T.C. 2024’ten sağ çıkar mı?
Financial Times, “Demokrasi 2024’ten sağ çıkar mı” demiş.
T.C. 2024’ten sağ çıkar mı?
Birileri Türkiye’yi yeni bir sisteme ve yeni bir adrese doğru adım adım götürüyor. Gittiğimiz yerin adı muğlak, net olarak belli değil. Tek bilinen özelliği toplumun hoşuna gidecek sözcüklerle ifade ediliyor olması: Türkiye Yüzyılı ya da Yeni Türkiye.
Financial Times, “Demokrasi 2024’ten sağ çıkar mı” demiş. O, bütün dünyadaki demokrasileri kast ediyor; lakin biz, kendimiz üzerinden aynı cümleyi kurabiliriz. “Türkiye Cumhuriyeti ve demokrasisi 2024’ten sağ çıkar mı” diye.
Neden böyle söylüyoruz?
Çünkü her şey yavaş, sakin, acele etmeden toplumda sindire sindire ilerliyor ve asıl hedefe doğru götürdüğümüz büyük kalabalıklara hissettirilmiyor. Sanki ülkemiz üzerinde büyük bir gücün, derin bir aklın, kendine göre planladığı stratejiye uygun olarak ittirile ittirile götürülmekteyiz.
Bu büyük oyunda, siyasi partilerin çoğu kendilerine verilen rolü oynuyor. Makamlara, seçimler yoluyla gelseler de aslında, her biri atanmışlar gibi rol oynar görünüyor.
Türkiye, büyük bir siyasal dönüşüme doğru gidiyor. Değişim planını yapanlar, bariz hata yapmazlar ve dünyada çok büyük gelişmeler yaşanmazsa rejim değişecek.
Burada bizi endişelendiren durum şu; bu büyük değişim planını “Türkiye Kemalizm’i tasfiye etmelidir” diyen Amerika ve ortakları mı yürütüyor, yoksa Türkiye’nin kendi iç dinamikleri mi?
Plan iç-dış ortak yapımsa, biliniz ki, Türkiye çok yakın zamanda küçülecek. Öyle değil de iç yapımsa, Türkiye içe kapanacak, dini tonları ağır basan yeni bir cumhuriyet ortaya çıkacak.
İkide bir Atatürk sataşmaları, hilafet söylemleri, cemaatlerin eğitimde fazla görünmesi gibi gelişmeler ile içinde yaşadığımız Anayasa Mahkemesi’ne yönelik Yargıtay formülü ve beraberinde getirdiği krizin nedeni, işte bu büyük değişimin ayak sesleri. Bu tepeden gelen gürültü, yıkım ekibinin dozer sesine benziyor.
Düşünsenize, adı üstünde; Anayasa Mahkemesi, yani devlet tüzel kişiliğinin yapı taşlarından en büyüğü, kısacası sigortalarının trafo merkezi, devletin yegâne güvencesi etkisizleştiriliyor. O etkisizleşince anayasa da etkisizleşiyor. Çünkü anayasa çalıştırılmamış, görevini yapamamış oluyor.
Anayasa, sadece devletin değil, aynı zamanda toplumun da güvencesi. O, kanunlar kanunu, hukuklar hukuku, en üst tanımlayıcı ve belirleyici. Ülkede siyasi, sosyal, kültürel, hukuki, ekonomik, sokakta yürümek dâhil, her ne varsa ve her ne yapılacaksa ona uygun olmak zorunda. Ve siz, bu büyük gücün hükümlerini uygulamayacağınızı söylüyorsunuz. Böyle bir durum karşısında aklı başında olan biri ne anlamalıdır?
Kriz!
İktidar kriz yaratıyorsa, bunu niçin yapıyor olabilir?
Bir ya da birden çok amacı olduğu için.
O amaçları açıklıyor mu?
Hayır, saklıyor.
Neden saklıyor?
Çünkü gizli bir ajandası var.
Kısacası Türkiye’yi iyi mi kötü mü, yerli mi emperyalist mi, nasıl bir gelecek beklediğini bilemiyoruz. Ucu kapalı, arkadan dolanan bir stratejiyle karşı karşıya olduğumuzu tahmin ediyoruz.
Anayasa Mahkemesi’ni suçlayanların her biri Mahkeme’nin haklı olduğunu ve görevinin gereğini yaptığını biliyor. Mahkeme elbette kendisine yetki veren, gücünün kaynağı olan Anayasayı savunuyor. Savunması da gerekli. Bu onun görevi.
Türkiye adım adım meçhule doğru götürülürken, sağcı, milliyetçi, solcu veya liberal görüşte olan seçmen kitlesi, elbette, görüşüne uygun olan, bağlandığı ve çok inandığı parti kaynaklarına güveniyor. Onların en doğrusunu yapacağını sanıyor.
Biz de soruyoruz: Acaba öyle mi?
Yoksa her şey göründüğü gibi değil mi?
Güvenimizi sarsıyorsun yazar arkadaş diyebilirler.
Düşündürmek iyidir derim.
Size göre Türkiye dönüştürülmüyor mu?
Ahmet GÜRSOY / YENİÇAĞ