapılmasını, Türk Milleti yerine 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı' denmesini, idari özerkliğe geçilmesini” ve dahi “Anayasa'da değişmez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddeler bulunmamasını” istediğini biliyoruz.
Erdoğan bunlardan rahatsızlık duymamış olmalı ki, Tanrıverdi'yi Başdanışman yapıp, Güvenlik ve Dış Politika Kurulu üyeliğine atadı!..
PUTİN'E MESAJ MI
Tanrıverdi'nin ayrılık kararını duyurduğu gün de dikkat çekiciydi; Putin'in Türk Akım'ın açılışı münasebetiyle Türkiye'de olduğu gündü.
Malûm, Erdoğan Libya'daki Wagner güçleri nedeniyle Rusya'yı eleştirmiş, Kremlin ise bu güçlerin varlığını reddetmiş, SADAT da ondan sonra konuşulur olmuştu.
Acaba Tanrıverdi'nin ayrılığı, “Merak etmeyin, Türkiye'nin böyle güçler gönderme niyeti yok” mesajı mıydı; yoksa “Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı”, “Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika Kurulu üyeliği” şapkaları ile SADAT Başkanlığı şapkasının bir arada olmasının uluslararası anlamda yaratacağı olası sakıncaları ortadan kaldırmanın, yani aksine bu güçlerin devreye sokulma kararlılığının göstergesi miydi?
Galiba ikincisi.
Nereden mi anlıyoruz? Erdoğan'ın gazetesi Sabah'ın Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu'nun bugünkü yazısından. Müderrisoğlu, “Dış sahada Türk güvenlik varlığı modeli” başlıklı yazısında Suriye ve Libya'daki durumu anlattıktan sonra şöyle diyor:
“Esasen açık ve şeffaf politikalar izleyen Türkiye'nin, benzerleri bölgesel ve küresel güçler tarafından da kullanılan araçları gündemine almasının zamanı geldi de geçiyor. ABD'nin Black Water, Rusya'nın Wagner adını verdiği 'profesyonel özel güvenlik şemsiyesine' Türkiye'nin de sahip olması, hatta milli menfaatlerinin zorunlu kıldığı anlarda ve yerlerde ileri sürmesi kaçınılmaz hale geliyor. Kuşkusuz, bu tür bir yapılanmanın, düzenli ve denetlenebilir ordu prensibini zorlaması, alternatif güç kimliğine dönüşmesi riski de söz konusu olabilir. Sayısı, süresi, görev alanı belirli, resmi otoritenin gözetiminde, dış sahada rol alabilen Türk Güvenlik Şirketi neden düşünülmesin ki?”
YENİ GÜVENLİK MODELİ Mİ
Tanrıverdi'nin Saray'dan ayrılmasıyla ilgili son ihtimali de masaya yatıralım.
Erdoğan 2 Ocak'ta düzenlenen Şehir ve Güvenlik Sempozyumu'nda şu ilginç açıklamayı yaptı:
“Artık şehirlerimizin dış güvenliğini surlar ve hendeklerle koruyamayacağımız, içerideki düzeni de sadece kolluk gücüyle sağlayamayacağımız bir yere gelmiş durumdayız. Öyleyse bu yeni duruma karşı yeni yaklaşımlar, yeni fikirler, yeni yöntemler geliştirmemiz gerekiyor. Bu tür çalışmaların şehirlerimizin geleceğinde ihtiyacımız olan güvenlik düzeninin oluşturulmasına katkı sağlayacağına inanıyorum. Her ülke ve toplum kendi ihtiyaçlarına uygun çözümleri kendisi üretmelidir. Aksi takdirde başka toplumların kendi ihtiyaçlarının ürünü olan çözümlerin kullanılması gerekiyor. Bu da beraberinde pek çok uyum sorununu getiriyor. Her alanda olduğu gibi şehirlerimizin güvenliği konusunda da dünyadaki tüm örnekleri inceleyecek, ama sonuçta kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz.”
Bu sözler de kamuoyunda ve siyasi çevrelerde dikkat çekici yorumlara yol açtı ve akıllara yine SADAT geldi.
Toparlarsak; Acaba Tanrıverdi, şehirlerimizde veya yurtdışında ya da her ikisinde “Yeni güvenlik” anlayışını uygulamak, yani “Kendi göbeğimizi kendimiz kesmek” üzere “Sahalara” dönmek için mi Saray'dan ayrıldı?
Bilmiyoruz; Bekleyip, göreceğiz!..
Şimdilik, daha önce de aktardığımız Tanrıverdi'nin Mayıs 2010'daki şu tespitini hatırlatmakla yetinelim:
“Profesyonel ordularla emperyalist görevler yapılmıştır, ama vatan savunmasının yapıldığının örnekleri yoktur.”
Müyesser Yıldız
Odatv.com