Tasavvuf Örneği Yesevi’de Kadın

 Kadının Türklerde yeri neresidir?

Tasavvuf Örneği Yesevi’de Kadın


Yeri gelir yar olup sızı olur sineye,

Yeri gelir şefkatli bir kucak olur beşere,

Ete,kemiğe bürünüp Kadın diye görünüp

Sultan olur bu aleme…

Feminizim ,ülkemizde algılandığı gibi kadın ırkının kutsallığı,erkeğin  evrimleşmemiş kadın olduğu gibi radikal fikirlerin yanı sıra zulüm gören kadını savunan,kadınlarla erkeklerin aynı imkanlara(eğitim,sağlık,hukuk…) sahip olmasını savunan,erkeğe değil zülmeden erkeğe karşı olmak üzere çok farklı feminist grupları mevcuttur. Modern anlamda bir felsefe ve bir hareket olarak feminizmin kökeni kadının eğitimi hakkını savunan Lady Mary Wortley Montagu ve Marquis de Condorcet gibi özgür düşünürlerin de içinde yer aldığı Aydınlanma dönemine götürülmektedir.[1]

 Kadının Türklerde yeri neresidir?

Kadın Türk toplumunda önemli bir yere sahiptir,öyle ki yeri gelmiş kadınlar erkeklerden üstün hale gelmiştir. Çok çeşitli haklara ,özgürlüklere sahiptir.Bu konuyla ilgili örnekler verecek olursak:

-Türklerin en eski destanlarından biri olan Yaratılış Destanı’nın da Yaratan’a ilham veren ‘’Ak Ana ” adında ki kadındır.

-Oğuz Kağan Atamızın kutlu eşlerinden biri mavi bir ışıktan,diğeri kutsal bir ağaçtan doğmuş olağanüstü kadınlardır.

-Bilge Kağan kitabesinde Kağan ‘’ Sizler Anam Katun,Büyük Annelerim,Hala ve Teyzelerim,Prenseslerim..’’ sözleri ile hitabına başlar.

-Eski Türk inancına göre ‘’Han ile Katun’’ gök ve yerin evlatlarıdır.Kadının yeri yedinci kat göktür

-Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen,iyi savaşan,iyi kılıç kullanan kadınlarla evlenmek istemektedirler. Örnek olarak Korkut Ata’nın Bamsı Beyrek hikayesindeki Banu Çiçek Katun’u verebiliriz.

-Eski bir Türk atasözü; ‘’Birinci zenginlik sağlık,ikinci zenginlik iyi bir kadın.’’

-Savaşta kadınların düşman eline geçmesi büyük bir utanç sayılırdı.

 Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın,. hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Tanrıkut Mete Han’ın Katunu imzalamıştır

 Peki dışarıda durum nasıldır?

 -İngiltere’de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hıristiyanlar ise; kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere’de kadın “murdar” bir varlık sayıldığı için İncil’e el süremiyordu. Kadınlar İncil’i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır.

 -Çin’de , boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu.

 -Budizm’in kurucusu Buda ise; ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir.

 -Roma hukukunda kadın, kendi malına hükmedemezdi, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Roma’da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu.

-Çin’de yeni doğan çocuk, erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalarına sarılırdı.

-İran’da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ve kız kardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır. ( Özellikle Mazdeizm’in popüler olduğu dönemde.)

 -Cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak onursuzluk sayılmıştır.

Ya İslamdan sonra?

Arap toplumunda kadına verilen değeri az önce bir örnekle gördük.Arap toplumunda kadın ;dışarı çıkması yasak,varlığı utanç kaynağı olan bir varlıktı.İslamiyetin gelmesiyle kadına verilen önem daha da artmasına rağmen bu ,hiçbir zaman Türklerdeki düzeye ulaşmamıştır.Günümüzün en büyük problemlerinden olan Arap ‘ın su içmesini bile İslam olarak algılama hastalığımız yüzünden kadına verdiğimiz önem zamanla azalmış,bu Osmanlı döneminin son zamanlarında kendini belirgin olarak hissettirmiştir.İlginçtir ki Kanuni döneminde ticaret yapan,köle alıp satan kadınlara ilişkin ferman bulunmaktadır.[2]Ünlü Fransız gezgin Madam Montegü 18. Yüzyılda yazdığı mektuplarda ‘’Türkleri kılıç gücüyle yenemeyeceğini anlayan Bizans artıkları ,onları manevi yönden yenmek için aralarına fanatik dinciliği sokmuştur.’’[1]Böylece kadın sadece çocuk doğuran,tarlada çalışan,eğitimden yoksun,erkeğin yanındaki tahtlardan indirilip arkasından köle haline gelen bir şekle bürünmüştür.Çünkü sokulan dindarlık değil dinciliktir.

Normalde zaten başı kapalı olan,setr-i avret ilkesiyle uyumlu, iffetiyle ünlü Türk kadını çarşaflara girerek Araplaşma,İslamlaşma! temayülü göstermeye başlamıştır.

Sayram’da Bir Feminist

12.yüzyılda Sayram’da(Şimdiki adıyla Türkistan) yaşamış olan Hoca Ahmet Yesevi, İslamı Türk’e göre yorumlayan, Türkçe söyleyen bir ulu erendir.Ünlü şairimiz Yahya Kemale soracak olursak;’’ Şu Ahmet Yesevi kim, bir araştırın, göreceksiniz, bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız.’’der.Gerçekten Ahmet Yesevi İslamı özünden sapmadan Türk’e göre yorumlamış,eserlerini dönemin alimleri farsça yazmasına rağmen Türkçe söylemiş,yetiştirdiği erenleri Anadolu’ya göndererek Anadolu’da İslamın ve Türkçenin yayılmasında büyük payı olmuş bir zattır.

Bu tarihlerde zaten Anadolu’da  Türk olan Selçuklu Devleti’nin bulunmasına rağmen neden Türkçe ve İslamın yayılması için bu erenlere ihtiyaç duyulmuştur?

-Çünkü  Selçuklu Türklüğe karşı davranmıştır.Din ve ilim dilini Arapça;devlet ve edebiyat dilini Farsça yapmışlardır.Anadolu Selçuklular ise kurduğu Nizamiye Medreselerinde bu dillerde öğrenim yapmaktadır.

Selçuklu sultanları Alp kelimesinin farsça anlamı olan Key kelimesini kullanmışlardır (Keykavus,Keyhüsrev).Dönemin ünlü şairleri Mevlana ve Genceli Nizami’nin bir tane Türkçe eseri bulunmamaktadır.Bakın ne diyor Aşık Paşa:

Türk diline kimseler bakmaz idi

Türklere hergiz gönül akmaz idi

Türk dahi bilmez idi bu dilleri

İnce yolu ol ulu menzilleri

Ahmet Yesevi ise duru Türkçe’yi savunmuş,gönderdiği Horasan erenleri Türkçe’nin Anadoluda canlanmasına olanak sağlamışlardır.(Yedi cedlerine rahmet!)

+++

Hoca Ahmet Yesevi İslamın şartlarını 10 olarak belirlemiştir.Bunlar

1.Kelime-i şehadet getirmek

2. Namaz kılmak

3. Oruç tutmak

4. Zekat vermek

5 Hacca gitmek

6. Yumuşak söylemek

7. Dini, Tanrı Elçisinin yolundan yaşamak

8. İyiliği dilemek ,Kötülüğü önlemek

9.Dili doğru kullanmak!!!

10.İlim  öğrenmek.[3]

Hoca Ahmet Yesevi’nin ilim öğrenmeyi dinin şartlarından görmesi son derece ilginçtir.Bu bağlamda Hoca ilmi olmayanın dini de yoktur mantığından yola çıkarak ömrü boyunca öğrenci yetiştirip,onlara ilim öğretmiştir.Yani bütün halk’a!!

Uluğ Beyi’in yaptırdığı üniversitenin kapısına yazdırdığı ‘’İlim öğrenmek hem kadın hem erkek için farzdır.’’ hadisinden yola çıkarak,Hoca Ahmet Yesevi erkeklerin yanında kadınlara da ders vermiş,bunu aynı yerde yapmıştır.Yani birer kul olan ve bu konuda eşit derecede yükümlü erkeğe ve kadına eşit şartlarda ilim alma fırsatı vermiş, Avrupalı bu hakkı 19.yüzyılda nice zahmetlerle alırken,12.yüzyıldaki Türk kadını eşit şartlarda eğitim hakkını elde edebilmiştir.(Her ne kadar  sonraki dönemlerde bu hakkını kaybetmiş olsa da!)

Ahmet Yesevi ilim faaliyetlerini sürdürürken ,onu çekemeyen devrin ileri gelenleri Hoca Ahmet örtüsüz kızlarla erkekleri aynı yerde zikir yaptırıyormuş diyerekten Baba Maçin adında bir dervişi teftişe gönderiyor.Daha sonra onu yakalatan Hoca Ahmet Yesevi çeşitli yollarla(kötek ve nasihat) onu ikna eder.Devrin ileri gelenlerine ders vermek amacıyla çok iffetli bir öğrencisi olan Celal Ataya bir cam kap içerisinde pamuk ve içinde bir közü koymuş ve bunu Horasanlı dedikoduculara göndermesini istemiştir.Vardığı zaman normal şartlar altında yanması gereken bu iki nesne konulduğu tazeliğini korumaktadır.Bunun anlamı şudur:Normalin aksine ,Allah için bir araya gelen ateşle barut  yan yana durur.[4]

Türk’e göre Feminizm nedir,ne olmalıdır?

Kavramlar ihtiyaçlardan doğar,Feminizm de öyle…Eşit eğitim alma ihtiyacından doğan bu  kavram çok farklı ideolojilerle melezleşip,farklılaşmıştır.Fakat biz çıkış noktasıyla ilgileneceğiz.Yukarda bahsettiğim üzere Türk milleti hayatı boyunca kadınına sahip çıkmış ,onu baş tacı etmiştir.Fiziksel olarak güçsüzlüğü,kişisel ve karaktersel güçsüzlük algılamamış ve her yerde söz hakkı tanımıştır.Bu açıdan bu kavramın çıkış noktası bizim milletimiz değildir.Yani diğerlerinin Feminizm deyip öykündüğü bu akım ,bizim insana saygı çerçevesinde uyguladığımız toplumsal bir kuraldır.Türk kadını toplumda erkekleşerek değil,kadın duruşuyla güçlü olarak bu saygıyı edinmiştir.Kazakistan’da yaşanan bir olay adeta bunu gözler önüne sermektedir:Mahkemeye tecavüz iddiasıyla başvuran Kazakistanlı kadına Hakim iftira attığını söylüyor ve devam ediyor’’Sen istemesen ,o sana hiç bir şey yapamaz.’

Ve de Şahsında Türk’çe islamı özdeşleştirmiş Ahmet Yesevi ‘nin kadınla erkeğe eşit şartlarda eğitim vermesine ister feministlik deyin ,ister insanlara saygılılık deyin ;O, bu toprakların ,bu milletin yüzyıllardır yapmakta olduğu şeyi, olması gerekeni yapmıştır.

Tarihi kadınlar yazar;gerek bizzat ,gerek yetiştirdiği evlatlarıyla..Biz de öyle bir milletiz ki ondan geldiğimiz ,nimetini yediğimiz toprağa Ana demişiz Umay Ana demişiz..Bizler öyle bir kadınların nesilleriyiz ki, Kurtuluş Savaşı’nda askere yük taşımış,onun yanında adeta erkekçesine çatışmış;Anadolu’da Bacıyan-ı Rumları kurmuş,Kara Fatma gibi eşinin öcünü alabilmek için direnişe katılmış anaların evlatlarıyız.Bu büyük Türk kadınları sadece o zamanda değil şu zamanda da aramızda yaşamakta ..Cehalete  karşı ,zorlu hayata karşı savaşan ,oğullarının peşinde hayatı boyu gözü yaşlı dolaşan ,kocaları dara düşünce cengaverce atılıp  evini ayakta tutan kahraman ruhlu kadınlar hala aramızda..Var ol Türk kadını ,Yeni nesil senin eserin olacaktır.

Ahmet Doğan Ergin

Kaynakça

1.http://tr.wikipedia.org/wiki/Feminizm

2.Dr. Muazzez İlmiye Çığ.Atatürk ve Kadın hakları

3. N. Kemal Zeybek .Ahmet Yesevi ve Hikmetler

4.“Cevahir-ül Ebrar min Emvac-ı Bihar” Hazini .yıl. 1593.s.49

 

Kaynak: http://www.maturidiyeseviotagi.com/tasavvuf-ornegi-yesevide-kadin-2/